Acı, barışı kıymetli kılar. Onsuz, huzurun anlamı eksik kalır. Barış geldiğinde, acı hâlâ oradadır; ama artık konuşmaz
Gürsel Karaaslan
Barışın sessizliği ile acının çığlığı aynı toprakta büyür bazen. İnsanlık tarihi, bir yanda savaşın barutuyla yanarken, diğer yanda barışın düşüyle yeşermeye çalışır. Acı, her çağın tanığıdır; barış ise umutların adıdır. Ve ne gariptir ki, bazen gerçek barış, en koyu acılardan sonra doğar.
Acı, bireyin iç dünyasında yankılanan bir sesti önce. Bir annenin yitirdiği evladı, bir çocuğun anlam veremediği yokluk… Ancak zamanla bu kişisel acılar, toplumsal bir hafızaya dönüştü. Bu hafıza, savaşların anlamsızlığını ve barışın ne denli kıymetli olduğunu bizlere hatırlattı. İşte o zaman barış, yalnızca silahların susması değil, yüreklerin de iyileşmesi halini aldı.
Barışın tanımını yalnızca siyasi zeminlere sıkıştırmak, onu eksiltmektir. Gerçek barış, insanların birbirine yeniden inanabildiği, geçmişin yükünü taşımadan geleceğe bakabildiği anlarda başlar. Ve bu noktaya ulaşmak, kolay değildir; çünkü barış, unutmadan affedebilmektir, acıyı inkâr etmeden onunla birlikte yaşayabilmeyi öğrenmektir.
Dostoyevski’nin karanlık tünellerinde, Zweig’ın melankolisinde, Ehmedê Xanê’nin satır aralarında hep aynı sancı gizlidir: İnsan ruhunun barışa duyduğu özlem. Çünkü ruh, sürekli olarak huzur arar ama bu huzura, çoğu zaman acıdan geçerek ulaşır.
Barış, bir güvercin kadar narin, bir çığlık kadar gerçektir. Onu var edebilmek, hem bireysel hem de kolektif olarak geçmişle yüzleşmeyi, acının sesini duymayı ve o sesi susturmadan ona bir anlam verebilmeyi gerektirir. Bu anlamda barış, bir sonuç değil, bir süreçtir. Sürekli yeniden inşa edilmesi gereken, çabadan ibaret bir yolculuktur.
Ve belki de bu yüzden, en derin barış şiirleri en çok acı çekenlerin kaleminden çıkar. Çünkü acı, insana hem kırılganlığını hem de direncini öğretir. Bu iki uç arasında, barış bir denge noktasıdır. Ne acıyı yok sayan bir unutma hali, ne de sürekli kanayan bir yara; bilakis, iyileşmiş ama izini taşıyan bir varoluş biçimidir.
Barış sessizliğin sesi gibidir, ama o sessizlik çoğu zaman acının içinden gelir.
Acı, barışı kıymetli kılar. Onsuz, huzurun anlamı eksik kalır.
Barış geldiğinde, acı hâlâ oradadır; ama artık konuşmaz.
Bazen bir tebessümün ardında hem barış saklıdır, hem de geçmişte kalmış bir acı.
Karanlık çöktü dağların omzuna,
Gök delinmiş, yıldızlar düşüyor.
Ama biz,
Küllerinden doğan eski bir halkız.
Her yara bir harita bize,
Her çığlık bir yemin.
Karanlığın içinden yürürken sessizce,
Omzumuzda özgürlüğün hayaleti,
Gözlerimizde son savaşın parıltısı.
Biz düşmeyiz,
Kılıç gibi keskiniz sözümüzde,
Ve yürek gibi sıcak.
Gece ne kadar uzun sürerse sürsün,
Güneş, bizi bekler ufukta.
Çünkü biz,
Karanlıkta doğan ama ışığa yürüyeniz.
Ve kader,
Yalnızca inananların kalemidir.