Leyla Güven’in tecride karşı başlattığı açlık grevi eylemi bir ayı geride bıraktı. Hakkari halkının iradesiyle seçilen Güven, Türkiye toplumunu birbirine kırdırmak için kurulan İmralı tecridiyle kurulan büyük tuzağa ve tehlikeye esaslı bir itirazda bulunuyor açlık grevi eylemiyle.
Yasal hakları çiğnenerek cezaevinde tutulan Güven’in eylemi aynı zamanda topluma yönelik bir ahlaki duyarlılık çağrısıdır. 30’uncu gününe giren açlık grevi için artık ayların, haftaların değil saatlerin önemi var. Bu eyleme karşı herkes gösterdiği reaksiyonla ahlaki yaklaşımını ortaya koyuyor.
Açlık grevi eylemi, başka itiraz yolu kalmadığında eylemcinin bedeniyle haksızlığı yapanları teşhir etmeyi ve onu bir ahlaki muhasebeyle bu haksızlığından vazgeçirmeyi amaçlıyor. Eylem dünyanın en meşru itiraz yöntemi olarak kabul ediliyor ve büyük bir saygınlığa sahip. Dünyanın her yerinde bu tür eylemlere çok zor mücadele koşullarında başvuruluyor. İrlanda’da, Filistin’de, Hindistan’da, İspanya’da, Güney Afrika’da, Kürdistan ve Türkiye’de bu tür eylemlere başvurulması bu ülkelerdeki mücadele koşullarının zorluğundan, baskı rejiminin katılığından kaynaklanıyor. Açlık grevi bu anlamıyla dayatılan itaatkarlığa yönelik esaslı bir itirazdır.
Dünya artık ahlaki ölçüler açısından çok daha geri bir noktada bulunduğu ve bu konuda büyük bir dejenerasyon yaşadığı için gittikçe bu tür eylemlere yönelik bir alışma hali, vurdum duymazlık gelişiyor. Bu dejenerasyonun en fazla yaşandığı, ahlaki aşınmanın ayyuka çıktığı ülkelerin başında ise Türkiye geliyor. Açlık grevi eyleminin etkili olup olmadığı tartışması, aynı zamanda toplumun ahlaki ölçülerine yönelik önemli bir tartışmayı ifade ediyor.
İnsanın açlıkla sınavı, nefs terbiyesi semavi dinlerin ahlaki ölçüsüdür. İslamiyet’teki oruç ibadeti aç olanı ve aç kalanı duyumsama, empati duygusunu geliştirme, duyarlılığı geliştirme kriterleri üzerinden şekilleniyor. Ancak maalesef bu inancı siyasallaştıran kesimler, sadece 30 gündür açlık grevini duyumsamamakla kalmıyor aynı zamanda bu eylemi kötüleyerek, küçümseyerek temsilcisi olduğunu savunduğu inanca da büyük bir kötülük yapıyor. AKP basınının açlık grevi eylemine yönelik tutumu, inancın siyasallaştırılarak dejenere edilmesini ve ahlaki değer yitimini en bariz şekilde gösteriyor. Birkaç saatlik oruç için dünyaları sofralarına yığanlar, kendi bedenini dirhem dirhem eriten insanların bu büyük eylemine saygısızlık yapmaktan geri durmuyor. Bu ahlaki yozlaşmayı, bu duyarsızlığı ve saldırganlığı İsrailliler açlık grevi yapan Filistinli tutsaklara yapmadı, İngilizler Gandi’ye yapmadı. Hiçbir kültür bu kadar duygusuz, bu denli aşınmayı kendisine reva görmedi.
12 Eylül döneminde başlayarak gerçekleştirilen açlık grevi eylemlerinde şimdiye kadar onlarca, yüzlerce kişi hayatını yitirmiş olmasına rağmen, iktidarlar ahlaki yozlaşma ile açlık grevini karalamaktan geri durmuyor. Açlık grevinde bu kadar insanın hayatını kaybettiği bir başka ülke bir başka rejim yoktur. Bu elbette toplumsal ruhun kararmasıyla, zulmün boyutuyla ilgilidir.
Mevcut tablo umutsuzluğun, yılgınlığa kapılmanın değil, büyük ve yaşanabilir bir dünya mücadelesinin gerekçesidir. O yüzden mücadeleyi geliştirenler direnme gücünü kendi haklılıklarından ve kolektif kötülüğe karşı haklının mutlaka kazanacağı tarihsel deneyiminden alıyorlar. Direnenlerin referansı gelecek inşası olduğu kadar, geçmişte dünyanın farklı yerlerinde direnme gücünün yarattığı değişimlerdir. Leyla Güven de bugün bu motivasyonla eylemini geliştiriyor. Tarih dün direnenleri hatırladığı gibi bugün direnenleri de unutmayacaktır.
Dünyada açlık grevi eylemi yapan milletvekilleri örneği ağırlıklı olarak Kürt siyasetçilere özgü bir pratiktir. İrlandalı direnişçi Bobby Sands ölüm orucu eylemindeyken milletvekili seçilmişti. Dünya tarihi Sands’ı unutmadı, Gandi’yi unutmadı, Apartheid rejimine karşı direnen Güney Afrikalı direnişçileri, İspanyol devrimcileri unutmadı. Baskı rejimleri tarih olurken bu büyük devrimcilerin ismi insanlık için onur kaynağı oldu. Leyla Güven şimdi yeniden dünya uluslarının bu direniş mirasını sürdürüyor.