Günlerdir süren yangınlara dair tedbirsizlik tartışmaları konuşulurken, Polen Ekoloji Kolektif’inden Cemre Nayir konuya ilişkin müdahale yönteminin politik bir tercih olduğunu, buna karşı mücadele edilmesi gerektiğini vurguladı
Helin Ok
Türkiye ve Kürdistan’ın dört bir yanında peş peşe çıkan yangınlara müdahale de yaşanan yetersizlikler gündemdeki yerini korurken, 25 Haziran tarihinden bu yana yangılara müdahale sırasında 17 kişi yaşamını yitirdi. Kontrol altına alınamayan yangınlar hâlâ devam ederken 7 aylık verilerde 3 bin 181 yangın çıktığı, bunun 650 tanesinin yalnızca Haziran- Temmuz yani bir aylık yangınlar olduğu, sadece 23-24 Temmuz’da gerçekleşen yangınlarda 10 bin hektar alanın kl olduğu belirtildi. Bu yangınların neden günlerce sürdüğü kamuoyunda tartışılıyor. Yangına dair ekipman eksikliği, görevli ekiplerin kıyafetlerinin korumasız ve önlemsiz oluşu, yangın söndürme uçaklarının neden kullanılmadığı da tartışılan konular arasında.
Türkiye ve Kürdistan’da yaşanan ekolojik kırım ve son yaşanan yangılara dair Polen Ekoloji Kolektif’inden Cemre Nayir gazetemize konuştu.
‘Müdahale yöntemi politik tercih’
Orman yangınlarının, devletin ekolojik politikasının çıplak gerçekliği olduğunu ve bu politikada müdahale yönteminin politik tercih olduğunu dile getiren Nayir, “Türkiye ve Kürdistan’da son yıllarda gördüğümüz yangınlar, rastlantı ya da kader değil, toprağa kimin için sahip çıkıldığına dair bir göstergedir. Devlet, ormanları enerji, turizm ve maden projeleri için bekletilen ‘boş arazi’ olarak gördüğü sürece, yıllardır tekrar eden manzarada aynı tabloyu görürüz; yanan ağaçların yerine yükselen oteller, maden projeleri, enerji sahaları. Bu yüzden bu yangınları değerlendirirken, yalnızca alevlere değil, o alevlerin arkasında bekleyen rant politikalarına da bakmak zorundayız. Her yanmış ağaç, yok olan habitat ve ölen hayvan, sadece ekolojik bir kayıp değil; devletin doğayı yaşam için değil, sermaye için planladığının kanıtıdır” diye belirtti.
‘Orman işçileri birer direniş tanıkları’
Yaşanan yangınlarda yaşamını yitiren orman işçilerinin yalnızca teknik eksiklikten değil, örgütsüz bırakılması ve haklarının elinden alınmasının da sebepler arasında olduğuna dikkat çeken Nayir, “Orman işçileri çoğu zaman taşeron şirketler üzerinden, düşük ücretle, mevsimlik ve güvencesiz çalıştırılıyor. Sendikal hakları tanınmadığı gibi, temel iş güvenliği önlemleri bile maliyet gerekçesiyle sağlanmıyor. Yangınlara müdahale ederken hayatını kaybeden bu emekçiler, devletin politikalarının en somut sonucudur. Bu ölümler ‘ihmal’ değil. Ekolojik yıkım ile sınıfsal sömürünün kesişim noktasında duran politik bir gerçektir. Doğayı korumak için alevlerin içine giren bu emekçiler, aslında rant düzeninin cephesinde sessizce ölüme gönderilen birer direniş tanığıdır” dedi.
‘İhmal değil bilinçli müdahâlesizlik’
Her seferinde aynı müdahâlesizlikle neden karşılaştığımızı sorgulamamız gerektiğini belirten Nayir, “İklim krizinin yarattığı sıcak hava dalgaları, TEDAŞ’ın bakımsız hatları ya da bilinçli çıkarıldığı söylenen yangınlar yalnızca başlangıçtır. Birçok bölgede çıkan yangınlarda yüz binlerce ağacın kül olduğunu, binlerce hayvanın yaşam alanını kaybettiğini biliyoruz. Ağaçların yanışı sadece gövdelerin yok olması değil; toprağın, suyun, göç yollarının silinmesi demektir. Her bir ağacın köklerinde yaşayan böceklerden, dallarında yuva yapan kuşlara kadar bütün bir ekosistem o ateşin içinde yok olur. Buna rağmen müdahale gecikiyorsa, bu artık ‘ihmal’ değil; bilinçli bir müdahâlesizliktir. Yangın sonrası hızla maden ruhsatı verilen alanlar, turizm projelerine açılan kıyılar, enerji yatırımları için temizlenen ormanlar bu şüpheyi güçlendiriyor. Bu yüzden yanan her ağaç ve ölen her hayvan, sadece ekolojik bir kayıp değil; politik bir kararın kurbanıdır. Bu yüzden bu yangınları sadece ‘afet’ olarak görmek büyük bir yanılsama. Yanan orman, yok olan hayvan, kaybolan su yatağı… Hepsi, politik tercihlerle yakılan bir yaşamın parçalarıdır. Bu alevlerde sadece ağaçlar değil, ekolojik adaletin kendisi de kül oluyor” ifadelerini kullandı.
‘Bütçe doğa için seferber edilmiyor’
Yangına müdahâlede yaşanan teknik eksikliklere dair konuşan Nayir, “Bir yangın söndürme uçağının maliyetinin 8–10 milyon dolar arasında olduğu biliniyor. Devletin yıllık bütçesiyle kıyaslandığında bu rakam neredeyse sembolik. Üstelik kamu kaynaklarının nasıl harcandığını düşündüğümüzde, saray inşaatlarına, gösterişli projelere ve güvenlik harcamalarına milyarlarca lira ayrılırken, onlarca uçağın alınabileceği bir bütçe doğayı korumak için seferber edilmiyor. Eksik uçaklar, geç havalanan helikopterler, donanımsız itfaiye araçları ve korumasız bırakılmış orman köyleri… Yangın söndürme kapasitesindeki bu yetersizlik, teknik değil, politik bir boşluk. Çünkü doğayı ‘yaşam alanı’ değil, sermayenin planlayacağı bir alan olarak gören iktidar için bu yatırımlar öncelik taşımıyor” diye konuştu.
Ne yapmalıyız?
Toplumun bu süreçte yapabileceklerine dair kolektif bir mücadele hattının önemine değinen Nayir, sözlerini şöyle bitirdi: “Halkın yangınlara karşı duyarlılığı yalnızca yaz aylarında sosyal medya paylaşımlarına sıkışmamalı. Yerel örgütlenmelerin, ekoloji hareketlerinin güçlendirilmesi; yangın bölgelerinde yaşayanların ve o bölgede var olan yaban hayatının korunması için halk baskısının oluşturulması gerekiyor. Devletin koruma politikalarını sorgulayan, müdahale kapasitesini şeffaflaştıran, bütçe önceliklerini değiştirmeye zorlayan toplumsal hareket olmadan, hiçbir ekolojik koruma önlemi kalıcı olamaz. Yangın sonrası ekosistemi onarmak da yalnızca ağaç dikmekle çözülecek bir mesele değil. Onarım, toprak ve su döngüsünü, yerel türlerin yaşam alanlarını ve hayvanların güvenli geri dönüşünü gözeten uzun vadeli planlarla yapılmalı. Yaban hayatı için koridorlar açılmalı, rehabilitasyon alanları oluşturulmalı, ekosistem kendi dinamikleriyle iyileşebilmesi için politik ve ekolojik güvence altına alınmalı. Bu mücadelede halkın gücü, devletin ilgisizliğini aşan bir yaşam iradesi yaratmakta. Yangınları sadece afet değil, politik tercih olarak gördüğümüzde; o tercihi değiştirecek toplumsal bir hareket de büyüyebilir.”