“Yüzü mektup gibi güzel. İnsanlık adresine gönderilmiş bir mektup gibi” diyor ya onun için Cemal Süreya, bir insan başka türlü nasıl anlatılır bilemiyorum. Az bulunur bir insandan söz ediyoruz çünkü: Emil Galip Sandalcı’dan…
“Emil Galip Sandalcı’nın en sessiz, en çetin zaferi, hiç kimse olmayı başarabilmesiydi kanımca” diyor Yıldırım Türker, “Onu tekinsiz kılan, otorite gözünde başa çıkılması en güç hainlerden biri haline getiren, bu özelliğiydi. Hayatını ahlaki bir öneri gibi yaşayan nadir insanlardan biriydi. Darbeler onu sevmedi. Sosyalist değildi, hiçbir sol örgütle ilişkisi yoktu ama tehlikeliydi. Emil Galip, otoriteyi huzursuz edecek bütün girişimlerin ardındaki gölgeydi. Muhteşem bir başbelasıydı.”
Bu işte. Sözünü ettiğimiz insan: Muhteşem bir başbelası! Kimsenin değil, kimseden değil ama kendisi olarak tehlikeli! Şimdi, tam da İnsan Hakları Haftası yakınlaşırken ondan söz etmeden geçmek olmazdı gerçekten.
Uçak kaçıran yazarlar (!)
1922 İstanbul doğumlu Sandalcı, İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi’ni bitirip Michigan ve Harvard üniversitesilerinde tarih, sosyoloji, antropoloji bilimleri üzerine çalışmalar yaptı. Dönüp geriye geldi, 1955’te o zamanki Tercüman gazetesinin açtığı yarışmada birinci olarak gazeteciliğe başladı. Sonraki yaşamı boyunca da bir dizi başka işin dışında hep gazetecilikte ısrar etti. Arada TRT Yönetim Kurulu üyeliği yaptı. 60-62 arasında İstanbul Gazeteciler Sendikası Yönetim Kurulu üyeliği, 61-63 arası Basın Şeref Divanı üyeliği, 78-86 arasında Türk Yazarlar Sendikası Yönetim Kurulu üyeliği… Yakın tarih boyunca nereye başınızı çevirseniz orada vardı kısacası. Ama hep kendisi olarak!
TRT Yönetim Kurulu’ndaki muhalif tutumu, 12 Mart darbecilerinin kuruma atadığı Musa Öğün paşaya direnmesi nedeniyle 1971’de işkenceli sorgularla tutuklandı. Bugünden bakılınca şaka gibi görünebilir ama 12 Mart generallerinin hayal gücü çok genişti. Altan Öymen, Erdal Öz ve Sandalcı uçak kaçırmakla suçlandılar! 3 Mayıs 1972’de, Deniz Gezmiş’leri kurtarmak isteyen 4 eylemci, gerçekten de bir THY uçağını kaçırarak Sofya’ya indirmişler, amaçlarını dünyaya duyurduktan sonra teslim olmuşlardı. Aynı günlerde Deniz’lerin idamını engellemek için imza toplayan Emil Galip ve diğer aydınların olayla ilgisi yoktu elbette ama tutuklandılar, işkence gördüler.
Her darbenin tutuklusu
Çıktıktan sonra da hep kendi çizdiği yolda yürümeye devam etti. Yazdı, çizdi, didindi. Özellikle 1 Mayıs 1977’nin hemen ardından, dikkatleri devletin provokasyonuna yönelten yazısı belleklerden hiç silinmedi.
Bu arada ömrü kısa sürse de Türkiye basın tarihinin çok özel gazetelerinden biri olan Demokrat’ta da yazdı, darbe adım adım gelirken özgürlükleri savunmaya devam etti, yine işkencecileri teşhir etti. Bu yüzdendir, 12 Eylül de boş geçmedi Emil Galip’i… Muhalif yazıları nedeniyle 1981 ve 1983’te iki kez tutuklandı. 1984’te Aydınlar Dilekçesi’ni imzalayanlar arasındaydı ve tabii ki dilekçe davasında da yargılandı.
Ama onun hepimizin yaşamına kattığı asıl değer, toplumun susturulmuş olduğu bir dönemde tutsak aileleriyle bütünleşerek yarattığı İnsan Hakları Derneği’ydi. Tutsak aileleri ve bazı aydınlarla birlikte İHD’nin kurucuları arasında yer aldı ve İstanbul Şube Başkanı olarak görev yaptı; insan hakları kavramının Türkiye’de şekillenmesinde çok ciddi katkısı oldu. Bütün o süreç boyunca yine sakin ama kararlı tavrıyla işkencecileri, cezaevi müdürlerini bezdirdi. O kadar ki, gözaltına alınanlara emniyette “Hadi Emil Galip gelsin de seni kurtarsın, bakalım” denilir olmuştu artık. Ve en önemlisi, bütün bunları kendisini hiç öne çıkarmadan, sabır ve alçakgönüllülükle yaptı. Çok farklı görüşlerden genç insanlarla birlikte çalışmayı, onları etkilemeyi başardı. Daha sonra da İnsan Hakları Vakfı’nda ve Helsinki Yurttaşlar Derneği’nde mücadelesini sürdürdü.
Geriye kalan…
Sonunda, soluğu tükendi artık. “Şıktır. Astımını tütün dumanıyla gizler” diyordu Cemal Süreya onun için ama ciğerler taşımadı artık gövdesini. 10 Mart 1993 gecesi yaşamını yitirdi. Yine Süreya’nın deyimiyle “Sokağa çıkarken, belki birinin işine yarar diye şemsiyesini yanına almayı ihmal etmeyen” o adam, ayrıldı aramızdan; geriye tutarlı demokratlığın ne olduğu konusunda unutulmaz bir deneyim bırakarak…
Ne güzel söylemiş Cemal Süreya: “Bir tavırdır Emil Galip Sandalcı. Nicedir yarattığı, yılların ötesinden bugüne getirerek sarsılmaz kıldığı; bizlerin de onaylayarak, güvenle yaslanarak her seferinde yeniden yarattığı bir tavır. Güç koşullarda kendimizi bir de Sandalcı’yla sınarız sanki.”
Kendimizi Sandalcı’yla sınamak… Tam da bugünlerde hepimize çok gerekli olan şey, öyle değil mi?