Türkiye’nin AB başta olmak üzere çoğu ülkenin karşı çıktığı Akdeniz’deki sondaj faaliyetlerini değerlendiren gazeteci Stelya, bu ısrarın belirsizlikler ve gerilimlerle boğuşan Kıbrıs Türk toplumunun tarihi yalnızlığını derinleştirebileceğine dikkat çekti.
Türkiye’nin Doğu Akdeniz’deki sondaj faaliyetleri uluslararası itirazlara rağmen aktif bir şekilde devam ediyor. Türkiye, dördüncü sondaj gemisinin bölgeye göndermeye hazırlanırken, Avrupa Birliği (AB) ülkeleri ilk yaptırımlarını devreye koydu. Avrupa Yatırım Bankası, yılsonuna kadar Türkiye’ye kredi vermeyi durdurdu. Kıbrıs’ta yayımlanan Kathimerini gazetesinin Türkiye masası editörü gazeteci Nikolaos Stelya, Akdeniz eksenli yaşanan gelişmelere ilişkin Mezopotamya Ajansı’ndan (MA) Sadiye Eser‘in sorularını yanıtladı.
Doğu Akdeniz krizi nasıl başladı?
Kriz 2010’lu yıllarda Doğu Akdeniz’de dengelerin değişmeye başladığı bir dönemde gündeme geldi. ABD’nin Rusya’yla yeniden kıyasıya bir çekişme içerisine girdiği, Arap Baharı’nın Arap ülkelerini sarstığı, İsrail ile Türkiye arasında gerginliğin zirveye tırmandığı bir süreçte Doğu Akdeniz’in enerji kaynakları gündeme geldi. İsrail ve Mısır da enerji alanında yürütülen çalışmalara paralel olarak Kıbrıs’ta, ekonomik krizin hemen öncesinde ve adanın güneyini enerji krizine götüren Mari’deki Askeri Deniz Üssündeki büyük patlamanın hemen ardından, Lefkoşa deniz alanlarında doğalgaz ve petrol aramaya başladı. Aynı süreçte, ekonomik kriz ortamına giren Yunanistan da İsrail’le ilişkilerini geliştirmek suretiyle Kıbrıs’ın bu çabasına destek sundu. ABD’nin perde arkasındaki desteğiyle de uluslararası enerji devleri Kıbrıs açıklarında doğal gaz aramaya başladı.
Türkiye’nin dahil olmasını nasıl değerlendirmek gerekiyor?
Bu kaynakların Türkiye açısından çok boyutlu bir önemi söz konusudur. Bir giriş temelinde en az üç noktanın altını çizebilirim. Birinci nokta olarak karşımıza enerji satranç tahtasında ülkenin konumu çıkıyor. Bölgede enerji açısından lider konumuna gelmek isteyen Türkiye bu kaynaklarla yakından ilgileniyor. Bu noktada Türkiye’de iktidara yakın olan büyük sermaye ile meşhur “Anadolu Kaplanları’nın” enerji alanındaki girişimlerini özel olarak göz önünde bulundurmak durumundayız. İkinci nokta olarak Türkiye’nin jeostratejik konumu üzerinde kafa yorabiliriz. Doğu Akdeniz’in kaynakları üzerinde söz sahibi olmak Ankara’daki yetkililer tarafından öncelik olarak ele alınıyor. Son olarak Kıbrıs özelinde Kıbrıs Türklerinin konumu üzerinde durmak durumundayız. Rum tarafının da kabul ettiği üzere Kıbrıslı Türklerin adanın enerji kaynaklarında payı bulunmakta ve Türkiye doğal olarak Kıbrıslı Türklerin pozisyonunu desteklemekte.
Akdeniz’e kıyısı olan Kıbrıs, Yunanistan, İsrail, İtalya, Ürdün, Filistin ve Mısır’ın bu yılın başında oluşturduğu Doğu Akdeniz Gaz Forumu gerçekleşti. Türkiye’nin bu ittifakın içinde yer almamasını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Bu sorunun çok açılımlı bir cevabı söz konusudur. Kıbrıs meselesinde uzlaşı sağlanmamış olması, Türkiye’yi enerji oyununda bir adım geride bıraktı. Aynı süreçte Arap Baharı özelinde yanlış tutum ve stratejilerin sonucu bölgesel yalnızlık oldu. Beri yandan yeni süreçte Türkiye, Kürt meselesi ve diğer konuların ışığında pozisyonunu Rusya ve İran’ın yakınlarına konumlandırırken, ABD’nin yol göstericiliğinde bu saydığınız ülkeler Doğu Akdeniz’de Rusya ve İran karşıtı bir blok için harekete geçti.
Doğu Akdeniz havzasındaki sondaj faaliyetleri nedeniyle Türkiye yalnız kalmış durumda. Bu yaklaşım ne anlama geliyor?
Başta arz ettiğim üzere, Türkiye’nin Ortadoğu ve Doğu Akdeniz stratejisi sorunlarla ve hatalı stratejilerle dolu. 2011 yılında Rum tarafının adımlarına cevap verme noktasında yetersiz girişimler içerisinde olan Türkiye, 2019’da tek taraflı girişimlerle ve deniz hukukunu kendi açısından yorumlayarak (Atina ve Lefkoşa’nın da yaptığı üzere) karşı tarafa (Rum tarafı) baskı uygulamaya çalışıyor. AB bu durum karşısında sınırlı ölçüde tepki gösterdi. Saldırı karşısında olduğunu iddia eden bir üye devletin çağrısı neticesinde AB’den farklı bir duruş beklenemezdi. AB bu sınırlı tepki ile bir anlamda “Doğu Akdeniz’deki durumun farkındayım, Kıbrıs sahipsiz değil ama diyaloğa da kapıyı kapatmıyorum” mesajını veriyor.
Avrupa Birliği’nin yaptırım uygulama kararının ardından Oruç Reis Sismik Araştırma Gemisi Akdeniz’e açıldı. Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu, AB yaptırımlarıyla ilgili “Eğer Türkiye’ye yönelik böyle kararlar alırsanız, faaliyetlerimizi artıracağız, 4’üncü gemiyi de en kısa zamanda göndereceğiz” dedi. Bunu nasıl yorumluyorsunuz?
Türkiye’nin adımları gecikmeli ve birçok soruya cevap vermekten uzak. Örneğin şu soruları sormakta yarar var: Türkiye’nin gemileri doğalgaz bulursa sonraki adımı ne olacak? O gaz çıkarılacak mı? Çıkarılırsa nerede kullanılacak? Esas hedef Avrupa piyasası değil mi? İhtilaflı bir durumda Avrupa piyasası o gazı kabul eder mi? Bunun gibi bir sürü soru cevapsız kalmaya devam ettikçe, Türkiye’nin elindeki tek seçenek karşı tarafa her türlü araç ile baskı uygulamaktan öteye geçemeyecektir.
Kriz derinleşirken Türk ve Rum liderler 9 Ağustos’ta görüşme kararı aldı. Bu görüşmede bir şey çıkar mı?
Bir noktanın altını çizelim. Ortak değerimiz Osmanlı İmparatorluğu topraklarının üzerinde yükselen ulus-devlet paradigması (benim açımdan çıkmazı) bazı fay hatları üzerine inşa edilmiştir. Türkiye açısından, genel bağlamda etnik nitelikli iki temel fay hattı Kürt Meselesi ve Kıbrıs Sorunu (Türk-Yunan ilişkileri çıkmazının bir açılımı olarak). Hepimizin “ortak çatısı” Türkiye’nin gelişimi, temel sorunlarının çözümü bu iki fay hatlarının sonuç alıcı bir şekilde kontrol altında tutulması, mümkünse bu iki temel sorunun çözümüne bağlıdır. Kıbrıs Sorunun bir şekilde halli Türkiye’nin konumunu bölge genelinde rahatlatacaktır. 9 Ağustos’taki liderler zirvesi ve özellikle hemen sonrasında toplanması beklenen resmi olmayan beşli zirve bu hedefin gerçeğe dönüşmesi açısından hayati öneme sahip. Üç garantör ülke ve iki toplum Crans Montana hezimetinden iki sene sonra çıkış yolu arayacak.
Türkiye, sondaj faaliyetlerine devam ettiği takdirde ne gibi sorunlarla karşılaşacak. Türkiye’nin bu faaliyetinin bundan sonra Kıbrıs’a etkisi ne olacak?
Bölgesel ve diplomatik yalnızlık, AB ile büyük sorunlar, içte milliyetçi dalganın kabarması, çözüm yanlısı seslerin ekarte edilmesi ve Kıbrıs’ın kuzeyinde Kıbrıslı Türklerin tarihi bir belirsizlik içerisinde kalması ihtimal dahilindedir. Kıbrıs özelinde böylesi bir seçenek askeri harcamaların tavana vurması, iki taraf arasındaki güvensizliğin kalıcılaşması ve özellikle toplumsal ve siyasi bir kriz içerisine giren Kıbrıslı Türklerin büyük bir buhranla karşı karşıya kalmasıyla sonuçlanabilir. Türkiye’nin bölgesel izolasyonu kendi içerisinde hali hazırda belirsizliklerle, sınıfsal ve toplumsal gerilimlerle boğuşan Kıbrıs Türk toplumunun tarihi yalnızlığını da derinleştirebilir. Emin olabiliriz ki, böylesi bir durumda bu yalnızlık birilerinin öne sürdüğü üzere ne “değerli” ne de sürdürülebilir olmayacaktır.