(Yazıya başlamadan önce 21.01.2025 günü tutuklanan gazeteci arkadaşlarımız REYHAN HACIOĞLU, AHMET GÜNEŞ, NECLA DEMİR, WELAT EKİN, RAHİME KARVAR, VEDAT ÖRÜÇ arkadaşları saygıyla selamlıyorum. Direnişleri direnişlerimizdir.)
Kilisenin en güçlü olduğu dönemde başlayan Rönesans (yeniden doğuş) devrimini günümüz verili dünyasıyla kıyaslamak elbette zor bir sıçrama olur. Aklın tek temsilcisi olduğu iddiasında olan ve emrinde orduları olan kiliseye karşı savaşmak ve kazanmak zor ve meşakkatli bir yürüyüştür. Günümüze kadar gelen ve Rönesans ile özdeşleşen Bruno’nun yakılma sebebi, Rönesans’ın nasıl bir zihniyete karşı kazanıldığı anlamında önemli bir ayrımdır. Bir insanın suçlu olup olmadığını eline tutulan kızgın taşın elini yakıp yakmamasıyla anlamaya çalışan bir zihniyeti devirmek, onun elinden aklın hüviyetini alıp topluma iade etmek, kolay başarılmış bir devrim değildir.
Büyük bir akıl tutulmasına karşı başlayan Rönesans, uyguladığı yöntemler gereği sonraki dönemlerde farklı akımlar da doğurmuştur. Rönesans; her şeye sıfırdan başlamak gibi, tüm değerleri yeniden anlamlandırmaya çalışmak, toplumu ya tarihten kopuk ele almak ya da en fazla Yunanlara kadar uzanmak gibi kökten ayıran yöntemlerle birlikte, kilisenin akıldan yoksun ahlakını aşarak yeni bir ahlak arayışına sıfırdan başlamak ve bunu pozitif hukuk yöntemleri ile belirlemeye çalışmak gibi büyük hatalara da ön ayak olmuştur. Bugün artık birçok düşünce akımı, dinsel topluluklar, sosyoloji otoriteleri ve çağımızın filozofları sayılabilecek kişiler tarafından, pozitif bilimin kendisini tek otorite olarak kabul ettirmeye çalışmasını, kaygılı bir ifade ile dile getirmeye çalışmaktadırlar. Pozitif bilimin tamamen iktidar ve devlet tekellerinde üretim yapması ve bunun en geniş ayağının savunma sanayisini oluşturması, insanlık karşısında ciddi bir tehdit olarak yükselmeye devam ediyor. İnsanlar dahil tüm canlıları ve doğayı kobay gibi gören pozitif bilimin bilim insanları, toplumsal kaygıları olan her kesim tarafından tehlike olarak algılanmaktadır. Felsefeden tamamen kopartılmış ve “bilimin kendi ahlakı var” bahanesiyle her türden iktidarın yanında diz çöken pozitif bilimin bugünkü hali ürkütse de ilk çıkış hali bir akılsızlığa karşı savaşmak ile olmuştur. Yani dönemin akıl otoritesi olan kilisenin akıl almaz yaklaşımlarına karşı direnerek kendisini kabul ettirmiştir. Her ne kadar sonradan farklı kulvarlarda çalışmaya başlamış ise de ilk çıkış sebebi haklı ve devrimsel bir çıkıştır.
Yazının başında belirttiğim gibi Rönesans’ın devrimsel çıkışını günümüz verili dünyasıyla kıyaslamak elbette zordur. Onların ilk taşlarını döşediği sanatın, edebiyatın, felsefi yöntemlerin, bilimin ekmeğini hala yiyoruz. Ve yeni köklü dönüşümler yaşamadığımız sürece yemeye de devam edeceğiz. Ancak bugün geldiğimiz çağda yeni bir Rönesans ile karşı karşıyız.
Hemen herkes tarafından kabul edilen Rönesans’ın başlama sebebinin akıl yoksunluğu gerçeği, bugün tam da olduğumuz durumu yansıtmaktadır. Bu sadece tüm dünya için geçerli olsa da Ortadoğu için aciliyet arz etmektedir. Tabi bizim mücadele ettiğimiz kurumlar ortaçağın kilisesi kadar geri değil ama dönem kıyaslaması yaparsak onlardan çok ilerde de sayılmayız. Örneğin bugün Suriye de yaşananlar bir akıl yoksunluğunun tekrarıdır. Altmış yıldır iktidarı elinde tutan Baas rejimi küçük bir kesime iltimas tanıdığı için, yeni yönetim de aynı yöntemi uygulamaktadır. Esad Alevilik adı altında iktidarını koruduğu için bugünkü Sünniler Alevileri hedef almış durumda. Yani yüz yıl sonra tarihin mağduru olan Aleviler iktidarı ellerine geçirirlerse aynı uygulamaya Sünni’yi maruz bırakması normal sayılacaktır. Bir tür mezhepler arasında bitmeyen kan davası gibi devam edecektir. Aslında çok basit demokratik yöntemlerle uygulanabilecek olan, her kesimin kendisini, kendi kültürü ve kimliği ile ifade etmek gibi en akilane bir yöntem akıllarına gelmez bu ortaçağ zihniyetinin. Ortaçağ Katolik kilisesinin Protestan avından yorulup farklı bir kimliği kabul edene kadar süren akıl yoksunu savaşlar, bugün bizim Ortadoğu’daki akıl yoksullarında yaşanmaktadır. Yani bir akıl tutulması var ve bize yeniden doğuş gereklidir.
Diğer bir örnek bugün Türkiye’de yaşanan siyasal gelişmelerdir. Nerden başlayacağına şaşırıyor insan. En taze örneklerden olan kayyım atamalarının hiçbir hukuki gerekçesi yok. Tabi mahkemeler falan var. Yani ortaçağdaki gibi kızgın ateşle avucun yanıp yanmamasını suç veya masumiyet ölçüsü yapmıyorlar. Mahkeme salonları, savcılar, hakimler var. Hatta avukatların bile ( mahkemede onu da tutuklayabiliyorlar bazen) oluyor. Savcıların, hakimlerin elinde kocaman kalın kitaplarda oluyor. Hatta ceza vermek istedikleri zaman o kitaba da bakarlar. Ama nedense sonuçlar hep aynı oluyor. Devleti ve milleti soyanlar, sosyal medya fenomenleri, Cengizler, Süleymanlar, ağarlar, mafyalar, dışarda, gazeteciler, siyasetçiler, pankart açanlar, doktorlar zindanlarda. Bu arada doktor demişken aile hekimleri için çıkarılan kararları okumanızı tavsiye ederim. Aile hekimi, kendisini ziyarete gelmeyen her hastanın bedelini maaşı ile vermek zorunda bırakılmış. Yani vatandaş hasta olmazsa bunun hesabını aile hekimine soran bir uygulama yürürlüğe girmiş durumda. Şuan yaşadığımız geçiş dönemine akıl tutulmasının son basamağı diyebilmeyi isterdim. Ülkenin okyanusa açılmadan önce ki son dar boğazdan geçişini izlerken ve buna katkı sunmaya çalışmaya çalışan biz demokratları delirtmeden başarabilirlerse yeni bir Rönesans kapısı aralanıyor diyebileceğiz. Mevcut iktidarın akıl yoluyla devam edebilmesi bir seçenek olarak duruyor, ancak akıl başa alınmazsa erken seçime gitmek, dağılan aklımızı yeniden toplamamıza yardımcı olacaktır. İktidar her iki yola da yaklaşmak istemezse Ortaçağa dönüş yapıyoruz demektir. Ve Rönesans demek Bruno demektir.