Dış politika-iç politika ilişkisi, birbirine bağlı ve birbirini etkileyen faktörlere göre oluşmakla birlikte, iç politika dış politikayı belirlemektedir. Özellikle iç ekonomik, sosyal ve siyasal sorunlara karşı iktidarlar, dikkatlerini başka yöne çevirmek için dış ihtilafları ve gerginlikleri tahrik ederek dış politik sorunlar yaratmaktadır. Bu süreçlerde milli güvenlik, devletin ve hükümetin bekası gibi faktörler öne çıkarılarak demokratik muhalefet susturulmaya ve iktidarın etrafında “milli birlik mutabakatı” sağlamaya çalışmaktadır.
İktidarların iç ve dış politikalarının oluşmasında rejimin yapısı ve hükümet şekli belirleyicidir. Bu bakımdan yapısal-kurumsal sınırlamalardan dolayı demokratik yönetimlerin genel kural olarak barışçıl politikalar güttükleri varsayılmaktadır. Otoriter rejimlerde ise totaliter liderler kararları kendi başlarına almakta ve uygulamaktadır. Demokratik rejimlerde parlamentolar daha çok iç politikaya odaklanırken, dış politika hükümetler tarafından yürütülmektedir. Otoriter yönetimlerde ise parlamento liderin kararlarını onaylayan sözde tasdik makamı gibi hareket etmektedir.
Totaliter parti liderleri dış politikanın kitleler üzerindeki etkisini artırmak için tüm ulusa ses vererek kendisini partisinden ayrıştırırken, partide, hükümette ve devlette tek kişiye dayalı bir lider sultası oluşmaktadır. Totaliter lider iç ve dış politikalarını kamuoyuna, muhalefet partilerine ve rakiplerine anlatma ihtiyacı duyduğunda sorunu kendi düşünce yapısına uygun olarak “çerçeveleme yöntemi” uygulamaktadır. Bir sorunun, ulusal, sınıfsal, cinsel, etnik, kültürel ve inançsal düzeyde ideolojik ve siyasal olarak sunulması demek olan “çerçeveleme”, kamuoyunun bir durumu görmesine ve analiz etmesine yardımcı olan “kontak lensi” sunmaktır. Böylece otoriter liderler, “halka uygun gözlükleri dağıtan gözlükçü” gibi hareket ederek kitleleri kendi etki alanı içinde tutabilmektedir.
İç politikanın dış politikayı belirlemesi ve dış politikanın iç siyasal harekâtların dışa vurumu olarak ele alınabilecek bir durum yaratması bakımından, ABD Başkanı Trump ile Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın 3.Suriye harekâtında gösterdikleri tutumları iyi bir örnektir. Başkan Trump, Temsilciler Meclisi’nde kendisine yönelik azil sürecine karşı iç politikada gündem değiştirmek için Suriye’den çekilme kararının zamanlaması Erdoğan’la bir anlaşma yaptığını gösteriyor. Rusya’nın desteğini de alarak harekete geçen Erdoğan, Cerablus ve Efrin harekâtlarında olduğu gibi bu kez de Rojava harekâtıyla iç politikada son derece etkili olan yeni bir Türkçü-İslamcı rüzgâr estirme imkanına kavuşmuştur. Böylelikle muhalefeti kendi kulvarında yürümeye zorlayarak ve ittifaklarını güçlendirerek iktidarını tahkim ettikten sonra, 2023’ü beklemeden baskın bir erken seçime gidecektir.
Bu sürecin farkında olan muhalefet partileri, Erdoğan’ın planını onaylarcasına eskisinden daha bir şevkle destek veriyor. Erken seçim korkusu onlarında yüreklerini hoplatmış olmalı ki, harekâta destek konusunda birbirleriyle yarışıyor. Türkiye’nin temel sorunlara Erdoğan’ın kontak lensiyle bakan CHP, daha önceki dönemlerde olduğu gibi bu kez de BBP, VP, İP, SP birlikte AKP-MHP’nin savaş cephesi içinde yer alıyor. Balkanlardan Ortadoğu’ya kadar Osmanlı’nın etnik, kültürel ve inançsal ayak izlerini takip etmeye çalışan AKP-MHP Türk-İslam İttifakı, HDP ile sol ve sosyalist kesimler dışındaki bütün siyasi partiler tarafından destekleniyor. Zaten sorun Kürtler olunca, müesses nizam partileri en geniş milli mutabakat cepheleri kurmaktan geri kalmıyor.
Her savaşın, ulusal, sınıfsal, cinsel, etnik, kültürel, inançsal ve etik sorunlar yarattığı veya bir savaşın bu sorunlardan beslendiği düşünüldüğünde, AKP’nin siyaset tarzından kaynaklı toplumsal ilişkiler biçimi ve toplumu dönüştürme yöntemleri Türkiye’nin yeni bir dönemini işaret ediyor. Akşam, Rusya ile yatıp sabah ABD ile kalkan Türkiye, Suriye’nin ve bölgenin geleceğini belirleyen iki emperyalist güç arasında bir yandan taşeron görevleri üstlenirken bir yandan da kendi emperyal çıkarları peşinde koşuyor. BM Güvenlik Konseyi’nde Türkiye’yi kınama karar tasarısını ABD ile Rusya’nın veto etmesi, bu ilişkinin boyutunu gösteriyor.