Gün geçtikçe, metal yorgunluğu arttıkça, konular kaldıramayacağı kadar ciddi noktalara evrildikçe, herkes anlıyor ki AKP’nin pili bitmekte, iktidarının sonu gelmekte.
Biz iktisatta “ölçek ekonomileri” diye bir kavrama sahibiz. “Ölçek ekonomileri” kavramı, firmaların uzun dönemde yeni kararlar alıp kapasitelerini genişlettikçe maliyetlerini düşürebildikleri ve böylelikle de rekabetçi güçlerini arttırabildikleriyle ilgili bir kavram. Yani, firmalar büyüdükçe maliyetleri azalıyor ve rekabetçi güçleri artıyor. Ama bunun bir sınırı var tabii ki! Bu imkan sonsuza kadar kullanabilecek bir imkan değil.
Çünkü, firmaların yönetimleri, firmalarının kapasitelerini genişlettikçe yönetme güçlerinde de kayıplar yaşamaya başlıyorlar. Öyle ki eğer yönetim, yönetme becerilerini aşan bir kapasite düzeyine gelirse orada maliyetlerin düşme özelliği yok oluyor ve maliyetler bu kez artmaya başlıyor. Öyle ki firmalar eninde sonunda ya piyasadan ayrılmak zorunda kalıyorlar ya da bölünerek daha yönetilebilir kapasitelere dönüşüyorlar.
Ne tuhaf değil mi? Yukarıda yazdıklarım sanki firmaların başlarına gelebilecek olanla siyasi partilerin başlarına gelebilecek olan aynı kader çizgisinde buluşabilir gibi. Kim bilir bu iki benzer sürecin arkasında yatan nedenler de benzerdir belki de!
Kısacası AKP büyüdükçe kendi doğal sınırlarına ulaştıkça gerek bir organizasyon olarak sorunları (ve bu sorunların maliyetleri) artmakta ve gerekse de ülkede yarattığı sorunların çeşitliliği ve dolayısıyla da ülkeye olan maliyetleri artmakta. Dolayısıyla işin sonuna yaklaşmış gibiyiz. AKP, ya tarih sahnesinden ve ülke siyasetinden düşüp gidecek ya da çeşitli parçalara bölünerek varlığını bir çeşit sürdürecek. (Tabii bu anlattıklarımın kader gibi anlaşılması gerekmiyor, her zaman yönetimin (firma olsun, siyasi parti olsun) uygulayabileceği manevralarla durumu değiştirmesi de mümkün).
Ama doğrusu bu sütunlarda ve başka sütunlarda çokça yazdığım gibi AKP’nin Türkiye’yi yönetmesi onların kapasitelerini aşan bir durum. Başlangıçta belki, daha sonra FETÖ’cü diye ifade edilen kadroların daha kapasiteli oluşlarından olabilir (ya da başka nedenleri de olabilir) birtakım önemli ve olumlu adımlar atmışlardı. Ama içlerinde yaşadıkları çatışma sonrasında daha bir açığa çıktı ki var olan kadrolar ne Türkiye’nin sorunlarını tam olarak anlıyorlar ve ne de anlasalar bile ne yapmaları gerektiğini biliyorlar.
Yazımın sınırlarına geldikçe uzatmadan söylemeliyim ki AKP’ye bu yolu açanlar kendi orijinal güçlerinden daha fazla seküler kesim siyasetçileri olmuştur. Yani CHP başta olmak üzere AKP’nin çıkış ve yükseliş dönemlerine, seküler kesimin toplumu anlamayan siyasetleri ve siyasetçileri neden olmuştur. Yoksa AKP’de ülkeyi yönetecek ne bir vizyon ve ne de bir kapasite vardı. Nitekim bu konuyu yıllar sonra Kılıçdaroğlu dünkü konuşmasıyla açığa kavuşturdu ve bir özeleştiri yaptı. Partisinin Türkiye’de çok kusuru ve kabahati olduğunu belirterek, “Gerçeği konuşalım. Bir başörtüsü meselesini Türkiye Cumhuriyeti’nin en temel mesele haline getirdik. Sana ne kardeşim. Kadın ister başörtüsü takar, ister takmaz” dedi.
Evet, oldukça uzun bir aradan sonra memleket siyaseti normalleşme işaretleri veriyor. Şimdi biz de bu normalleşme sürecinde çözüm sürecini konuşabileceğimiz yeni bir başlangıç bekliyoruz.