“Zaman sana uymazsa sen zamana uy” sözünü annemden kalan bir özdeyiş olarak taşırım aklımda. İddialı bir tavsiyedir bu, zira kimileri zamana uymayı bir yozlaşma olarak da algılayabilir. Nitekim zamanın gereklerine uyum sağlamış olanlara yönelik söylenen ve içinde aşağılama barındıran bir sıfattır ‘zamane’.
‘İlerici’ ve ‘gerici’ sıfatları da bir anlamda zamana uyum sağlayanları ve zamanın dayattığı ilerlemeye direnenleri tanımlar. Toplumsal tarih bu zıtlığın çatışmaya dönüşmesinin hikâyesidir. Söz konusu çatışmada gericiliği, tutuculuğu savunanlar, nehrin akışına karşı kürek çekenlerdir. Kürekçilerin pazı gücü tükendiği anda sandalın yönünü belirleyen yine nehrin akıntısı olacaktır.
AKP iktidarı, Türkiye’nin toplumsal tarihinde, geride bırakılmış, aşılmış bütün değerlerin yüceltildiği bir dönem yarattı. Yanlışlar üzerine inşa edilmiş modern ulus devleti, daha beter yanlışları yücelterek eleştirmeyi tercih etti. Kemalist ideolojinin reddi için Abdülhamit veya Vahdettin gibi figürlerin parlatılması, zamanın gerisinde kalmış bu figürlere itibarlarını geri kazandırarak bir kez daha Kemalizm’e sığınmak gibi bir tuhaflığa yol açtı. İlk başta tuhaf sanılan bu durum esasen kendi içinde tutarlı. Sonuçta Kemalizm ideolojisinin ima ettiği modernite de 1930’larda kaldı. Nehir akmaya devam ediyor. Üçüncü binyılın ilk yirmi senesi aşılıyorken 1930’ların ideolojisinden feyz almak da yeterince gericiliktir. Mustafa Kemal halen yaşıyor olsa, en büyük savaşı şimdi kendisini putlaştırmaya adamış olan zihniyete karşı verirdi.
İstediği kadar doğrular barındırsın, tüm bu yazdıklarım laf-ı güzaf. Esas olan, geçtiğimiz hafta açıklanan Yükseköğretim Kurumları Sınavı (YKS) sonuçları. Sınav sonuçlarının söylediği ise, eğitim sisteminin (ya da sistemsizliğinin) fena halde çuvallamış olması. Buna göre birinci basamak sınavı olarak kabul edilen Temel Yeterlilik Testi’nde (TMT) sorulan 40 matematik sorusunda 5.6, 20 fen sorusunda 2.2, 20 sosyal sorusunda 6.6, 40 Türkçe sorusunda ise 14.6 doğru yanıta ulaşılmış.
Tablo, ikinci basamak sınavı olarak tanımlanan Alan Yeterlilik Sınavı’nda (AYT) da farklı değil. Yabancı bir dilde değil, kendi konuştuğu dilde söylenenleri anlamakta, anlamlandırmakta zorluk çeken, dindar ve kindar bir nesil yetiştirme çabasıyla şekillenen müfredatın doğal sonucu ile yüzleşmekteyiz. İşin bu noktasında her ne kadar öznemiz ortaöğrenim gençliği olsa da, söz konusu alıklık sadece bu kuşakla sınırlı değil. Bütün bir toplum olarak akıl tutulması denen zihinsel hastalığa yakalanmış bir halimiz var. Düzen bu hastalığı okullarda Darwin’i inkâr eden, yasaklayan abuk bir müfredatla sağlamayı hedefliyor. Öte yandan toplumun okullu olmayan kesimi ise TV ekranlarından, gazete sayfalarından caddedeki reklam panolarına değin dini, etnosantrik, megaloman bir kuşatmanın etki alanında akıl ve sağduyu yoksunluğu yaşıyor.
“Batı, yani Avrupa ve Amerika havaalanımızı, köprülerimizi, otoyollarımızı kıskanıyor” savının toplumda bulduğu karşılık, millî ahmaklığın da bir göstergesi olarak kabul edilebilir. Geçmişte Aziz Nesin’in bu yöndeki tespitleri başını derde sokmuştu. Zavallı Nesin “Yapmayın, etmeyin, bu konuyu yargıya taşımayın. Ben ceza alırsam mesele yok da, haklı bulunursam memleketin aptallığı mahkeme kararı ile de tescillenmiş olur” demişti de, ikna edememişti savcılığa şikâyet dilekçesi veren alıngan yurttaşları.
Sadece termik santrallerle, siyanürlü madencilikle değil, akla gelebilecek her türlü gerici propaganda ile zehir solunan bir ülke haline getirildik. Günümüz Türkiye’sinde insanların topluca bulunduğu her ortamda, belediye otobüsünde, vapurda, metroda, sokakta, pazarda, çarşıda, parkta, bahçede…
Her yerdeki insan toplulukları, birkaç kışkırtıcı cümle ile kolayca bir linç güruhuna dönüşebilir. Sincan özerk bölgesinde Uygurlara eziyet ediliyor diyerek Koreli turistleri döven insanlarla yan yana yaşıyoruz. Ermeni Soykırımı tasarısı kabul edildikten sonra İtalya’dan getirilen portakallara kılıç çeken, ABD’yi protesto etmek için kameraların karşısında çekiçle parçaladığı cep telefonunun parasını AKP ilçe teşkilatından isteyen insanların ülkesinde en son konuşulacak, belki de hiç konuşulamayacak meseleyi, YKS sonuçlarını kendimize dert edindiğimize göre, anamın sözünü çok da dinlememişim gibi bir duyguya kapıldım. “Zaman sana uymazsa sen zamana uy” demişti rahmetli. Zaman salaklığın yurt sathında saltanat sürdüğü, insanların da cehaletin rehavetinde mutlu mesut yaşadığı yerde sıkıntı üretmenin âlemi yok.