İstanbul darbesi halkın haklı tepkisini çekerken ve yurttaşlar meşru demokratik gösterilerle karara itiraz ederken birden ortalıkta uğursuz bir gölge dolaşmaya başladı. Bu uğursuz gölge Kontrgerilla-Ergenekon’du
Hasan B. Karabey
2025 Newroz etkinlikleri “barış süreci” için bir dönüm noktasıydı. Newroz Bayramı’nın kitleselliği ve coşkusu Kürt halkının sürece yaklaşımı hakkında bütün dünyaya mesaj verecekti. Öyle de oldu. Türkiye’nin, Kürdistan‘ın, Avrupa‘nın dört bir köşesinde, Kürtlerin yaşadığı yedi iklim ve beş kıtada tarihi kutlamalar gerçekleşti. Kürt halkı coşkuyla “Barış! Hemen! Şimdi!” diye haykırdı ve Baş Müzakereci sayın Abdullah Öcalan‘ın liderliğine bağlılığını en güçlü biçimde ifade etti. Newroz alanları milyonların “barışa evet” dediği doğrudan demokrasi şenliklerine dönüştü.
Nereden çıktı bu darbe?
Kürtler barış için tarihsel bir eşiği aşarken İstanbul‘da tuhaf bir “darbe girişimi” yaşandı. İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu yolsuzluk suçlaması ile tutuklandı.
İmamoğlu’na operasyon düzenleneceği ve İBB’ye kayyım atanmak istendiği biliniyordu. Kayyım atanabilmesi için “terör suçu” gerekiyordu ve “Kent Uzlaşması” davası da bu amaçla açılmıştı. Fakat İmamoğlu bu davadan tutuklanmadı. Böylece İBB’ye kayyım atama girişimi de akim kalmış ve darbe asıl amacına ulaşamamış oldu.
Tayyip Erdoğan tutarlı davranma konusunda pek titiz bir siyasetçi değil. Saray çevresindeki oligarşik yapılanma da yargı bürokrasisi içindeki unsurlarını siyaseti kendi çıkarları doğrultusunda dizayn etmek için kullanma konusunda son derece hevesli. Dün kendilerine karşı aynı yöntemlerin kullanılmış oluşunun bugün onlara aynı hakkı tanıdığını düşünüyorlar. Onlara kalsa İmamoğlu belki de terör suçundan tutuklanacaktı.
Kayyımı Öcalan engelledi
Öte yandan hükümetin bir ortağı Abdullah Öcalan’ı TBMM’ye davet ederken ve Öcalan silahlı mücadeleye son verme çağrısı yapmışken iki yasal partinin seçim işbirliğinin mahkumiyet gerekçesi olarak kullanılması izahı mümkün olmayan bir çelişki ortaya çıkarırdı ve daha da önemlisi sürecin selameti açısından risk doğururdu. Nitekim Ankara‘da daha sakin düşünebilenler bu çelişki ile riski gördü ve işlerin çığırından çıkmasının önünü aldı.
Dolayısıyla İBB’ye kayyım atanmasının koşulları bizzat Abdullah Öcalan tarafından ortadan kaldırılmış oldu.
CHP’nin hataları
Tarihin dönüm noktalarında hatalarımızı açık konuşmaktan çekinmemek gerekir çünkü hatalarımız geri dönüşü olmayan sonuçları olabilir. Dost, iyiliğimizi istediği için acı söyler.
Siyaseten gayet meşru bir seçim işbirliğinin kriminalize edilebilmesinde CHP’nin -muhtemelen ulusalcı seçmeni ürkütmemek için- kent uzlaşmasına yeterince açık ve güçlü bir şekilde sahip çıkmamasının da payı oldu. CHP yönetiminin tek hatası bu da değildi. Sürece “kişi odaklı” yaklaştılar ve parti içi hizip mücadelelerinin de etkisiyle onu bile layıkıyla yönetemediler.
Darbeyi engellemek için İmamoğlu’nu Cumhurbaşkanı adayı olarak ilan etmek istediler ama bunu ‘tek adaylı bir adaylık seçimi” gibi ilginç bir etkinlik aracılığıyla yapmaya karar verdiler. İktidar da bundan doğal olarak “sandıklar açılmadan” tutuklamayı gerçekleştirmesi gerektiği sonucunu çıkardı. Yani darbenin zamanlamasını bir anlamda CHP’nin kendisi belirlemiş oldu. Tek adaylı seçimin tarihin Newroz Bayramı günlerine denk getirilmesi ise ayrı bir sorundu.
CHP adayını parti yetkili organları aracılığı ile ilan edebilirdi ya da seçim için en azından İmralı Heyeti ile Cumhurbaşkanı arasında görüşmenin gerçekleşeceği, bir anlamda sürecin resmileşeceği bayram sonrasını bekleyebilirdi. Her halükarda zaman darbenin aleyhine işleyecekti. Fakat ne yazık ki süreç iyi yönetilemedi ve İmamoğlu da kendini Silivri Cezaevi’nde buldu.
Kazananı olmayan bir kavga
İktidar ve ana muhalefetin karşılıklı olarak hatalar yapması İstanbul darbesinden her ikisinin de zararla çıkmasına neden oldu.
İktidar açısından bakacak olursak, deyim yerindeyse atılan taş ürkütülen kurbağaya değmedi. Darbe ekonomiye ciddi bir zarar verdi. Merkez Bankası hala dolar satmaya devam ediyor. Saray sadık AKP seçmenini dahi ikna etmekte zorlanıyor. AKP seçmeninin yarısından fazlası dahi İmamoğlu’nun siyasi bir operasyonun mağduru olduğu kanaatine sahip. Diploma meselesi zaten boştu çünkü İmamoğlu’nun yatay geçiş yaptığı dönemde mevzuat buna izin veriyordu. Yolsuzluk davası ne kadar köpürtülmek istense de bir takım gizli tanık dedikodularından ibaret çıktı. Sonuçta İmamoğlu buradan güçlenerek çıkacaktır. İktidar ise hem enerjisini davanın altını doldurmak için çırpınarak harcayacak hem de güçlü bir boykot kampanyası ile uğraşmak zorunda kalacak.
CHP ise Saray’ın bombasını patlamadan önce etkisiz hale getirebilecek imkanlara sahipti. Barış sürecinin kayyım tehlikesini ortadan kaldırmış olması başlı başına büyük bir kazanımdı. Yani atılacak okun zehiri bizzat Öcalan tarafından sökülüp atılmıştı. Bu denli büyük bir panik havasına ve seferberliğe gerek yoktu.
Özetle, şu sıralarda hem iktidar hem de muhalefet cenahında “bu iş neden böyle oldu” sorgulamalarının yapılmakta olması kuvvetle muhtemel. Zararın neresinden dönülürse kârdır. Sağduyulu davranılırsa buradan çıkış yolu bulunabilir hatta yeni bir “normalleşme” sürecinin başlaması bile mümkün olabilir. İmamoğlu’nun tutuksuz yargılanmak üzere salıverilmesi ve görevinin başına dönmesi bu anlamsız gerilim havasını dağıtabilir ki Türkiye’nin çoğunluğunun arzusu da bu yönde.
Ergenekon puslu havayı sever
İstanbul darbesi halkın haklı tepkisini çekerken ve yurttaşlar meşru demokratik gösterilerle karara itiraz ederken birden ortalıkta uğursuz bir gölge dolaşmaya başladı. Bu uğursuz gölge Kontrgerilla-Ergenekon‘du.
Ergenekon’un stratejisi basitti: Muhalefet saflarına nifak sokarak Kürt düşmanlığı yaymak, böylece CHP tabanına hakim olan barış sürecine destek olma eğilimini zayıflatmak, iktidara karşı tepkiyi barış sürecine tepki haline dönüştürmek, AKP tabanının hassas noktalarını kaşıyarak onları da barış sürecinden soğutmak, Kürtlerin sürece karşı firesiz birlikte duruşunu bozmak ve çatlak sesler ortaya çıkmasını sağlamak… Özetle ve kısaca büyük ölçüde yapay bir şekilde ortaya çıkmış olan kaosu barışı boğma fırsatı olarak değerlendirmek.
Sahneye ilk olarak Ankara’nın “faşo” Belediye Başkanı Mansur Yavaş çıktı. Konuşması son derece bilinçliydi, hem Saraçhane meydanında toplananları hem de Newroz meydanında toplanacak olanları kışkırtmak istiyordu. Bulduğunu sandığı silah ise pamuk şekeriydi.
Fakat vicdan sahibi bir devlet görevlisinin görme engelli bir Kürt gencinden topluca satın alıp çocuklara dağıtmak istediği pamuk şekerler yumruk oldu ve Ergenekon’un boğazına oturdu. “Tuzak kuranların en büyüğü” barış isteyenlerin yanındaydı.
Ertesi gün Newroz alanında Kürt gençliğinin gösterdiği tepki bir yönüyle “barış istiyorsanız Ergenekoncuların sesini kesin” mesajıydı. Yerine de ulaştı. Gençlik de önderliğin güvenilir gücü olduğunu bir kez daha ispatladı.
Ergenekon Saraçhane’ye sızarak ve öğrencilerin arasına provokatörler sokarak kışkırtma çabalarını sürdürmek istese de attığı ilk adımda yere kapaklandığı için bir daha dikiş tutturamadı. Özgür Özel provokatörleri “Saray’ın ve MİT’in ajanları” olarak tanımladı ancak onlar daha doğru bir şekilde kontrgerillanın ve Ergenekon’un ajanlarıydı. Babadan kontrgerillacı Ümit Özdağ‘ın bir Ergenekon projesi olan ZP’si barışa karşı tertibin örgütlü aparatıydı.
Demir tavında dövülür
19 Mart darbesini izleyen savaştan ve kandan beslenenlerin tetikte beklediğini ve süreci baltalamak için fırsat aradığını gösterdi. Daha da önemlisi iktidarın ayak sürümesinin doğurabileceği risklerin ipucunu verdi.
Asırlık Kürt meselesini adil ve kalıcı bir çözüme kavuşturma isteği taşıyanlar ve 40 yıllık çatışma döneminin kapanmasını isteyenler sürece hak ettiği ciddiyetle yaklaşmak zorundadır. Örneğin silah bırakma kararı verilmiş ve Newroz meydanlarında milyonlar tarafından coşkuyla onaylanmış iken neden hala askeri operasyonlar sürüyor? Abdullah Öcalan’ın fesih kongresine liderlik etmesi neden hala tecrit siyasetiyle engelleniyor? Yoksa karar mekanizmalarında da mı “derin odaklar” etkili? Bu sorunların cevaplarını istemek hakkımızdır.
Ancak bu sefer bozguncular bozguna uğrayacak. Görkemli Newroz meydanlarına bakanlar bunu rahatça görebiliyor. Bu kez inisiyatif barış güçlerinde, kervan yoluna devam edecek. Sayın Öcalan’ın ilk mesajıyla birlikte puslu hava bütünüyle dağılacak.
Bu vesile ile mübarek Ramazan Bayramınızı tebrik ediyorum. Cejna Remezanê li alema Îslamê pîroz be. Vê carê aştî wê bi ser bikeve! Vê carê Kurd wê bi ser bikevin.
*Sosyalist Alternatif dergisi editörü