Topluma olup biteni bütün açıklığı ile anlatmadan, süreci şeffaf yürütmeden söylenen ‘her şey yolunda gidiyor’ sözlerinin herhangi bir kıymeti yoktur. Asırlık ön yargıları içinde barındıran Kürt sorununun çözümü de ancak ve ancak tüm toplumsal kesimlerin fikir ve önerileriyle katıldığı bir tartışmayı gerektiriyor
Ali Sinemilli
Yaklaşık elli yıllık fiili çatışma yanı olan, en az yüz yıllık Kürt sorununu konuşuyor bütün ülke. Haliyle hep negatif yanlar öne çıkıyor, söz alan herkes geçmiş deneyimlerden hareketle hep olmazdan başlayarak cümle kuruyor. Bunu bir taraf yapıyor, diğerleri farklı davranıyor da diyemeyiz. Hemen herkes kendi durduğu yerden bağımsız olarak, karşıdakini sınamaya, ölçmeye kalkıyor ya da böyle bir görüntü veriyor. Kuşkusuz, bu konuda en fazla şaibe altında olan, güven vermeyen taraf devlet ve onu temsilen iktidarda bulunanlar oluyor. ‘Osmanlı’da oyun çok’ diskuruyla yetişmiş halklar olup biten tartışmaları izliyor ve ‘bakalım bu defa ne yapacaklar, toplumu nasıl kandıracaklar’ biçiminde yorumlara gidiyor. Ki, yüz yıllık geçmiş bu yorumlara kulak vermenin önemine işaret ediyor.
Peki, sadece tarihsel örnekler mi böyle bir algıya yol açıyor? Hiç kuşku yok ki, hayır. Esasen iktidarın, özel olarak AKP’nin yapıp ettikleri bu algıyı besliyor ve daha da derinleştiriyor. Dikkat edelim! AKP sözcülerine göre, süreç tam da ‘planlandığı biçimde’ devam ediyor, herhangi bir aksama söz konusu değil. Onların dediğine bakılırsa, her şey yolunda.
AKP- iktidar çevrelerinin son günlerde kullandıkları temel söylem bu biçimde.
Gelgelelim! Mevcut gerçekliğe. Somut durum pek de öyle görünmüyor. Dışardan bakıldığında bambaşka bir fotoğraf yansıyor. Mesela! Kürt tarafının attığı stratejik adımlara rağmen hala devlet- iktidar cephesinden atılan hiçbir somut adım söz konusu değil. Kürt halkının temel talebi olan ‘Umut hakkı’ konusunda hiçbir adım atılmadığı gibi gündemden düşürmek için canhıraş bir çaba söz konusu.
Hala askeri ‘operasyonlar’ devam ediyor. Gerilla kaynaklarının son bir haftada verdiği bilgilere göre, bu saldırılarda, en az üç gerillanın hayatını kaybettiği belirtiliyor. Bu gerillalar PKK’nin 1 Mart’ta ilan ettiği ateşkesin ardından yaşamını yitiriyor. Yani savaş cephesinde durulan, sakinleşen bir durum yok. Savaş tüm şiddetiyle devam ediyor.
Diğer yandan, toplumun temel beklentilerinden olan zindanlardaki siyasi tutsakların özgürlüklerine kavuşması konusunda, herhangi bir somut adım atılmış değil. AKP tarafından parlatılan 10. Yargı paketinden bir şey çıkmadığı gibi daha da geriye gidişi andıran emareler mevcut.
Dolayısıyla, şunu söylemek mümkün: AKP’lilerin, iktidardakilerin dedikleri gibi bir durum söz konusu değil. Mevcut durumda, somut olan Kürt tarafının attığı adımlar oluyor. Devlet cephesinden atılan somut bir adım yok. Yani süreç tek ayaklı bir biçimde yürüyor. Denilebilir ki, arka cephede ne yaşanıyor, ne oluyor bilgi sahibi değiliz. Bu nedenle erken yorumlara gitmek sağlıklı değil. Kuşkusuz, böylesi ağır bir sorunu tüm boyutlarıyla kamuoyu önünde konuşmak, tartışmak mümkün olmayabilir. Fakat kamuoyuna yansımayan, aleniyet kazanmayan her şeyin de yarın öbür gün inkar edilebileceğini, yok sayılabileceğini de hesap etmek gerekir. Buna benzer örnekler geçmişte çoktur.
Zira yöntem konusu önemli oluyor. Görülüyor ki, sorunun çözümü ile ilgili tartışmaların aleni olarak yapılmaması, doğal olarak kaygılara, kuşkulara neden olmakta, söylenen sözlere olan güveni ortadan kaldırmaktadır. Tartışmalar, göz önünde, açıktan yapılmadığında, daha da ötesi perde arkasında gizli-saklı bir şeylerin konuşulduğu, karara bağlandığı izlenimi doğduğunda sürece verilen destek azalmakta, bekleyip neticeyi görme tutumu öne çıkmaktadır.
Nitekim, bugün de gerek Kürt halkının gerekse de Türkiye’deki temel muhalefet dinamiklerinin pozisyonu bu minvaldedir. Elbette, buna yol açan AKP’dir, iktidarın kendisidir. AKP-İktidar bilerek bu süreci gizli saklı götürmek istemekte, toplumu, toplumsal kesimleri bu tartışmalardan uzak tutan bir yaklaşım sergilemektedir. Mesela! CHP’ye yaklaşım bu çerçevededir. CHP gibi ülkenin en fazla oy alan partisini bu sürecin parçası haline getirmektense tersi bir yol izleniyor. Yine parlamento dışı toplumsal kesimleri sürece dahil etme yaklaşımı gelişmiyor. Halbuki, 2013-15 sürecinde bile bu yol denendi ve önemli bir sonuç yarattı.
Özcesi, eğer sürece dönük desteğin artması, toplumsal zeminin olgunlaşması isteniyorsa, bunun yolu her anlamıyla aleniyetten geçiyor. Topluma olup biteni bütün açıklığı ile anlatmadan, süreci şeffaf yürütmeden söylenen ‘her şey yolunda gidiyor’ sözlerinin herhangi bir kıymeti yoktur. Asırlık ön yargıları içinde barındıran Kürt sorununun çözümü de ancak ve ancak tüm toplumsal kesimlerin fikir ve önerileriyle katıldığı bir tartışmayı gerektiriyor. Ve bu yapılabildiği oranda sürecin ilerlediğinden bahsetmek mümkündür. Aksi güven vermediği gibi, en fazla da buna yol açanlara zarar veriyor-verecektir.