Aram Yayınevi’nden ikisi tarih, üçü politika, anı ve biyografi olmak üzere 5 yeni kitap çıktı
Aram Yayınevi, Nesrip Parvaz’ın “Abbasi Lalesinin Altında/Evin Zindanları” adlı anı, Sinan Şahin’in “İlk Işık Kurucu Ateş/Haki Karer” adlı biyografi, A. Fuat Hengirvalı’nın “Kürt Mahşeri” adlı politika ve “Tarih Oluşmanın Zamanıdır” tarih kitaplarını yayımlandı. Yayımlanan kitaplar arasında bir dönem İmralı Cezaevi’nde tutulan Nasrullah Kuran’ın “Demokratik Prens” adlı tarih kitabı da yer alıyor.
Abbasi Lalesinin Altında/Evin Zindanları
Mahmut Yamalak’ın çevirisiyle çıkan Nesrin Parvaz’ın 552 sayfalık “Abbasi Lalesinin Altında/Evin Zindanları” anı kitabı, dikkat çeken kitaplar arasında yer alıyor. Nesrin Parvaz, sık sık işkenceleriyle gündeme gelen olan Evin Cezaevi olmak üzere diğer cezaevlerinde kadın politik tutsakların yaşadıklarını, kendi deneyim ve anıları üzerinden okuyucuya sunuyor. Nesrin Parvaz’ın anılarından oluşan kitabın arka kapağında şu ifadeler yer alıyor: “Evin… Qızıl Hisar… Qebristan… Gevherdeşt… Dört kelime… bir yana yazın, çünkü bu kelimeleri ömrünüzün sonuna kadar unutamayacaksınız. İran’da kadın olmanın gerçekte ne anlama geldiğini bu kitabın, ancak son sayfasını da çevirdiğinizde anlayacaksınız. O da nefesiniz yeterse. Dört isim, dört zindan. İran vahşet rejiminin kara harfli karanlık kitabeleri, bu dört kelime. Halka açık idamları, gizli infazlarıyla biliriz mollalar cehennemini. Zaten ötesini duymaya, görmeye kimin yüreği yeterdi ki? Ama o dehlizlerde duvarlara çarpıp yok olan seslere ses, kanla boğdurulan çığlıklara yaşayan bir dil, kalıntılarından insana ulaşmayı ve onu sımsıkı sarmayı başaran bir kitap.
‘Korkunç bir cehennem’
Kadınlar için yarım asrı bulan korkunç bir cehennem. Nasrin Parvaz, sekiz yıl boyunca her birinin kapısı ayrı bir cehenneme açılan bu zindanlarda, yalnızca bedeninin değil, ruhunun da parçalandığı o yılları anlatıyor. Ama yalnızca anlatmıyor; tanıklık ediyor, belgeye dönüştürüyor, direnişi edebiyata, acı ve hüznü hafızaya çeviriyor. Bu hikâye, İran Molla rejiminin kadınlara dönük korkunç kıyım politikasını, sistematik tecavüzleri, toplu idamları, inkâr edilen ölümleri bu cehennemin en ağır yıllarını bu zindanlarda geçiren bir kadının gözünden görmemizi sağlıyor.
Evin, Qızıl Hisar, Qebristan ve Gevherdeştlerin karanlığında, işkence altında acı çeken, sakatlanan, toplu mezarlara gömülen, yan yana ölümüne direnen binlerce kadının hikayesidir ‘Abbasi Lalesinin Altında’. Ölüme, birbirlerine gülümseyerek giden muhteşem kadınların sesidir. Sekiz yıl boyunca kadınlığından, kişiliğinden, düşüncelerinden ödün vermeden, tarihin gördüğü en vahşi rejimlerden birine boyun eğmeden onuruyla sağ çıkmayı başaran devrimci bir kadının kaleminden…”
İlk Işık Kurucu Ateş/Haki Karer
Sinan Şahin’in 272 sayfadan oluşan PKK’nin öncü kadrolarından Haki Karer’in biyografinin anlattığı kitabın arka kapağında ise şunlar yer alıyor: “Bir adam düşünün; kendi halkından önce başka bir halkın acısını kuşanmış, kendi devrimini başka bir halkın özgürlüğünde aramış. Bir adam düşünün; sınırlara, uluslara, etnik aidiyetlere değil, inanca, davaya ve yoldaşlığa bağlanmış. Haki Karer, güzel yüzlü bir genç, bir büyük devrimci, daha ötesi tarihsel bir eşiğin, inceliklerle örülü bir vicdanın ve enternasyonal bir direniş ruhunun simgesi.
‘İlk Işık, Kurucu Ateş, Haki Karer’in kişiliğinde somutlaşan devrimci ahlakın, kararlılığın ve ideolojik berraklığın izini sürüyor. Onun mücadelesi, Özgürlük Hareketi’nin, Kürdistan’a yönelen ilk bilinçli yürüyüşün ilk adımları. En zor koşullarda, en olanaksız zamanlarda atılan bu adım; anlamlı bir tercihi, insanlık onuruna duyulan yüksek bağlılığı temsil eder. Yoldaşlarının belleğinde bir öncü, bir ‘gizli ruh’ olan Haki Karer, bugünün okuyucusu için bir yaşam felsefesi, bir duruş, bir hatırlama vesilesi, bir dünyaya bakış biçimidir. Onun anısında saklı olan, bir halkın uyanışı, bir hareketin kök salışı, bir ideolojinin cesaretle ete kemiğe bürünüşüdür. Onu tanıyanların anlatımlarıyla bu kitap, Haki Karer’in portresini bir biyografiden öte, kolektif bir hafıza çalışması olarak yeniden kuruyor. Haki Karer, bir isimden çok daha fazlası. Çünkü bir halkın hafızası, bir hareketin vicdanı, bir çağın kırılma noktası… O yüzden Haki Karer’in öyküsünde yol almak, hayatının baharında bir gencin, adanmış bir hayatın, bir fikrin, bir halkın, bir isyanın ve ölüme meydan okuyan bir sevdanın izini sürmektir: İnsanlık, yoldaşlık, inanç ve özgürlük adına…”
Kürt Mahşeri
A.Fuat Hengirvanlı’nın 392 sayfadan oluşan politika kitabı ise Kürt halkının yaşadığı Mezopotamya’da başta Kürtler olmak üzere diğer halklara yönelik kırımları “mahşer” olarak tanımlıyor. Kitabın arka kapağında ise şu not yer alıyor: “Kürt halkı, bir zamanlar iki nehir arasında uzayıp giden cennet topraklarının ilk bekçisiydi. Sonra bir sessizlik çöktü o toprakların üstüne. İsimler silindi, diller kesildi, yürekler söküldü, zihinler karartıldı. Mezopotamya’nın kalbinde, o kalple birlikte kalbi atan bir halk, kendi yurdunda kendine yabancılaştırıldı.
Belirli bir tarihi arka plan içerisinde mitolojiden felsefeye, belirli dönemlere damgasını vurmuş gerçek kişiliklerden ve olaylardan edebi figürlere, kitabelerin arkaik belleğinden devrimci hafızanın keskin bilincine uzanan Kürt Mahşeri ile A. Fuat Hengirvanlı bu yabancılaşmanın ve kendini yeniden bulmanın izlerini sürüyor. Kitap, hem bir yakın tarih muhasebesi hem de kökleri Mezopotamya’nın bereketli topraklarına, acıları ise yitik Aden Bahçesi’nin kalbine giden bir tarihsel diriliş öyküsünü sağlam bir kompozisyon içinde ele alıyor…
Kitabın dili, kadim kutsal metinlerin sesi. Tevrat’tan Prokrustes’e, Sodom’dan Deli Dumrul’a uzanan edebi göndermelerle, Kürt halkının uğradığı inkârın, unutmanın, çarpıtmanın ve yok sayılmanın nasıl bir insanlık krizi doğurduğunu örnekleriyle açıklıyor. Burada geçen ‘mahşer’ hem fiziksel yıkımın, hem dilin, hem hafızanın, hem kimliğin, hem de insanlık yitiminin bileşik anlamı oluyor. Bir başka açıdan da bu yıkım içinde belleğin yeniden inşası ve karanlığa karşı muazzam bir direnişin capcanlı tanıklığı ve en geniş kavrayışının adı… ‘Hatırlamak acıdır. Geçmişle yüzleşmek, kişiyi bir bakıma tüm sırt çevirdiklerine dönmeye çağırır, onlarla yeniden ve insanca bir bağ kurmayı emreder. Hatırlamak, var olmaktır’ der Hengirvanlı. Kendisi gibi eseri de hem yükünü taşıdı bu acı dolu hatıranın, hem de bütün özgürlüğünü…”
Tarih Oluşmanın Zamanıdır
Yine A. Fuat Hengirvanlı’nın “Tarih Oluşmanın Zamanıdır” adlı tarih kitabı da yeni çıkan kitaplar arasında. 464 sayfadan oluşan kitabın arka kapağında şu ifadeler yer alıyor: “Bir kaydın tekrarı, stabil anlatım formunun ve alışageldik didaktik bir tarihi okumanın ötesinde. Bu kitapta, bize sadece Özgürlük Hareketi’nin tarihini anlatmıyor A. Fuat Hengirvanlı; hakikatin, iradenin ve anlamın kendini zamanla yoğurması, onu düşünceyle, bilinçle, mücadeleyle oluşturmanın ne demek olduğunu da gösteriyor.
Özgürlük Hareketi’nin tarihi, yazarın ifadesiyle, ‘bir Önderlik tarihidir.’ Bu tarih, ideolojik berraklıkla, ahlaki derinlikle ve insanın kendini aşma iradesiyle yazılmıştır. Hengirvanlı da hem tanığı hem de bu tarihin kurucu öznesi olarak tüm bedeni ve ruhuyla, yürüdüğü bu yolun ve bu zamanın anlam derinliği içinden sesleniyor. Konular arasındaki akışkanlık, anlatımdaki şaşırtıcı canlılık oradan gelme. Bu yüzden eylem vurgulu düşünsel ve felsefi derinliğin dönüştürücü gücü, metin boyunca okurun ilgisini her aşamada diri tutmayı başarıyor.
Hengirvanlı’da tarih, kronolojinin çizgisel açıklığına değil, hakikatin katmanlarına yaslanır. Öncülük kavrayışını bir felsefi bilinç olarak temellendirir; sadece bir politik örgütlenmenin değil, onu, insanlığın anlam arayışının merkezine koyan, lime lime edilmiş bir toplum ve ülkeyi ayağa kaldıran, kökleri tarihin derinliklerinde olan güçlü bir manivela olarak adlandırır. Metinde, ‘Kurucu’ düşüncenin teorik omurgası, mücadele içinde yoğrulmuş bir devrimcinin diliyle örülmüştür. Hafızayla direnen, fikirle var olan, aşkla yaşayan bir hareketin zamanı aşan hikayesini böyle berrak bir dille örebilmek her zaman güç olmuştur. Zaten bunun üstesinden de ancak Hengirvanlı gibi bu hikâyenin ilk yazarlarından biri gelebilirdi.”
Demokratik Prens
Nasrullah Kuran’ın 296 sayfadan oluşan tarih kitabı da Aram Yayınevi tarafından çıkarılan yeni kitaplardan. Bu kitabın arka kapağında ise şunlar yer alıyor: “Modern siyasal düşünce açısından iktidar ile meşruiyet arasındaki ilişkinin yeniden tarifi konusu, tarih boyunca hep kriz anlarında gündeme gelen bir tartışma. Bu bağlamda ‘Demokratik Prens’, bir siyasal figürün dönüşümünü anlatırken aynı zamanda egemenlik, temsil, meşruiyet ve özgürlük kavramlarının radikal bir yeniden inşasını da teklif eder. Kitap, tarihsel monarşik yapının içinden doğan ‘prens’ arketipini, demokratik imgelem içinde sorgulayan ve dönüştüren kuramsal bir çabadır.
İktidarın simgesel merkezinde konumlanan ‘prens’ figürü, burada alışıldık otoriter kodlardan sıyrılarak halkçı bir pozisyona evrilir. Bu dönüşüm, hem kişisel bir değişimi hem de sistemik ve yapısal bir eleştiriyi ifade eder. O yüzden metin, Machiavelli’den Rousseau’ya, Arendt’ten Foucault’ya kadar uzanan düşünsel bir soyağacıyla diyalog hâlindedir. ‘Demokratik Prens’, iktidarı doğrudan halkın hakikat deneyimiyle ilişkilendiren bir anlayışla, iktidar biçimlerinin etiğini ve epistemolojisini yeniden sorgular.
Kitap, bir siyasal düşünüş olmanın ötesinde, etik bir pozisyon, devrimci bir bilinç ve özgürlükçü bir hakikat rejimi önerisidir. Mevcut otoriter ve merkeziyetçi eğilimlerin karşısında, halkın doğrudan söz ve irade sahibi olduğu bir siyasal alanın imkânını araştırır. ‘Demokratik Prens’, günümüz kriz çağında, otoritenin yeniden üretildiği mekanizmaları sorgulayan ve liderliği, ortaklaşma zemininde yeniden tanımlayan, egemenliğe değil dayanışmaya yaslanan yeni bir siyasal öznenin düşünsel arayışıdır.”
Kaynak: MA