Medya, teknoloji ve algoritmalar aracılığıyla gerçeklik kurgulanıyor. Ama asıl soru şu: Bu tamamen zorunlu bir hapishane mi, yoksa insanların konforu tercih ettiği bir sistem mi?
Berat Çiftkuran
Bize gösterilen dünya ile gerçek dünya arasındaki mesafeyi ölçmeye kalksak, kaç ışık yılı ederdi? Yahut daha doğru bir ifadeyle, arayüzlerin oluşturduğu bu devasa illüzyonun içinde yaşarken, gerçekliğe dair ne biliyoruz?
İnsanlar interneti kullandıklarını sanırlar. Halbuki onların gördüğü şey yalnızca bir arayüzdür: Süslü butonlar, renkli ikonlar, şık animasyonlar… Gerçek internet, kaynağın kendisidir; yani kod, yani makinenin konuştuğu dil. F12’ye basıp kaynak koda baktıklarında karşılarında dizilmiş karakterler, onlara yabancı bir alfabenin kutsal metinleri kadar anlamsız gelir.
Tıpkı iktidarlar kameraların karşısına geçip halkın önünde bir şeyler söylediğinde olduğu gibi… İnsanlar duydukları sözleri “gerçek” sanırlar. Oysa gerçekte ne olup bittiğini bilebilmek için konuşmaların arkasındaki kodu çözmek gerekir. Savaşların neden çıktığını anlamak için devletlerin ekranlarda gösterdiği bahaneler yerine, arka plandaki algoritmayı, yani iktidarın gerçek kodlarını görmek gerekir.
Baudrillard’ın Körfez Savaşı için söylediği gibi: “Bu savaş hiç gerçekleşmedi.” Çünkü savaşı televizyon ekranlarından izleyenler için gerçeklik yalnızca bir “simülasyondu”. Çatışmalar yaşandı, insanlar öldü ama medya o savaşı kendi ekranında yeniden kodladı (Körfez Savaşı, CNN tarafından Hollywood estetiğinde bir görselliğe büründürülmüştü. Tıpkı; Ukrayna-Rusya Savaşı’nda taraflı medya manipülasyonları, İsrail-Filistin arasındaki savaşta uygulanan sansür ve yıllardır Rojava’ya yönelik sürdürülen saldırılara karşı medyanın üç maymunu oynaması…). Ve o kod, gerçeğin yerini aldı.
Bugün internetin büyük kısmı Deep Web’in altında saklı. Tıpkı modern toplumun derininde gizlenmiş olan ekonomik, politik ve ideolojik yapılar gibi. Gördüğümüz şey, bir yüzey, bir illüzyon, bir kullanıcı dostu (!) arayüz.
Chomsky, medyanın “rıza üretme” sürecini açıklarken, basit ama ürkütücü bir gerçekliği vurgulamıştı: “Halkın algısı, seçici biçimde kodlanır ve yönlendirilir.” Yani medya, gerçekliği filtreler, düzenler ve yeni bir yüzey oluşturur.
Modern toplumun işleyişi de bundan farksızdır. Devasa şirketler, hükümetler ve finans kurumları arka planda “gerçek” kararları alırken, halka yalnızca “arayüz” sunulur. Tıpkı internet sitelerinin bize yalnızca güzel bir görsel arayüz sunması gibi. Ama arkadaki kodları, yani gerçek işleyişi görmek yasaktır, gereksizdir, hatta imkânsızdır.
Bugün enformasyon çağı diyoruz ama bu tam anlamıyla bir paradoks. Çünkü artık bilgi, *kendisine ulaşmamızı engelleyen bir arayüz tarafından saklanıyor. İnternet sitelerindeki parlak butonlar, reklamlar, algoritmaların önerdiği içerikler… Bunlar yalnızca gerçeğin üzerini kapatan dijital bir maske.
Bir banka uygulamasına giriyoruz, arayüz bize parayı gösteriyor. Ama gerçekte orada yalnızca sıfırlarla birlerden ibaret soyut bir kayıt var. Peki, gerçek nerede? Gerçek, küresel finans sisteminin algoritmalarında, yani kodlarında. Ama o kodları görmemize izin yok.
Kaynak kodu göremeyenler için gerçek yoktur… Bir şehrin sokaklarını düşünün. Işıklandırmalar, yollar, vitrinler, reklam panoları… Hepsi birer arayüz. Ama bunların ardında yeraltı metro sistemleri, kanalizasyonlar, elektrik kabloları, veri merkezleri var. “Gerçek işleyiş, görünmeyen katmanlarda gerçekleşiyor.”
Foucault’nun “görünmeyen iktidar mekanizmaları” dediği şey tam da budur. “İnsanlar yalnızca gördükleriyle düşünmeye şartlandırıldıkları için, asıl gücün nerede olduğunu fark etmezler.” İktidar yalnızca açık politikalarla değil, aynı zamanda görünmez yazılımlarla, kodlarla, algoritmalarla işler.
Bugün devletler, şirketler ve medya devleri, insanlara bir “arayüz demokrasisi” sunuyor. Sandık başına gidiyoruz, oy veriyoruz, ama seçim sisteminin kodları kim tarafından yazıldı? Finans sisteminin algoritmaları nasıl çalışıyor? Google, Twitter, Facebook gibi platformların gösterdiği haberler hangi kodlarla filtreleniyor?
Bunları bilmiyoruz. Çünkü bize yalnızca “kullanıcı dostu(!)bir dünya sunuluyor.”
Modern teknoloji insan doğa’sını bozar; Teknolojiyle insan arasındaki mesafe açıldıkça, insan köleleştirildiğini fark edemez hale getirilmeye çalışılır. Çünkü bir şeyin nasıl işlediği bilinmez ise ona bağımlı hale gelinir. Bir araba motorunun içini hiç açmayan birisi, o makineyi asla tam anlamıyla anlayamaz.
Bugün, interneti kullanıyoruz ama interneti bilmiyoruz. Ekonomiyi konuşuyoruz ama ekonominin gerçek mekanizmasını bilmiyoruz. Demokrasi diyoruz ama demokrasinin *kodlarının kim tarafından yazıldığını bilmiyoruz.
Arayüzlerin tahakkümü ve alternatif gerçeklikler
Dijital dünyanın algoritmalar tarafından şekillendirilmesi, insanların gördükleriyle sınırlı bir gerçeklik algısına sahip olmasına neden oluyor. YouTube, TikTok, Instagram gibi platformlar, kullanıcılara ilgi duydukları veya ilgilenmelerini istedikleri içerikleri sunarak bir yankı odası (echo chamber) yaratıyor. Ama öte yandan, alternatif platformlara, bağımsız medyaya ve akademik kaynaklara erişim hâlâ mümkün. İnsanlar tamamen arayüzlerin esiri değil, ama çoğu kişi konfor alanının dışına çıkmayı tercih etmiyor.
Baudrillard’ın dediği gibi “Simülakrlar dünyasında gerçekliğin yerini modeller alıyor” ve medya, siyaseti de içine alan bir gösteri alanına dönüşüyor. Savaşlar veya krizler medyada manipüle ediliyor, ama WikiLeaks gibi platformlar bu simülasyonu kıran bazı girişimler sunuyor.
Kaynak kodu okumak uzmanlık gerektirir. Gerçek ekonomik, politik ve askeri sistemleri anlamak için ciddi bilgi birikimine sahip olmak gerekir. Bilgiye ulaşmak yetmez, doğru yorumlamak da önemlidir.
Mutlak tahakküm mü, gönüllü teslimiyet mi?
Evet, medya, teknoloji ve algoritmalar aracılığıyla gerçeklik kurgulanıyor. Ama asıl soru şu: Bu tamamen zorunlu bir hapishane mi, yoksa insanların konforu tercih ettiği bir sistem mi? Çoğu insan, gerçekliği sorgulamak yerine kolay olanı seçiyor. Tahakkümcü teknolojiye karşı direnenler ise; hâlâ VAR!