Tam da dünyanın her yanında kaynaşma sürerken, şu ‘aşırı siyasallaşma’ ve aynı anlama gelmek üzere ‘her şeyi genelleştirme’ eğilimi üzerine biraz daha eğilmek gerekiyor sanırım. Biraz provokatif oluyor, biliyorum. Akıl vermek değil derdim; bunu tartışmak gerektiğini düşünüyorum, hepsi o kadar. Daha önce de sendikalarla ilgili olarak aynı kavramı kullanmış ve ‘ücret sendikacılığına’ karşı çıkma adına (işçiler ücret almasalar ne güzel olurdu ya bu arada, neyse) sendikacıların ‘aşırı’ siyasallaşarak her konuda akıl fikir beyan ederken sınıfın ve üyelerinin sosyal hayatından, onların can yakıcı dertlerinden kopabildiğini anlatmaya çalışmıştım.
Bir adım daha ötesi var ve biraz daha provokatif. Ben, Türkiye’de siyasetin de aşırı siyasallaşmakta olduğunu düşünüyorum. Kişisel gözlemimi söylüyorum ve söylediğimin anlamı şu: Siyaset, esasında sosyal bir şeydir; siz, ezilen sınıflar arasında doğru siyasal düşüncelerin yayılmasını istersiniz ama onların sosyal hayatlarının, gündelik yaşamlarının en yakıcı noktalarına dokunmadan bunu yapamazsınız. Genel siyaset ve genel doğrular kendi başına bunu sağlamaz. Kenarlara doğru açılıp yerel içerisinde kaybolup gitmekten söz etmiyorum. Ama defalarca kurumlar arası toplantılara katılmış ve her somut sorunun aşırı genelleştirilerek ‘hiçleştirilmesine’ tanık olmuş biri olarak söylüyorum, bu genel siyaset eğilimi de bir işe yaramıyor. Sonuçta, bir cezaevi direnişi eylemi bildirisine emperyalizm tahlillerimizi sokuyoruz evet ama bu durum, katılımcı sayısını tek bir kişi bile artırmıyor.
Her somut gündemi politikleştirmeye karşı değilim. Ama zaten durum öyle. Çorlu faciası bir politik gündem zaten, Rabia Naz da, Nadira olayı da öyledir, intiharlar, zamlar, işsizlik, hepsi hepsi öyledir. Ama mesele şu ki, ben çok uzun süredir bu ülkede somut ve anlaşılır amacı olan tek bir eyleme katılmadım. Son olarak katıldığım birkaç mitingden de aklımda bir şey kalmadı. Öğle sıcağında adam dövüp akşam serinliğinde ‘niye dövdük la biz bu herifi’ diye düşünen Adanalılar gibi, miting sonrası oturduğumuz kafelerde hep orada oluşumuzun anlamını düşündük ailecek. Biz seviyoruz ama bunu değil mi? Genel miting! En güzeli! Herkes kendi sloganlarıyla geliyor, kürsüden A’dan Z’ye dünyanın bütün sorunlarını kapsayan bir metin okunuyor; biraz da şarkı türkü, sonra evlere dağılıyoruz.
Peki, niye o zaman gencecik üç insanın Rabia Naz için Taksim’de yaptığı iş hepimizi o görkemli mitinglerden daha fazla heyecanlandırıyor?
Ama bu mesele aslında kapitalizm, emperyalizm, Kürt sorunu, vs., vs… Diyalektiği keşfettik ya bir kez, ‘her şey birbirine bağlıdır’ lafını ezber ettik ya, genelleştir genelleştirebildiğin kadar! Diyalektik ‘somut koşullardan’ da söz edermiş, ne gam! Hem öyle bile olsa, misal EYT sorunu her solcunun dilinde olan ‘neoliberalizm’in somut tezahürü değil mi zaten? Çorlu, aslında bir özelleştirme felaketi değil mi? Nadira, binlerce göçmen kadından biri değil mi? Ama Rabia’nın babası birazcık milliyetçi, Çorlu’dakiler bir tık ulusalcı, EYT’liler ise zaten bayrakla yürüyor… E, zaten Komün’de dövüşenler, Kışlık Saray’a girenler, 15-16 Haziran’da ortalığı karıştıranlar da Kapital’i yalayıp yutmuş ‘zeki-çevik-ahlaklı’ güzel abiler ablalardı, değil mi? Ne bekliyoruz hakikaten? Düzenle derdi olan her insanın beyninde ossaat şimşekler çakıp pırıl pırıl bir aydınlık mı çıkıyor ortaya?
Dahası, neden Türkiye’de her büyük eylem şu muhteşem dörtlümüze (DİSK-KESK-TTB-TMMOB) bağlanmış durumda? Niye Taksim’deki o çocuklar üç kişiden ibaret? Niye bu kadar can yakan bir sorunla ilgili soru sorduğunuz sendikacı/siyasetçi size, ‘Aslında bu mesele demokrasi mücadelesinin parçasıdır’ gibi boş boş laflar eder? Son bir soru daha: 1 Mayıs mesela, dünyada 150 yıldır her seferinde o sürecin yakıcı sorunlarına odaklanır da biz niye her seferinde onu ‘her şey mitingi’ haline getiririz?
Biz ‘her şey’i niye bu kadar seviyoruz yahu? İran’dakiler manyak da biz mi akıllıyız bir tek? Tahran’da herkesin Rolls Royce’u var da çok mu yakıyo benzini ne? Son olarak bir anektod: Lübnan’da olanların sebebini kızıma anlattığımda “Derdini seveyim onların! Bunun için mi sokağa çıkmışlar” dedi bana; ona da bulaşmış demek ‘genelizm’ ideolojisi!
Ve çok kişisel bir gözlem: Belli bir süre yalnız yaşayan insanlar, gitgide daha ‘prensipli’ ve titiz oluyorlar ya, o prensiplilik ve titizlik, sonradan yalnızlıklarını derinleştiriyor bazen. Siyasi hayata uyar mı, uymaz mı bilemedim şimdi. Uysa da uymasa da artık…