Hewlêr Kürdistan Üniversitesi öğretim üyesi Arzu Yılmaz, bölgesel gelişmeleri gazetemize değerlendirdi:
Şara 4 sene sonra seçim yapacağını söylemiş. Bakın, sadece bir yıl içerisinde öldürülen sivil sayısının 10 bini geçtiği biliniyor. İşte bütün bunları bir araya getirdiğimizde bu Şara ve HTŞ geçici yönetiminin Suriye’de kalıcı barışı sağlayacak bir aktör olarak tanımlamamıza imkan vermiyor
Hüseyin Kalkan
Doç. Dr. Arzu Yılmaz, uzun süreden beridir Federe Kürdistan’da bulunan Hewlêr Kürdistan Üniversitesi’nde öğretim üyesi. Ortadoğu ve Kürt meselesi ile ilgili çalışmaları ile tanınan Yılmaz, geçtiğimiz günlerde İstanbul’da düzenlenen Uluslararası Barış ve Demokratik Toplum Konferansı’na konuşmacı olarak katılarak ilgi çekici bir konuşma yaptı. Arzu Yılmaz Ortadoğu, İsrail ve İran eksenindeki son gelişmelere dair sorularımızı yanıtladı.
- Suriye’deki son durumdan başlamak istiyorum. İki düzlemde ilişkilerde bir durgunluk var gibi görünüyor Beyaz Saray- Şam ve Şam-Özerk Yönetim arasında. Siz nasıl değerlendiriyorsunuz?
Bence 8 Aralık’tan sonra Amerika’nın SDG politikası konusunda bir belirsizlik vardı. Hele bir de Tom Barrack’ın Mayıs’ta Suriye özel temsilcisi olarak atanmasıyla birlikte Amerika’nın Kürt meselesini tümüyle Türkiye’ye bıraktığı ya da Türkiye politikalarına endekslediği gibi bir algı oluşmuştu. Fakat Washington ziyareti bu arka planda bir kırılmaya işaret etti bana kalırsa. İdari ve siyasi özerklik konusunda olmasa bile SDG’nin olabildiğince muhafaza edilmesi konusunda bir kararlılık var ABD’de. Bu kararlılığın hem Şam’a hem Ankara’ya iletildiği anlaşılıyor. Zaten Hakan Fidan’ın hesapta olmadığı halde oraya çağrılması sanıyorum bu kararlılığın paylaşılması içindi. Bunları bir bilgiye dayanarak söylemiyorum. Bunları Washington ziyareti ve sonrasındaki gelişmeleri kamuoyu açık bilgilerin analizinden çıkarıyorum. O görüşmeden sonra Türkiye’de süreç de hızlandı. Komisyonun İmralı ziyareti gerçekleşti. Suriye Demokratik Güçleri, Duhok konferansına katıldı ve büyük ilgi gördü. SDG daha bir özgüvenli bir yerde konuşmaya başladı. Bakın Hakan Fidan bile dilini değiştirmek zorunda kaldı. Bir yerde konuşma yapmış. ‘SDG içindeki yabancılar gitsin’ diyerek söylemini bir ton yumuşatıyordu. Dolayısıyla da şimdi SDG’nin muhafaza edilerek tam da SDG’nin anladığı ya da Özerk Yönetim’in anladığı şekilde yeni Suriye ordusuna entegre edilmesinin, en azından Washington adresinde karar verilmiş durumda. Şimdi biz sanıyorum Şam’ın ve Ankara’nın buna adapte olma zorlukları yaşadığı dönemin yansımalarıyla karşı karşıyayız.
- Bu durum Türkiye’deki süreci nasıl etkiledi?
Bu gelişmeler süreci pozitif etkiledi. Komisyonun İmralı’yı ziyaret etmesi, ziyaret edilmesinin zamanlamasına baktığımız zaman olumlu etki ettiğini söyleyebiliriz. Ama bu İmralı ziyaretinin nasıl gerçekleştiğine baktığımız zaman ise sözünü ettiğim bu yeni pozisyona adapte olmanın zorluklarının neler olduğunu görebiliriz. Dolayısıyla olumsuz yansımalarını bunun üzerinden tartışabiliriz.
- Bölgeye baktığımızda İsrail-ABD ekseninin İran’a karşı yeni bir hareket hazırlığında olduğu tahmin ediliyor. Siz böyle bir olasılığı görüyor musunuz?
Bakın, Lübnan’da Lübnan-İsrail Ateşkesi’nde Hizbullah’ın silahsızlandırılması konusunda 2025’in sonuna kadaradreslendiriliyor, Gazze’de İsrail-Hamas barışı konusunda bir yılsonu adres, 10 Mart’a referansla bir entegrasyon yılsonu olarak adreslendiriliyor. Genel olarak Amerika’nın yaklaşımında soruyu oradan sorduğumuz için Trump’ın bir yılının da dolmasına tekabül edebilecek bir zamanlama dikkat çekiyor. Ve bu stres yani 2025 sonuna çok güçlü bir vurgu var ve stres yapıldığı çok ortada. Açık söyleyeyim; ben bunun nedenine dair kendimce bir açıklama, bir cevap üretmeye çalıştığımda ve geçtiğimiz bir yılda olup bitenleri de göz önünde bulundurduğumda bir İran-İsrail 12 gün savaşının dolayısıyla da bir 12 gün savaşıyla sanki sınırlıymış gibi görülen İsrail-İran çatışmasının tam da Netanyahu bir seçim varken, İsrail’de ve özellikle Trump’ın İsrail Cumhurbaşkanı’ndan Netanyahu’yu affetmesi konusunda çok da gereksiz bir müdahalede bulunduğuna dair bütün bu bilgileri bir araya getirdiğimizde, doğrusu bana düşündürdüğü şey, tüm bu stresin 2025 sonuna vurgusu, İsrail’de seçimler öncesinde İran’a dönük bir ikinci saldırı hamlesine, ki buna zaten her iki tarafın hazırlandığını düşünüyorum, ihtimalin çok yüksek olduğunu düşünüyorum. Bu sadece İsrail böyle istiyor diye değil, bu aynı zamanda benim altını çizmeye çalıştığım tam bir yapboz dönemindeyiz. Bu geçiş döneminde Trump yönetiminin yeni bir düzen kurma becerisi gösteremeyeceği ortaya çıktı, bu net. Ama bu aktörlerden bağımsız olarak yaşanan sistemik krizin neye evrilebileceği konusunda da üç aşağı beş yukarı tahminler yapabilecek durumdayız. Ve açıkçası aktörler de yeniyi kurma konusunda bir beceri gösteremeyecek olsalar bile en azından sistematik krizi aşmaya dönük bir motivasyonla hareket ediyorlar. Öyle anlaşılıyor ki biz bu İbrahim Antlaşmaları da mesela İbrahim Antlaşmalarına Azerbaycan’ın, Ermenistan’ın ve hatta Türki Cumhuriyetlerinin de dahil olma ihtimalini düşündüğümüzde bir kere Ortadoğu, Kafkasları ve Doğu Akdeniz’de içerisinde seyredecek bir yeni harita üzerinden genişliyor, yeniden tanımlanıyor. Coğrafya olarak ve bölgesel düzen olarak da sanıyorum İbrahim Antlaşmaları’nı referans alarak İsrail’in de içinde olduğu ama İran’ın da bu yeni kurulacak bölgesel düzene bir şekilde entegre edildiği bir aşamaya hazırlanıyor gibi görünüyor. İşte o aşamada dediğim gibi İsrail’in sadece İran’la iki devlet olarak husumetlerinden dolayı değil ama aynı zamanda bu yeni bölgesel düzen açısından da İran’ın da bir rejim değişikliği arzu edildiği durumda sözünü ettiğim o İsrail-İran Savaşı’nın bir ikinci raundunun yapılması ihtimali bundan dolayı da o yüksek olmasının bir başka nedeni de bu yeni kurulacak bölgesel düzene İran’ı dahil etmeden bu bölgesel düzenin kalıcılığının ve sürdürebilirliğinin risk taşımasından kaynaklı.
- Peki Türkiye’nin bu durumda pozisyonu ne olacak? Yani İran’ın yanında mı yer alacak, yoksa dolaylı olarak İsrail’in yanında mı yer alacak?
Türkiye özelinde konuşacak olursak. Türkiye artık ne ekonomik açıdan ne askeri açıdan öyle yeni maceralara atılacak ya da özerk bir kendi gücüne dayalı bir dış politika izleyecek durumda değil. O sayfanın artık kapandığını rahatlıkla söyleyebiliriz. Trump’ın Amerika’da iktidara gelmesi bunu kaçınılmaz kıldı. Bir kere şunu net söyleyebiliriz; Türkiye’nin en azından bu önümüzdeki dönem boyunca Amerika dışında veya Amerika’ya rağmen bir davranışı olmaz. Şimdi hal böyleyken ve Amerika’nın ve özellikle Trump yönetiminin İsrail’e desteği göz önüne alındığında, İsrail-Türkiye arasında bir çatışma, olası değil. Türkiye’nin İsrail’e karşı İran’la bir araya gelmesi gibi alternatiflerin bana çok rasyonel gelmediğini açık söyleyeyim. En fazla olan nedir? Suriye’de açığa çıktığı biçimde bu yeni bölgesel düzende kim ne kadar pay sahibi olacak? Şu açık ki hem İsrail hem Türkiye bu yeni dönemde revizyonist ve maksimalist politikalarıyla öne çıkan iki bölgesel aktör. Ve İran’dan kalan boşluğu doldurma konusunda Suudi Arabistan ya da şöyle söyleyelim Körfez’den, gerçi Birleşik Arap Emirlikleri’nin de Körfez’i de artık öyle bir genel Körfez’i adreslemek çok doğru olmayabilir ama makro ölçekte maksimalist, daha saldırgan bir politika bu güç mücadelesine daha maksimalist hedeflerle dahil olmalı. Dolayısıyla da şu anda en fazla bizim İsrail-Türkiye bağlamında, benim en azından gördüğümüz kadarıyla, görünen bu yeni düzende kimin ne kadar o maksimalist politikalarını, hedeflerini gerçekleştirebileceğine dair bir ulaşmazlığı. Amerika’da en son bu yayınlanan ulusal strateji belgesinde de altı çizildiği gibi, “Biz zaten mevcut olanı değiştirmek niyetinde değiliz. Mevcudu koruyup, çatışmayı önleyici bir ara bulucu rolün ötesinde de misyonumuzu bu çerçevede tanımlamak istiyoruz.” Onun için tekrar edecek olursak, bu sorunuza bağlı olarak şu anda ya da geçtiğimiz bir yıldır tecrübe ettiğimiz gibi, bu bir çatışmaya dönüşmeden bugüne kadar Amerika’nın arabuluculuğunda, sadece Amerika’nın arabuluculuğunda da değil, bunu Ankara da itiraf etti, doğrudan İsrail’le görüşerek de zaten politik aktörler ağzıyla ne söylense de aslında arka planda, bu Gazze Savaşı süresince Azerbaycan’dan gelen petrolün kesilmemesinden tutun da, Türkiye’deki ticaretin kesilmemesine kadar hepsini de dahil ederek düşünecek olursak, aslında o sahnede ve kültürde verilen yüksek volümlü açıklamalara değil de, sahada olana bir kere baktığımız için bu paylaşım konusunda bir anlaşmazlık olduğu muhakkak. Ama bu anlaşmazlığın çatışmaya döneceğini ben kişisel olarak tahmin etmiyorum. Ve nihayetinde öyle anlaşılıyor ki, ne İsrail, Suriye’nin güneyi konusunda, ne Türkiye Rojava yönetimi konusunda o maksimalist sebeplerini tutturamadıkları ve fakat bir optimum noktada, Suriye’de birlikte çalıştıkları ve iyi senaryolarla birlikte çalıştıkları ve etkin oldukları, bir İngilizce balance of power derler, bir güç dengesi var. İsrail, Suriye, Arabistan ve Türkiye arasında nihayetinde bir güç dengesinin kurulu bir duruma gelinmesi amaçlanıyor.
- İsrail ve Türkiye Suriye’de neyi amaçlıyorlar?
Her iki yönetimin de aslında ne İsrail’in derdi sadece o iddia ettiği Güney’deki tampon bölge, ne de Türkiye’nin derdi sadece Rojava’da bir Kürt yönetimini engellemek. Her ikisinin de bana kalırsa asıl derdi Şam’da kim etkili olacak. Dolayısıyla da işte o noktada örneğin bugüne kadar Bağdat’ı ya da Irak’ı görece egemen devlet olarak yıkılmış bir devleti bugüne kadar nasıl geldiyse 2003’ten bugüne İran ve Amerika üstelik birbirine düşman iki aktörün işbirliğiyle bugüne kadar geldiyse Suriye’nin de o maksimalist hedeflerine varmadıkları, maksimalist hedeflerini tutturamadıkları ama zaten aynı sayfada hareket eden iki aktör olarak İsrail ve Türkiye’nin de bir şekilde anlaşıp o Şam’daki güç dengesinin hangi ölçüde olacağını zaman bize gösterecek. Ama şu net, eğer bana sorarsanız bu konuda İsrail’in ilk eli daha avantajlı diyebilirim. Amerika’da, Washington’da her ne kadar Erdoğan’a sandalye tutup her fırsatta Türkiye’nin rolünü biraz da mübalağalı öne çıkarsalar da daha yakından baktığımızda sahada verili koşullar ve bu devletlerin gücü üzerinden baktığımızda, Suriye ölçeğinde İsrail’in daha avantajlı olduğunu sanırım söyleyebilecek durumdayız.
- Suriye tarihinin ayıplı bir sayfası
Söyleşimizin sonunda Arzu Yılmaz’a Şam’daki HTŞ yönetiminin başı olan Ahmed El Şara’nın ne kadar yönetimde kalabileceğini soruyoruz. Yılmaz’ın buna yanıtı çok net oluyor. Şunları söylüyor Yılmaz: “Açık söyleyeyim, burada ciddi bir paradoks var. Eğer Suriye’nin istikrarı ancak kapsayıcı ve demokratik bir sistemin kurulmasından geçiyorsa ki hiç kimsenin buna itirazı yok. O zaman şu ana kadar geçtiğimiz bir yıllık performansa bakmak yeterli. 8 Aralık, Şam’ı el geçirdiler. Geçtiğimiz bir yılda olanlar, bırakın geçtiğimiz bir yılı bugün daha sabah gazetelere bakarken gördüm, Şara 4 sene sonra seçim yapacağını söylemiş. Bakın, sadece bir yıl içerisinde öldürülen sivil sayısının 10 bini geçtiği biliniyor. Seçim diye komik bir performans ortaya koydular. İşte bütün bunları bir araya getirdiğimizde bu Şara ve HTŞ geçici yönetiminin Suriye’de kalıcı barışı sağlayacak bir aktör olarak tanımlamamıza imkan vermiyor. Bu net. Ha nedir? Eğer bir öngörüde bulunmak gerekirse, tam da bu yapboz döneminin ruhuna uygun olarak geçiş döneminde, Şara, hani deyim yerinde ise ‘kullanışlı aptal’ dedikleri İngilizce’de bir laf vardır. Ben söylemiyorum, Tom Barrack söylüyor. Diyor ki, önceki gün bir röportajında söylemiş, ‘Her dediğimizi yapıyor. Biz çok memnunuz ondan’ demiş. Dolayısıyla da geçiş döneminde her dediklerini yapabilecek bir kuklayı oraya koydular. Ama bundan zaten bir barış ve Suriye’nin egemenliğinin sağlanacağı bir sonucun çıkmayacağını kendileri de biliyor. Bugün İsrail’in, Lübnan’da ya da Suriye’de İran etkisinin bertaraf edilmesi önceliğine bağlı olarak Şara’ya Trump’ın dediği gibi şans verilmiş olabilir. Ama bir kez tehdidin kaynağı olan İran konusunda eğer tahmin ettiğim gibi bir savaş olur ve bir rejim değişikliği sonuçlanırsa, Şara da misyonunu tamamlamış ve tarihin sayfalarına Suriye’nin ayıplı tarihinin bir başka sayfası olarak tarihe geçecektir. Biz ondan sonra Suriye ne olacak, nasıl olacak o zaman göreceğiz diye düşünüyorum”









