2025 yılında geçerli olacak asgari ücreti belirleyenler, asgari ücretin hem miktarının hem de belirleme yönteminin meşru olmadığını bildikleri içindir ki yeni asgari ücreti -yangından mal kaçırırcasına- bir akşam ansızın açıklayarak oldu bittiye getirdiler.
Evet, milyonlarca emekçinin önümüzdeki yıl boyunca yaşama koşullarını belirleyecek olan asgari ücretin miktarı meşru değildir! Çünkü işçi sınıfının mücadeleleri sonucunda elde edilen evrensel bir hak olan asgari ücretin amacı, emeğinin karşılığını alabilmek için örgütlenme ve mücadele olanağı bulamayan emekçilerin yaşamlarını sürdürebilecekleri en az ücreti belirlemektir. Bu konuda Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO)’nün 1919 tarihli kuruluş yasasında “yeterli yaşam koşullarını sağlayacak bir ücretin güvence altına alınması” ifadesine yer verilirken; 1944 tarihli Philadelphia Bildirgesi’nde “bir işte çalışan ve korunmaya muhtaç olan kimselere asgari yaşam koşulları sağlayacak bir ücret verilmesi”nin önemi vurgulanmıştır. Türkiye’de halen geçerli olan Asgari Ücret Yönetmeliği’nde de asgari ücret, “işçilere normal bir çalışma günü karşılığı ödenen ve işçinin gıda, konut, giyim, sağlık, ulaşım ve kültür gibi zorunlu ihtiyaçlarını, günün fiyatları üzerinden asgari düzeyde karşılamaya yetecek ücret” olarak tanımlanmaktadır.
Oysa 2025 yılı için 22 bin 104 TL olarak açıklanan asgari ücret, uluslararası normlara da ulusal mevzuata da aykırıdır. Zira dünyada enflasyonun en yüksek olduğu ülkelerin başında gelen Türkiye’de belirlenen yeni asgari ücret, işçilerin zorunlu ihtiyaçlarını günün fiyatları üzerinden karşılayacak şekilde arttırılmadığı gibi ücretler reel olarak düşürülmüştür! Bu bağlamda geçtiğimiz yıl belirlenen asgari ücretin Ocak 2024’teki alım gücünün 2025’te reel olarak artması ya da en azından korunması gerekirken, alım gücü azalmıştır. Dolayısıyla ulusal ve uluslararası normlara göre emekçilerin asgari geçim seviyesini güvenceye alması gereken devlet, asgari ücret uygulamasını, “sermayenin emeği daha fazla sömürmesi” için kullanmıştır. Böylece ücretli çalışanların yarıya yakınının asgari ücretle geçindiği, geri kalanların da ücretlerinin doğrudan ya da dolaylı olarak asgari ücretten etkilendiği Türkiye’de devlet, milyonlarca emekçinin yoksullaşmasının ve hatta -asgari ücretle geçinmek zorunda kalanların- açlığa, sefalete sürüklenmesinin doğrudan faili haline gelmiştir.
Sadece 2025 yılı için belirlenen asgari ücretin miktarı değil, asgari ücretin belirlenme yöntemi de uluslararası normlara ve ulusal mevzuata aykırıdır. ILO’nun 131 sayılı Asgari Ücret Tespit Sözleşmesi’ne göre; asgari ücret, devlet temsilcilerinin yanı sıra işçi ve işveren örgütlerinin eşitlik temelinde katılımlarıyla oluşacak bir komisyon tarafından belirlenmelidir. Ulusal mevzuatı belirleyen Asgari Ücret Yönetmeliği’nde Asgari Ücret Tespit Komisyonu, -ILO’nun 131 sayılı sözleşmesine de uygun olarak- devlet kurumlarından beş temsilcinin yanı sıra en fazla üyeye sahip işçi ve işveren konfederasyonlarından beşer temsilcinin katılımıyla oluşur. Komisyon, en az on üyenin katılımı ile toplanır ve oy çokluğu ile karar verir.
2025’te geçerli olacak asgari ücret, 24 Aralık akşam saat 20.30’da -öncesinde Komisyon toplantısı olduğu bilgisi basına ve kamuoyuna verilmeden- Asgari Ücret Tespit Komisyonu adına Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Vedat Işıkhan tarafından açıklamıştır. Türk İş, Bakan’ın bu açıklamasından dakikalar önce, apar topar yapılan Komisyon toplantısına katılmadığını duyurmuştur.
Geçtiğimiz hafta Türk-İş Genel Başkan Yardımcısı Ramazan Ağar’ın açıklamalarından Komisyon’un daha önce yaptığı üç toplantıda tarafların herhangi bir rakam telaffuz etmediklerini öğrenmiş, biz de bu köşede konu üzerine bir değerlendirmede bulunmuştuk. Komisyon’un ilk üç toplantısında herhangi bir rakam ortaya konmadığına ve son toplantıda da Türk İş yer almadığına göre 2025 yılı asgari ücreti, yaşamını asgari ücretle sürdürmek durumunda olan milyonlarca emekçinin iradesi -şeklen de olsa- temsil edilmeden, işveren temsilcileri ile devlet adına Komisyon’da yer alan AKP/Saray iktidarının temsilcileri tarafından belirlenmiştir.
Yeni asgari ücretin meşruiyet sorunu, sadece emekçilerin iradesinin yok sayılması ya da belirlenen miktarın emekçileri açlığa, sefalete mahkum etmesinden de kaynaklanmış değildir. Belirlenecek asgari ücretin hesaplamasında kullanılan enflasyon oranı yıllardır olduğu gibi yine TÜİK’in gerçek dışı verileriyle düşük gösterilmiştir. Öte yandan devlet, -otokratik bir rejime yakışır biçimde- tüm ideolojik ve baskı aygıtlarını kullanarak emekçilerin örgütlenmesini ve grev başta olmak üzere mücadele yollarını engellemiştir. Sendikal hak ve özgürlüklerin engellenmesiyle işçi sınıfı, kendi öz örgütleri olması gerekirken sermayenin ve siyasi iktidarın aparatı haline gelen “sendika müsveddeleri” tarafından temsil edilmek zorunda bırakılmıştır.
Sonuç olarak,“yeterli yaşam koşullarını sağlayacak bir ücretin güvence altına alınması”nı amaçlayan asgari ücret, sermayenin çıkarlarını temsil eden AKP/Saray iktidarının devlet aygıtını -diğer birçok alanda olduğu gibi- hukuk ve ahlâk dışı yolları da kullanmasıyla emeği daha fazla sömürmenin aracı haline dönüşmüştür. Daha önceki yıllarda belirlenen pek çok asgari ücret gibi hukuki ve ahlâki zemini bulunmayan yeni asgari ücretin de meşruiyeti yoktur! Meşruiyeti olmayan asgari ücretin hükmünün olup olmayacağını, emekçilerin kendilerini açlığa, sefalete mahkum eden asgari ücrete karşı, -tüm engellemere rağmen- yürütecekleri mücadele belirleyecektir.