Seçimler bitti. Geriye hengamesi, tartışması, atarlanmaları, herkesin kendisini muzzaffer ilan etme hastalığı kaldı. Yani seçim bitse de tartışması sürüyor. Bu tantana bir süre daha devam edecek gibi. “Kim kazandı-kim kaybetti” falları açılacak, derin analizler ve tabi algı operasyonları yapılacak.
Oysa seçim sonuçlarının birkaç basit sonucu var.
1) AKP-MHP ittifakı Kürtlerden başlayarak herkesi terörist ilan eden nefretinden, savaş sevdasından dolayı kaybetti.
2) Kürtlerle birlikte hareket etmenin zafer, Kürtleri karşıya almanın yenilgi getirdiği kanıtlandı.
3) Azıcık bir değişim ihtimali bile Türkiye’de demokrasi umutlarının yeniden yeşermesine yetti.
4) Kazanma-kazandırma ve kaybettirme denkleminin orta yerinde yer alan Kürtlerin başarısının, kendi siyasi gücünün tahkimi ve bunu kalıcılaştırması ile mümkün olacağı ortaya çıktı.
5) İstanbul ve Ankara’yı kaybeden AKP, Şırnak başta olmak üzere Kürt illerini türlü oyunlarla ele geçirmiş olmakla teselli buldu. Ele geçirme mantığı üzerinden en küçük Kürt beldesini kazanmış olmak, sistem partileri açısından İstanbul ve Ankara’dan daha önemli hale geldi.
Seçim tartışmaları önümüzdeki dönem de uzun uzadıya ve gereğinden fazla sürecek, sürdürülecek. Kürt siyaseti de seçim sonuçlarını “kazandım-kaybettim” basitliğinden çıkararak daha gerçekçi bir derinlikle ele alacaktır. Kürtler, bu seçimlerde kazanıp-kaybetmeyi sadece belediye sayısı üzerinden değil; örgütlülük, kitlelerle temas, söylem gücünün ne ölçüde karşılık bulduğu, organizasyon kabiliyeti, tespit ettiği özel savaş yöntemlerine karşı geliştirdiği ya da geliştirmediği yöntemler üzerinden ölçebilir. AKP ve dayandığı savaş gücü herhangi bir Kürt beldesinin elde edilmesini İstanbul ve Ankara gibi oy depolarından daha çok önemsiyorsa Kürt siyaseti de, herhangi bir Kürt beldesini özgürleştirmenin önemini kavrayacak bir olgunlukla meseleye eğilecektir.
Ama Kürtler için bu sürecin kazanma-kaybetme göstergesi seçim sonuçlarından ziyade açlık grevi direnişinin ne yöne evrileceğidir. Seçimler bitti ve şimdiye kadar açlık grevine yeterince ilgi göstermemenin mazareti de kalmamış oldu. Açlık grevinin geldiği aşama itibariyle artık hepimizin öncelikli ve acil gündemi bu direniş olmak durumundadır. Siyasi dengeleri değiştiren, kendisini Ortadoğu’nun lideri olarak tanımlayan bir siyasi iktidarın karizmasını çizen, Suriye’de başat bir güç haline gelen, bölgenin tamamında dinamik bir değişim gücü olarak görülen ve hatta dünyaya ilham veren bir halk, bu açlık grevlerine karşı daha fazla “ölü taklidi” yapamaz. Bu sürece daha fazla duyarsız kalamaz. Dışarıdaki duyarsızlık duvarları, daha fazla acı ve ne yazık ki daha çok fedai eylemin yaşanmasına neden oluyor.
Ne iktidarın ne de ilgili çevrelerin zaman kaybedecek mazereti kalmadı hiç birimizin böyle bir lüksü yok. Bu acı yaşanırken tarih önünde hepimiz sorumluluk altındayız. Hiçbirimiz sorumluluklarımızı başka adreslere havale edemeyiz. Bu saatten sonra seçim meselesiyle daha fazla oyalanmak açlık grevlerinin yarattığı vicdani sorumluluktan kaçmak anlamına gelir.
Açlık grevi direnişiyle tecridin kırılması, kaldırılması; seçim sonuçlarıyla ortaya çıkan azıcık özgürlük umudunu ve rahatlama duygusunu hakim kılacak ve Türkiye’yi gerçekten yeni bir bahara taşıyacak. Mesele insani olduğu kadar siyasidir ve AKP açısından da tek çare Öcalan ile görüşmenin yollarını açmaktır.
Öcalan’ın 2011-2015 yılları arasında söylediği her şey bir bir ortaya çıktı. Seçim sonuçları da Öcalan’ı bir kez daha haklı çıkardı ve savaş sürecinin nelere yol açacağını gösterdi. AKP kendisi ve toplumun faydası için de bu direnişe kulak vermek ve tecridi kaldırmak zorundadır.
Gandi, Hindistan’da 3 haftalık açlık grevi eylemiyle dünya tarihine mal oldu. Kendisine “yüce ruh” anlamına gelen Mahatma ünvanı verildi. Yıllardır Filistinli tutsaklar politik nedenlerle açlık grevi yapıyor. Açlık grevleri 1980’den beri Türkiye’de özellikle tutsakların başvurduğu çok önemli bir barışçıl yol ve şimdiye kadar bu eylemlerde çok fazla acı yaşandı, çok fazla insan kaybedildi. İnsanların bedenini eriterek toplumu utandıran eylemi karşısında vicdanlarımız rahatsız ve bizleri bir şeyler yapmaya zorluyor. Oysa biz başka meselelere daha çok eğildiğimizi göstererek bize huzur vermeyen vicdanımızla aramıza mesafe koyuyoruz. Yaşamı savunmak ve onu hakim kılmak seçim süreciyle başlayan kazanma duygusunu pekiştirecek tek şeydir. Asıl zafer insanlarımızı yaşatmaktır.