Geçen yazımda hem iktidarın “terörsüz Türkiye”, hem de PKK’nin “demokratik Türkiye” hedeflerini koruyarak, “çatışmasızlığı geçici de olsa sağlayacak olan karşılıklı ateşkes” temelinde uzlaşmalarının, her iki tarafın hedeflerine ulaşması bakımından şu anda varolan biricik alternatif olduğunu vurgulamıştım.
Şimdi ateşkes sürecinde iktidarın “silahsızlanma” ve PKK’nin “demokratikleşme” hedefinin nasıl gerçekleşebileceği sorusuna cevap arayacağım. İki taraf açısından bu hedeflere ulaşmanın son derecede zorlu ve karmaşık bir süreç olacağını peşinen ifade etmek isterim.
Hiç kuşkusuz karşılıklı ilan edilse bile ateşkesin mutlak bir güvencesi yoktur. Her an taraflardan biri ateşkesi bozabilir. O nedenle taraflar ateşkesin devamına güvenerek hiçbir zorunlu adımı kolay kolay atmazlar.
Uluslararası tecrübe kritik ateşkes anlaşmalarında üçüncü bir tarafın “hakemliğine ve gözlemciliğine” başvurulduğunu gösteriyor. Bana kalırsa bu yol, Türk devletinin “iç işlerime kimseyi karıştırmam” demesinden çok, Üçüncü Dünya Savaşı’nda hepsi bu savaşa bulaşmış olan devletlerden birinin ya da birkaçının Türkiye’de ateşkes sürecine hakemlik etmesinin “barış” amacına hizmet etmeyeceği için, geçerli olamaz. BM “barış güçlerinin” de hepsi savaşa bulaşmış devletlerin askerlerinden ve danışmanlarından olacağını da buna ekleyeyim.
O halde ateşkes sürecinin devamını sağlayacak hakem ya da denetçi kim olabilir? Hem iktidar hem de PKK kimin hakemliğinde uzlaşabilir?
Son gelişmeler gösteriyor ki, devletin sonucu belirleyici kesimi ve tüm KCK bileşenleri Öcalan’ın barış ve demokratikleşme amacıyla mücadele ettiğine güveniyorlar. Devlet Öcalan’ın samimiyetine güvenmiyor olsaydı, ona “umut hakkı” yoluyla özgürlük yolunu açacağını kesinlikle söylemezdi. KCK bileşenleri de, Öcalan’ın yapacağı çağrının tek kelimesinden habersiz oldukları halde, “Önderliğin çağrısına” uyacaklarını açıklamazlardı. O halde karşılıklı ateşkesin biricik güvenilir hakemi ve denetçisi Öcalan olabilir. Yalnız bu bile Öcalan’ın ateşkes ilan edildiği günden itibaren özgür olmasını gerektirir. Çeyrek asırlık esaret sürecinde Öcalan yalnız dünya çapında “barış önderi” düzeyine yükselmekle kalmamış, Türkiye’de “devlet ve partiler üstü” bir kişilik haline gelmiştir. Ateşkesin devamında hem devlet nezdinde hem de KCK nezdinde yaptırım gücüne sahiptir. Öcalan’ın başında bulunacağı biri devletin, diğeri PKK’nin, ötekiler de iktidar ve muhalefetin temsilcisinden oluşacak bir komite ateşkes sürecini güvence altına alacaktır.
Ateşkes süreci güvenceye alındıktan sonra yapılacak ilk iş, gerek PKK’nin silahsızlanması konusunda, gerekse iktidarın demokratikleşme adımları atması hususunda, muhalefetin de tarafların atacağı adımlara destek vermesi hususunda hepsinin Kongrelerini toplaması kararlarını burada alması, bu kararlar temelinde atılacak her adımı TBMM Genel Kurulu’nda tartışmaya açması ve Meclis kararı haline getirmesi gerekecektir. Başlangıçta alınacak bu kararlar ertesi günü kalıcı barışa ve demokratikleşmeye elbette yol açmayacaktır. Ama eğer bu sayılan güçler barışın acil öneminin bilincindeyse asgari müştereklerde uzlaşacaklar, böylece çatışmasızlık ve demokratikleşme süreci adım adım, paralel işleyecektir.
Murat Karayılan “silahsızlanma” konusunda kendisinin ve PKK yönetiminin karar alamayacağını, bu kararı ancak PKK Kongresi’nin alabileceğini, Kongre delegelerini ise ancak özgürlüğüne kavuşan Öcalan’ın bu karar temelinde ikna edebileceğini açıklamıştır. Bu açıklama PKK gerçeğini dile getiriyor. Eğer barış ve demokrasi gerçekleşecekse, sadece PKK’nin Kongresi yetmez, ifade ettiğimiz gibi tüm partilerin Kongrelerinin ve TBMM’nin kararı gereklidir. Bu uygulama demokrasinin kendisi değilse de, biricik demokratik yöntemdir ve Karayılan muhataplarını demokrasinin gereklerine uymaya çağırmıştır. Çünkü barış ve demokrasi yönündeki kararlarda halk iradesi sağlanmadıkça, şeklen alınan hiçbir karar kalıcı sonuç doğurmaz.
Öcalan çağrı yapacağını açıkladığı DEM Parti temsilcilerine ısrarla “bin yıllık Türk-Kürt kardeşliğinin yeniden sağlanması” gerektiğini vurgulamıştır. Karayılan da bunun için en önce “savaş ve nefret dilinden” vazgeçilmesini “barış ve kardeşlik dili” kullanılmasını önermiştir. Ateşkes sürecinde böyle bir dil, bir günde değilse bile, birkaç ay içinde iki halk arasında kardeşleşme iklimini yaratacaktır. Belki olacak iş değilse de, Erdoğan’ın, Bahçeli’nin, Özgür Özel’in, DEM Parti eşbaşkanlarının ve Öcalan’ın yuvarlak bir masa etrafında her iki halka “kardeşleşme” çağrısında bulunduğunu düşünün, Türkiye’nin sosyal psikolojisi o anda değişecektir.
Yine de biz gerçekçiliği elden bırakmayalım. Bunun rüyası bile mümkün değildir. Durum şu: Karşılıklı insan kayıpları her iki halkın hafızasında tüm tazeliğini koruyor. Taraflar kendi şehitlerinin ailelerine aralıksız “intikam” sözü veriyor. Kürt halkında bu sözler, Türk halkına karşı gözle görülür düşmanlığa yol açmasa bile, Türk halkının saflarında “intikamcı düşmanlık” duygularını kamçılıyor. Ateşkes süreci bu sosyal-psikolojiyi zaman içinde törpüleyecek, insanlar “bizim çocuklarımız toprağa düştü, başkalarının çocukları, çok şükür toprağa düşmüyor” diye avunacaklardır. Ateşkesin sosyal garantisi Türk ve Kürt anneleri olacaktır. Onların kalbini ve vicdanını hiçbir intikamcı kışkırtma kurutamaz. Demin uydurduğum ortak toplantıyı unutalım. Şunu hayal edelim: Ateşkes süreci boyunca Türk ve Kürt şehit annelerinin topluca çocuklarının kabirlerini ziyaret ettiklerini, birlikte evlatlarına Fatiha okuduklarını, ardından çocukları ve yakınları askerde ve PKK’de olan annelerin, yine birlikte kışlaları ve savaş tünellerini ziyaret ettiklerini, asker ve PKK’lilerin gözlerinden öptüklerini düşünelim. Bu olduğu zaman kim ne derse desin Türk ve Kürt savaşçıların parmakları tetiğe dokunamayacaktır. Ateşkesin garantisi Öcalan ve kadınlardır. Olur mu derseniz bunun önünde büyük engeller var. Ama yine de “hayırlı rüya görmek” iyidir.
Ateşkes ülkede herkesin şikayet ettiği, “sınıfsal karşıtlığı” değil, ırksal, dinsel, mezhepsel ve erkek egemen “kutuplaşmayı” yumuşattığı ölçüde, devlet de, iktidar da, PKK de ortak çatışmasızlık hedefine daha kararlı adımlarla yürür, şu anda demokratikleşmeye hazır olmayan devlet ve iktidar ateşkes sürecinde çatışmalar sona erdiği için, demokratikleşme talepleri karşısında bugün olduğu gibi “ama terör var” gerekçesine sığınamaz hale gelir.
Sonuç olarak:
Ateşkesin garantisi Abdullah Öcalan’ın özgürlüğüne bağlıdır. Özgür olmalıdır.
Ateşkesin garantisi “savaş ve nefret dilinin” son bulmasına ve Türk-Kürt kardeşliğinin yeniden inşasına bağlıdır. Kardeşlik kazanmalıdır.
Ateşkes Kürt-Türk tüm şehit annelerinin, eşlerinin, kızkardeşlerinin birbiriyle kucaklaşmasıyla barışa dönüşebilir, erkek egemen intikamcılık ancak kadınlar tarafından aşılabilir. Aşılmalıdır.
Geriye kalan soru şudur: PKK demokratikleşme süreci ne kadar ilerler ve derinleşirse, o kadar silahsızlanmaya hazır olacaktır, ama acaba devlet ve iktidar demokratikleşme yolunda somut adımlar atacak mıdır?
İşte şu anda cevabı henüz netleşmeyen soru budur ve bu soru netleşmedikçe barış da ne yazık ki, gerçekleşmeyecektir.
Ne yapmalıyız?
Barış ve demokrasi için mücadelemize devam etmeliyiz.