Tecrit sadece İmralı ve zindanlarda değil, toplumun tüm kesimlerine yayılmış ve halkları nefes alamaz hale getirmiştir. Biz inşaat işçileri de tecridi iliklerimize kadar yaşıyoruz dersek abartmamış oluruz.
Zindanlarda yaşanan hak ihlallerine baktığımızda, ülkenin tamamının resmini görürüz. Adeta turnusol kağıdıdır zindan politikaları. Baskının, otoriterleşmenin artığını, zindanlarda yaşananlara bakınca görürsünüz aslında. Zindandakiler kendi yol ve yöntemleri ile bu baskılara bir cevap verirler ve bu ne kadar toplumun diğer kesimleri ile ortaklaşırsa o oranda da karşılık bulur.
Baskı artınca sadece bir alana değil tüm toplumsal dinamiklere karşı artar. Buna karşı iki yol vardır; ya teslim olmak ya da kendi gücün oranında bunlara cevap verebilmek. Tecrit bu toplumsal dinamikleri birbirinden kopartır. Herkesi kendi kabuğuna çekilir hale getirir. Bir biriyle bağı teması olmayan her dinamikte toplumsal olarak gerilemeye mahkum olur.
Söylediklerimiz kadar söylemediklerimizden, yaptıklarımız kadar yapmadıklarımızdan da sorumluyuz.
Geçtiğimiz günlerde İtalya’da liman işçileri Yemen’e gidecek olan gemiye silah yüklemedi ve eylemler gerçekleştirdi. Kararlı bir şekilde davranarak Yemen’de yaşanan ölümlere ortak olmak istemediler. Liman işçilerinin eylemlerine savaş karşıtı hareketler de destek verdi, kitlesel protestolar yaptılar. Bildiğimiz kadarıyla liman işçilerinin sendikal örgütlülükleri o liman da güçlü idi. Burada kazandıkları, sağlamlaştırdıkları örgütlülüklerinin gücüyle silah sevkiyatı durdurdular.
Hatırlarsanız buna benzer bir durum mutlak tecridin dayatılıp çatışmalı sürecin başladığı dönemde “Bu suça ortak olmayacağız” bildirisi imzalayan akademisyenler ardından yapılan ve çok da karşılık bulmayan 1 günlük iş bırakma eylemi gerçekleştirmişti. OHAL sürecinin başlamasıyla birlikte yüzlerce akademisyen yargılandı ve sadece barış isteyen akademisyenler tutuklandı. Barış imzacıları ile birlikte emeğin bu sürece bir refleksiydi. Yapılan bu hamle çok anlamlıydı, lakin barış imzacılarına karşı yapılan bu kıyıma gerekli cevabı verebilmiş değiliz.
Biz, bu saldırı dalgasına kendi cephemizden güçlü bir cevap veremediğimiz gibi toplumsal muhalefetin diğer kesimlerinde de güçlü bir karşı koyuş gerçekleşmedi.
Tek adam rejimi inşa edilirken emek hareketide bundan nasibini aldı. Kendi sorunlarına bile sahip çıkamaz hale gelmiş durumda. Şu bir gerçek ki baskı ve sindirme operasyonları ile birlikte kendi özlük haklarına da sahip çıkmakta sorunlar yaşanmakta. Bunu 1 Mayıs meydanlarında çok net gördük diyebiliriz. Sendika kortejlerinden daha coşkulu ve kitlesel olan diğer toplumsal dinamiklerdi.
2015 sonrası savaş politikalarının artması ve ekonominin bu dönük şekillenmesi bu gün yaşanan krizin belli başlı sebeplerinden biridir. Örtülü ödenekten çetelerin finanse edilmesi, savunmaya ve savaşa bütçenin büyük bir kısmının aktarılması işçilere, emekçilere, yoksul halka açlık ve işsizlik olarak yansıdı. Elbette ekonomik krizin başka etkenleride var. Yanlış uygulanan ekonomik proğramlar, krizin uluslararası boyutu. AKP Genel Başkanı zamlardan şikayet edenlere söylediği bir merminin fiyatı ne kadar açıklaması bile tek başına ülkenin içinde bulunduğu krizine ciddi bir etkisi olduğunun göstergesidir. Ekonomik ve siyasal krizin sonucu olan işsizlik biz inşaat işçilerini de ağır bir şekilde etkilemiştir. Son bir yıllık süreçte işsizler ordusuna katılan yaklaşık 800 bin yeni işsiz inşaat işçileridir. Dışarıdaki milyonları bulan işsizler ordusunun varlığı ve hükümetin açıktan uyguladığı patron yanlısı tutumundan güç alan inşaat patronlarıda daha pervasız davranmaya başlamıştır. Şantiyeler özellikle siyasal iktidar açısından kritik olan şantiyeler adeta toplama kampını andırmaktadır. Özellikle son süreçte arkadaşlarımızın dinlediği müzikten okuduğu kitaba, yaptığı sosyal paylaşımlara adeta aldıkları nefese dair dikkat edilmekte. Yüzlerce muhalif olma potansiyeli taşıyan işçi sırf bu durumdan kaynaklı çalışma hakkı elinden alınmakta. Bu alandaki örgütlülük de zayıf olduğundan gerekli karşılığı verme noktasında eksiklikler yaşanmaktadır. Dün bu savaş politikalarına karşı toplumsal tepkiyi vermiş olsaydık bugun krize ve işsizliğe karşı daha net mücadeleyi büyütebilirdik. Bugun kendi sorunlarımız etrafında örgütlenip mücadeleyi büyütmüş olsaydık, tecride karşı verilen mücadeleyide ortaklaştırıp toplumsal bir harekete dönüştürebilirdik.
Her şeye rağmen bugün bir şekilde süren mücadeleye olanaklarımız doğrultusunda omuz vermeliyiz. Tecridin olduğu bir yerde ne demokrasiden ne de ekonomik haklardan bahsedemeyiz. İşçilerin mücadelesini, demokrasi mücadelesinden ayrı düşünemeyiz. Patronlarla aynı gemide değiliz.