Yazar Ayşegül Devecioğlu ile son romanı ‘Kuma Daireler Çizen’ hakkında konuştuk:
Polisiye çok sevdiğim için polisiye yazmanın eğlenceli bir şey olabileceği fikri vardı kafamda, gerçi pek de öyle olmadı. Hikâye siyasi polisiye formunda daha iyi anlatıldı diyelim, ama neden polisiye yazdın sorusunun tek bir cevabı yok. Mahkemede sorulsa ‘pişman değilim’ derdim
Ahmet Güneş
Hayatta gördüğümüz bazı şeyler bazen bizi başka yerlerde bir karşılaşmaya davet eder çünkü hayat yansımasını elbette yakalar. Gündelik yaşam içerisinde gördüklerimiz, şahit olduklarımız ya da duyduklarımız sanatta kendine yer bulabiliyor. Hayat biraz da kitaplarda yazılanlardır diyebiliriz.
Yazar Ayşegül Devecioğlu, ‘Kuma Daireler Çizen’ adında polisiye bir roman yazdı. Roman Türkiye’de ancak haberlerde gördüğümüz olayların bir aile hikayesi üzerinden kurgulanması olarak okurunu bekliyor. Kesişen ama sıklıkla değişmeyen insanlık halleri Devecioğlu’nun bu romanında kendini gösteriyor. Aile-devlet ve mafya ilişkisi üzerinden bir Türkiye yakın tarih okumasını bizlere sunan Devecioğlu, siyasi polisiye olan bu romanla bizi hem hatırlamaya çağırıyor hem de birçok şeyin birbiri ile bağını gösteriyor. Okuru sıkmadan ve çok uzatmadan akıcı dille Kuma Daireler Çizen romanını yazan Devecioğlu ile konuştuk.
- İlk önce Ayşegül Devecioğlu neden polisiye bir roman yazdı diye sormak istiyorum.
Polisiye meraklısı birçok yazar, eninde sonunda bunu yapıyor galiba. Birçok imkânı aynı zamanda birçok sınırı ve kısıtlılığı da olan bir tür polisiye. Kafamda ya da daha doğrusu içimde büyüyen hikaye kendi formunu buldu da diyebilirim ki büyük ölçüde doğru olur bu. Bir yandan da beni de derinden yaralayan bir hikâye anlatırken polisiyenin nasıl diyeyim, kendimi bir tür zapturapta almama, oyunla kandırmama, konuyu yenilir yutulur hale getirmeme de faydası oldu. Aynı hikayeyi başka türlü yazmaya çalışsam daha yaralayıcı olurdu. Dikkat edilmesi gereken teknik ayrıntılar, kurguda türün gerekliliklerini bir ölçüde de olsa yerine getirme kaygısı falan yazma sürecini ehlileştirdi. Polisiye çok sevdiğim için polisiye yazmanın eğlenceli bir şey olabileceği fikri vardı kafamda, gerçi pek de öyle olmadı. Hikâye siyasi polisiye formunda daha iyi anlatıldı diyelim, ama neden polisiye yazdın sorusunun tek bir cevabı yok. Mahkemede sorulsa “pişman değilim” derdim, bu da yazım süreci hakkında bir fikir veriyordur.
- Roman pek çok konuya değiniyor aslında. Kadınlık halleri de var, aile ilişkileri meselesi de var. Özellikle şu günler de bu meseleler daha çok gündem oldu. Tesadüf mü oldu yoksa bu meseleler aslında hep hayatımızda mıydı?
Hep hayatımızda olan ama hayatımızda olduğuna dair kesin belirtiler ortaya koymayan zaman zaman sezdiğimiz, bazen yakaladığımız ama hemen ardından unuttuğumuz çok şey var. Edebiyat da zaten, farkında olmadan hayatımızı belirleyen şeyleri hissettirir bize. Öte yandan memleketin kavrulduğu meseleler bunlar ve günümüzde geçen bir siyasi polisiyede yer almaları adeta kaçınılmaz denebilecek durum. Tıpkı kadınlık halleri gibi, tüm hayatımızı etkileyen ancak politikleştirerek varlığını yerli yerine koyduğumuz.
- Roman bana katmanlı geldi, polisiyenin dışında bir katman. Bir aile üzerinden devlet-mafya ilişkisine değiniyorsunuz. Aile-devlet ve şirket yönetimi gibi?
Evet tıpkı ve iyi ki hayatta da olduğu gibi çok katmanlılık var. Katmanlardan birisi kadının anne olarak varlığı sonra eski kocasıyla ilişkisi. Bunlar polisiye kurguyu da taşıyan bir karakter yaratıyor, onun için romanın güçlü bir katmanı herhalde ve mafya cinayeti ile kadının kızıyla ilişkisi hikâyeyi çökertmeden neredeyse parmağının ucunda dengede duruyor, tabii burada yazar olarak risk almak gerekiyor, ağırlık merkezini nasıl koruyabilirim, polisiyenin sınırlarını nereye kadar zorlayabilirim.
Öte yandan tamamen başka bir yol da açabilir bu soru romanla doğrudan ilgili olmayan çünkü ailenin de devletin de şirketin de piyasalaşma ve metalaşma bağlamında belki eskisinden çok daha fazla benzer hale geldiği bir dönemde yaşıyoruz, Otorite ilişkileri açısından devlet ve aile toplumu kontrol altında tutmanın yolu ayrıca. Paternalizmin doruk noktasında olduğu bir yönetim biçimi var bugün ülkede. Ayrıca aile kavramı altında erkek kadın ve çocukları kontrol altında tutuyor.
- Hem güncel meselelere değiniyorsunuz ama aslında geçmişe de göndermeler ve hatırlatmalar var birçok yerde. Hem bir eleştiri hem de unutulmaması üzerinden okudum. Okura bir hatırlatma edebiyatı da yapıyorsunuz. Hafıza mevhumu önceki kitaplarınızda da var. Hafıza sizde önemli bir yer diyebilir miyiz?
Hafıza geçmiş zamanlarda duran, oralara gitmek istediğimizde zorunlu olarak uğradığımız bir alan değil, bugünde yer tutuyor. Evet kaybedilmeye çalışılanı korumaya, onu elimde, yanımda, yöremde tutmaya çalışıyorum ama bu sadece edebiyatın meselesi değil, siyasi bir mesele aynı zamanda. Aslında hatırlama ve unutma kavramlarının benim açımdan uzunca bir süredir anlamları zayıfladı. Bu iki kelime ya da kavrama sığdırarak anlatmaya çalıştığımız şeyler çok fazla, oysa olan biteni açıklamakta yeterli değiller. Ben bazı şeylerin hiçbir zaman unutulmadığına inanıyorum, edebiyatla yeni hatırlama biçimleri yaratmaya çalışıyorum, bunu en çok kendim için yapıyorum. Kimi kez daha az yaralayıcı, kimi kez daha ucu açık. Hem bir tür şifa arayışı, bir yandan tarihe teslim etme, bir yandan an’da parlatma çabası ki bunu yapabilecek olan galiba yalnızca edebiyat.
- Romanlarda özellikle de polisiye romanlarda bazen maddi hatalar ortaya çıkabiliyor. Kuma Daireler Çizen’de bu yok. Nasıl bir yol izlediniz ya da nerelerden faydalandınız?
Konunun uzmanı diyebileceğimiz kişilerden yardım aldım öncelikle, iyi bir polisiye okuru olmamın yararı olmuştur, polisiye okuru maddi hatayı hemen fark eder. Bir de televizyon kanallarındaki polisiye dizileri sürekli izliyorum, maddi hataların inandırıcı olmayan kurguların nasıl izleyiciyi hikâyeden kopardığını kendimden biliyorum. Bu işte en çok bundan korktum diyemem ama maddi hata yapmaktan korktum. Bu korku yararlı oldu. İnce eleyip sık dokudum. En ufak ayrıntıyla ilgili yüzlerce sayfa okudum, yanından değen, ilk bakışta ilgisizmiş gibi görünen konularda bile. Kriminal âlemin özgün bir terminolojisi var, bu bana pek de yakın değil elbette, o yüzden bu terimleri doğru kullanmak için çok fazla okudum ve araştırdım. Akla hayale gelmez ayrıntılar var çünkü. Zevkli de oldu, hızlı okumalar bunlar araya sıkıştırılabiliyor, çok zaman almıyor. Mutlaka, eklemem gereken, yayınevinin editörünün güven verici varlığı, bazen karşılıklı zahmetli olabilse de iyi bir editörlük yazarlar için bulunmaz nimet, benim böyle bir şansım oldu.
- Güncel pek çok konuya değiniyorsunuz, Milli Görüş, petrol-enerji hatları, uyuşturucu, mafya, AKP hatta geçmişe gidip Deniz Feneri meselesine değiniyorsunuz. Bir okur olarak merak ettim, ne kadar sürede yazdınız bu romanı?
Ne yazdığınıza ilişkin bir rota belirlemek önemli. Yani bir kutup yıldızı. Bununla beraber politik bir insanım, politik faaliyet içindeyim, bunlar büyük ölçüde haberdar olduğum ve bir görüş sahibi olduğum konular. Petrol- enerji hatları meselesi. Evet bu konuda çok fazla okudum. Tabii yeni bir gözle bakıyorsunuz, düşünüyorsunuz. Ama bunlar ne kadar sürede yazdınız, sorusunun yanıtı değil. Esas mesele bu işlerin döndüğü dünyayı dile sığdırmak, imgeyi yaratmak, diyelim kaba malzemeyi bir edebi metne dönüştürecek duyguyu yakalamak, yani onu malzeme olmaktan çıkarmak, başka bir biçime sokmak, ele geçirmek belki. İşte o noktada zaman kavramıyla işimiz sarpa sarar. Zihnin yazara malum olmayan yanlarını da temsil eden metinle yazar arasında kimi durumlarda hasmane diye tarif edebilecek karmaşık bir ilişki var. Sizi daha önce kestiremediğiniz yerlere götüren bir süreç yazma süreci. Oluşmakta olan, beliren ama birçok yanıyla henüz ele avuca sığmayan hikâyenin dile sığdırılması, dil derken kelimelerden değil daha hem enlemesine hem boylamasına daha derin ve geniş bir alandan söz ediyorum, klavye başında geçmiyor. Hatta çoğu zaman yazı masasının ya da kadınlar her nerede yazabiliyorsa oranın dışında. Kaldı ki belki yıllardır yazıyordum bu hikâyeyi, bir yerde karar veriyorsunuz dünyanın tam göbeğinde durup bu metin araçlığıyla temas etme, dünyanın en kırılgan varlığı, en yalnız ve en kalabalık varlığı olarak orada durup, yazıya dökme cesareti gösteriyorsunuz.
- Romanı yazarken ya da düşünürken nasıl bir araştırma-okuma yaptınız?
Bu konuda söylediğim gibi çok iyi uzmanlardan destek aldım, kitabın teşekkür bölümünde yazıyor. Ama uzmandan yardım alabilmek için konuya hakim olmanız gerekiyor. Didik didik mafya çete uyuşturucu konularına ilişkin okudum, araştırmalar, makaleler, haberler vb. Milli Görüş külliyatını bir kere daha devirdim. Devletin narkotik raporlarını, internetten ulaşabildiğim ya da bunun dışındaki yollardan edindiğim her türlü kriminal rapor ve malzemeyi okudum. Tabii bir yakın tarih okuması elzemdi, ayrıca güncel olduğu için ayrıntılı bir tarihlendirme çalışması yaptım.
- Bundan sonra da polisiye yazacak mısınız?
Yazıyorum, elim daha rahatladı. Kuma Daireler Çizen’de polisiye kurgunun da bir ölçüde inandırıcılığını borçlu olduğu baş kurgusal varlık yani anne ve zorunlu dedektif olan kadının karakterini şekillendirirken ince ince çalışmıştım. Şimdi elimde aslında neredeyse temeli atılmış diyeceğim bir yapı var, o nedenle ilerlemek daha kolay oluyor, ama bu kez de ele aldığım konu öncekinden bile netameli.
- Son olarak ne söylemek istersiniz?
Son olarak, son diye bir şey olmadığını söylemek isterim. Şaka bir yana, zamanın içinde kaybolmamak için, sonlara, başlangıçlara ihtiyacımız var evet ama yanıltıcı, hatta engelleyici olabildiğini hissediyorum kimi zaman. Çok fazla son, çok fazla başlangıç var. Bu kelimeleri, ne desem, bu kadar bol keseden kullanmamak mı lazım, zamandan da büsbütün kovulmamak için.
Bu söyleşinin sonunda ise, ülkede sermaye- iktidar- çete- mafya yapılanması kendisini büyük ölçüde Kürt sorunundaki çözümsüzlük üzerinden var ediyor. Bu nedenle yurttaşlar olarak tüm belirsizliğine ve herkesin duyduğu haklı kaygılara rağmen beliren barış imkânına (elbette sadece bu nedenle değil, barış çok güzel bir şey olduğu için, bütün canlılar için yaşamsal bir hak olduğu için) barışı demokratikleşmeyle sarıp sarmalayarak sıkı sıkı tutunmalıyız diyorum. Bazen insan tek bir söz hakkı kalsa, kullanacak tek nefesi olsa bütün oyunlardan kaçarak en sade, en fazla kullanılmış en yorgun kelimeye sığınabiliyor.
Ayşegül Devecioğlu kimdir?
1956 doğumlu. İstanbul’da yaşıyor. 1977 yılında Ortadoğu Teknik Üniversitesi’nden öğrenimini tamamlayamadan ayrıldı. 1986’dan sonra gazete, dergi ve televizyonlarda çalıştı. Çeşitli dergilerde makaleleri, denemeleri yayımlandı. Ağlayan Dağ Susan Nehir romanıyla 2008 Orhan Kemal Roman Armağanı’nı, Anatomi Dersi kitabıyla da 2023 Sait Faik Hikâye Armağanı’nı kazandı.
Kitaplar:
- Kuş Diline Öykünen, 2004
- Ağlayan Dağ Susan Nehir, 2007
- Kış Uykusu, 2009
- Başka Aşklar, 2011
- Ara Tonlar, 2015
- Güzel Ölümün Öyküsü, 2019
- Arkası Mutlaka Gelir, 2020
- Anatomi Dersi, 2022
- Kuma Daireler Çizen, 2024