• İletişim
  • Yazarlar
  • Gizlilik Politikası
11 Aralık 2025 Perşembe
Sonuç Yok
Tüm Sonuçları Görüntüle
ABONE OL!
GİRİŞ YAP
Yeni Yaşam Gazetesi
JIN
  • Anasayfa
  • Gündem
    • Güncel
    • Yaşam
    • Söyleşi
    • Forum
    • Politika
  • Günün Manşeti
    • Karikatür
  • Kadın
  • Dünya
    • Ortadoğu
  • Kültür
  • Ekoloji
  • Emek
  • Yazarlar
  • Panorama
    • Panorama 2024
    • Panorama 2023
    • Panorama 2022
  • Tümü
  • Anasayfa
  • Gündem
    • Güncel
    • Yaşam
    • Söyleşi
    • Forum
    • Politika
  • Günün Manşeti
    • Karikatür
  • Kadın
  • Dünya
    • Ortadoğu
  • Kültür
  • Ekoloji
  • Emek
  • Yazarlar
  • Panorama
    • Panorama 2024
    • Panorama 2023
    • Panorama 2022
  • Tümü
Sonuç Yok
Tüm Sonuçları Görüntüle
Yeni Yaşam Gazetesi
Sonuç Yok
Tüm Sonuçları Görüntüle
Ana Sayfa Manşet

BAAS zindanından Rojava Devrimi’ne (2)

11 Aralık 2025 Perşembe - 23:00
Kategori: Manşet, Ortadoğu, Söyleşi
BAAS zindanından Rojava Devrimi’ne (2)

Esad’ın işkence merkezinde 3 yıl kalan Oğuz Yüzgeç ve Sercan Üstündaş, gazetemize konuştu:

  • Samimiyetle söyleyebilirim ki, tutuklu bulunan genç-yaşlı bütün Kürtler Kemal Pir ve Mazlum Doğan’ın adını ezbere biliyordu. Benim uzun süre hapis yatacağımı bildiklerinden hep bu iki devrimciden örnekler vererek bize moral vermeye çalışıyorlardı
  • Bir vakit QSD hapishanesinde de kalan bir IŞİD’li bizim koğuştaydı ve gözleriyle oturduğu yerde namaz kılıyordu. Namazı bittikten sonra yanıma gelerek ‘QSD hapishanesinde kaldığını ve orada Sakine Cansız’ın kitabını okuduğunu’ söyledi. ‘O kadın dayandıysa biz de dayanabiliriz’ diyordu

 Deniz Bakır

Söyleşinin bu bölümünde Sercan Üstündaş ve Oğuz Yüzgeç’in değerlerine tutunarak işkenceler içinde geçen günlerini ve çarpıcı insan hikayelerini; işkence merkezinden çıkış-kaçış hikayelerini ve devrim topraklarına, Rojava’ya dönüşünü okuyacaksınız. Filmlere, kitaplara konu olacak hikayelerden biri onlarınki. Büyük acılar ve bedeller pahasına yaratılan devrimin özgürlükle sona eren hikayesi bize devrime niçin sahip çıkmamız gerektiğini bir kez daha hatırlatıyor.

  • Yaşadığınız fiziksel ve psikolojik işkencelerden sizi en çok derinden etkileyen hangisiydi?

Oğuz: Kendi adıma şunu söyleyebilirim ki, benim için katlanılması en zor olan işkence, bana yönelik uygulanan fiziki ya da psikolojik saldırılar değil, askerlerin diğer tutukluların onurunu ve haysiyetini kırmak amacıyla yaptıkları ve yine hapishanenin günlük akışı içerisindeki uygulamalarıdır. Çünkü biz, kendimize yönelik işkencelerde bir biçimde kendimizi fikren ve ruhen diri tutmayı başarıyorduk. Ama diğer tutuklulara yapılan işkenceler ya da koğuşlarda inşa edilen hayat bizi daha çok zorluyordu.

Örneğin BAAS rejimi, bütün koğuşların sorumlularını IŞİD’liler arasından seçiyordu. Bu ikisi arasında tam bir işbirliği vardı. BAAS rejiminin işkencelerini o küçücük hücrelerde IŞİD’liler sürdürüyordu. Tutukluların elbiselerini çalarak askerlere veriyor, zaten çok az olan yemeklerine el koyuyor, zaman zaman tutuklulara şiddet uyguluyorlardı.

Örneğin insanlar susadıkları zaman tek sıra halinde diziliyor ve bu IŞİD’li koğuş sorumlusu elindeki şişeden insanların ağzına su döküyordu. Yani insanların ne kadar su içeceğine bile bu IŞİD’liler karar veriyordu. Koğuşlara ilk girdiğimiz zaman bizlere de adeta hayatı ikinci defa zindan etmek istediler, hatta tuvaletin önünde yatmaya zorladılar ancak birkaç kavgadan sonra uzak durmaya başladılar.

Yine katlanması en zor anlardan bir tanesi tutukluların birbirlerine işkence yapmaya zorlanmasıydı. Çoğu zaman askerler, birbirinizi dövün diye emir veriyordu ve seçilen kişiler bütün koğuşa ya şiddet uyguluyor ya da çıplak insanların üzerine kovalarla soğuk su döküyordu.

Belki söylemesi çok zor ama verilen cezalardan bir tanesi de koğuşta “huzuru bozan” kişinin tuvalete kapatılması ve insanların idrarlarını bu kişilerin üzerine yapmaya zorlanmalarıydı. Bu katlanması çok zor olduğu gibi birçok cihatçının bunu kahkahalarla yapıyor olması tam bir sinir harbine neden oluyordu.

  • Diğer tutuklulara dair nasıl gözlemleriniz oldu. Akılda kalan çarpıcı hikayeler var mı?

Sercan: Filistin Şubesi, Suriyelilerin rejim ile en keskin karşı karşıya kaldıkları merkezlerden biri idi. Burada insanlar itiraflara zorlanıyor, işkence görüyor ve Sedneya veya diğer hapishanelere sevkleri yapılıyordu. Biz yabancılar için ise fiilen bir yeraltı zindanıydı. Güneş görmemenin ve ışıklandırmaların çok loş olduğu hücrelerde-koğuşlarda havasızlık da ciddi problemdi. Oraya getirilen astım hastaları için ölmek dışında seçenek yoktu. Şu an hatırlamaya çalışıyorum, kollarımda ölen en az 5 astım hastası vardır. Bütün koğuşlarda durum benzerdi.

Bir diğer toplu ölüm sebebi koleraydı. 90-100 kişi aynı tuvalet musluğundan su içiyor, bulaşık yıkıyor, çamaşır yıkıyor, banyo yapıyordu. Verilen yeşil sabun ise çok yetersizdi. Bütün bu temizlik işlerini aynı sabunla yapıyorduk. Yani ben 3 yıl boyunca aynı yeşil sabunla başımı, vücudumu, dişlerimi, elbiselerimi, plastik yemek kabımı ve bazen hücreyi yıkamak zorunda kalıyordum.

Bir gün havanın nemlenmesinden dışarda yağmur yağdığını anladık. Çok şiddetli olmalıydı. Ben yağmur kokusunu hayata dair bulduğum için epey sevinmiştim. Ama sevincim kursağımda kaldı. Biraz sonra tuvalet deliğinin taştığını ve koğuşa kanalizasyondaki suların boşaldığını gördük. Kapatamadık. Koridorlarda da sular yükseliyor ve koğuşa akıyordu. Yani bütün yeraltı katını pis su basıyordu. Zaten yerde yatılıyordu, yatak-ranza türü şeyler yoktu. Battaniyelerimiz ve tüm giysilerimiz pislik içinde kaldı. Kapılara vurduk ama gardiyanlar üst kata çıkmış, bizi kendi halimize bırakmıştı. O gün uyumadan pis suların içinde çırpındık. Yaşlılar mecburen suyun içinde uyudu. Beter bir çaresizlikti.

Koğuştaki en kıdemli kişi ben olmaya başladığımdan sonra (yani 1 yılı geçtikten itibaren) koğuşun fiili sağlıkçısı da ben oldum. Yaptığım iş kolera günlerinde öleceğini tahmin ettiğim kişileri tuvalete yakın yatırmak ve susuz kalmamalarını sağlamaktı.

  • Birçok insanın hayal etmekte bile güçlük çekeceği şeyler yaşamış, şahit olmuşsunuz. Her anın işkence olduğu, belirsizliklerin ve yalıtılmışlığın baskın hale geldiği bir ortamda nasıl kendinizi korudunuz?

Oğuz: Belirsizlik ve bilinmezlik, umudu kemirmeye çalışıyordu. İlk ay sorgulandık ve sorgunun ardından “eğer konuşmaya karar verirseniz askerlere haber verin” diyerek bizi koğuşlara aldılar. O günden sonra bir kez olsun hiç kimseyi görmedik. Kimse yaşayıp yaşamadığımızı sormak için dahi yanımıza gelmedi. Üstelik yanımızdaki koğuş ve hücrelerde 24-25 yıldır kalan tutukluların olduğunu artık biliyorduk. Günü, zamanı bilmeden vakit geçiyordu ve bizim de akıbetimizin böyle olmaması için hiçbir neden yoktu.

Tüm bu koşullar altında insanın önünde iki yol bulunuyor. Ya kesin bir çöküş ya da inançlarına daha güçlü bir şekilde bağlanmak. Bunun ortasının olmadığı bir denklem. Benim içinde sanırım ikincisi oldu ve inançlarımıza, değerlerimize daha güçlü bağlandık. Her zorlu durumu bu inancımızı güçlendirmenin vesilesi yapıyorduk.

Örneğin ben bir yoğurt kabının alüminyumu ile kalem yapmıştım ve her gün sıvası dökülmemiş bir duvar parçasına gizli gizli şiirler ve insana direnme gücü aşılayan sloganlar yazıyordum. Gözlerimi kapatarak devrimci marşlar söylüyor, yeni şiirler ve marşlar yazmaya çalışıyordum. İki günlük ekmeğimi takas ederek edindiğim kırmızı bir tişörtüm vardı. 1 Mayıs ve Newroz gibi günlerde bayrak niyetine o tişörtü giyiyordum.

Ayrıca yanıma zaman zaman Efrîn ve Kobanêli Kürt tutuklular geliyordu. Bu tutuklular yurtseverdi ve onlarla adeta gizli bir komün gibi yaşıyorduk. Elimizdeki sınırlı yemeğimizi paylaşıyor, birbirimizin bitlerini temizliyor ve hastalanınca da birbirimizin başında bekliyorduk. Bir süre sonra IŞİD’liler bize karışamadığı için kısık sesle de olsa Kürtçe türküler ve marşlar da söylemeye başlamıştık.

Ve Kürt halkının değerlerine bağlılığına da bir kez daha tanıklık ettim. Samimiyetle söyleyebilirim ki, tutuklu bulunan genç-yaşlı bütün Kürtler Kemal Pir ve Mazlum Doğan’ın adını ezbere biliyordu. Benim uzun süre hapis yatacağımı bildiklerinden hep bu iki devrimciden örnekler vererek bize moral vermeye çalışıyorlardı. Tüm bunlar bu kirli dünyanın içerisindeki güzel anlar oldular.

  • Hikayenizin en canlı ve mutlu bölümlerinden biri de oradan çıkış, kaçış hikayeniz galiba. Nasıl oldu, ne hissettiniz?

Sercan: Aralık ayında koğuşa yeni birileri getirilmedi. Gardiyanların da halinde bir gariplik hissediliyordu ama dışarıda ne olup bittiğine dair bir fikrimiz yoktu. Her gün sabah ve akşam sayımı yapılırdı. O gün akşam sayımına gelmediler ve sonra fark ettik ki hapishaneyi terk etmişler. Yani biz mahkumlar saatlerce gardiyansız bir hapishanede kaldık. Dışarıda silah sesleri yükselince acaba hapishaneye yönelik silahlı bir saldırı mı var diye düşündük. Hala Şam’ın düşürüldüğünden habersizdik. Sesler yaklaştı ve “Allah-u Ekber” nidaları yükseldi. Artık netti. Kapımızın kilidini balyoz ile kırdılar ve siz ne mahkumlarısınız diye sordular. Koğuştaki HTŞ, SMO ve IŞİD militanları hemen durumu kavradı ve dışardan gelenlerle kucaklaşmalar başladı. Bütün koğuş “Allah-u Ekber” diye bağırarak koridora çıktı.

Ben kapıyı kıranların Türkiye destekli HTŞ olduğunu anladım ve hatta işin içinde Türk askerleri de vardır diye hemen kendimi sakladım. 2000’e yakın mahkûm ve dışarıdan gelen yüzlerce HTŞ’li ile koridorlara taştık.

Ben Oğuz’un kaldığı koğuşu bulmaya çalıştım. Oğuz ile 3 yıl boyunca ayrı yerlerde tutulduk ve son dönemde birbirimizden haber de alamamıştık. Gördüğüm insanlara sorarak ve bağırarak aramaya başladım. O sıra da bazı yabancı esirlerle de karşılaştım. Sesimi duyan geliyor ama ben Oğuz’u bulamıyordum. Hapishane boşalmıştı neredeyse. Üst kata çıktım. Bana işkence yapılan odada işkence aletleri vardı. Yerde duran parçalanmış Esad resmine bir tekme de ben savurdum. Sonra hapishaneden çıktım.

Yalın ayak ve yırtık elbiselerle idim. Filistin Şubesi’ne en yakın yola çıktım. Bir kamyonet durdu ve şoför daha biz söylemeden mahkûm musunuz diye sordu. Ben hikayemi şöyle kurguladım: Kobanêli bir sigara kaçakçısı olduğum için tutukluydum ve şimdi Kobanê’ye gitmek istediğimi söyledim. Adam gel bizim mahalleye, sonra bakarız dedi. Beni Şam’ın Kisva bölgesine kadar götürdü. Mahallede kutlamalar vardı. Adam beni kitleye gösterip “Bu 3 yıl Filistin Şubesi’nde kalmış. Ben getirdim” dedi. Millet sarılmak istiyordu ama ben üzerimde bitler olduğunu söyledim. Beni hemen bir evin hamamına soktular. Yaşlı bir adam elinde lif ile gelip beni yıkadı. 3 yıl sonra ilk defa sıcak su ve şampuan ile yıkanmak keyifliydi tabii. Hamamdan çıkıp evin salonuna geçtim. 3 yıldır aynada kendimi görmediğim için ayna istedim. O an kendime baktığımda sakallarımdaki ve saçlarımdaki beyazların arttığını görünce üzülmedim değil.

Evdekiler bana epey yardım etti. Kobanêli bir Kürt olduğum için Arapça’yı az bildiğimi anlattım. Türkiyeli olduğumu söylersem beni Türkiye’ye teslim ederler diye çekiniyordum. Neyse ki öyle bir şey olmadı. Hapisteyken Şam’daki Kürt mahallelerin adını öğrenmiştim. Zorava’da akrabalarımın olduğunu uydurdum. Onlar da tamam gidelim dedi. Bu arada telefon ile bazı bağlantılar kurdum. İnsan zora düşünce hafızası canlanıyor. Hızlı bir şekilde kendimi Kürt mahallesine attım. Mahalledekiler hapishanelerden arkadaşların çıktığını biliyordu. Efrînli yurtsever bir ailenin evine misafir edildim. O eve iki gün sonra Oğuz da geldi. Benim hikayeme benzer şekilde o da kendini Kürt mahallesine atmıştı.

Şam’dan Rojava’ya geçmek için bir süre HTŞ’nin sınırda ne gibi uygulamalar yapacağını izledik. Kaos hali vardı ve denetimler formaliteydi. Sınırı vurup geçtik. Rojava’ya döndüğümüzde sevinçliydik elbette. Yerin altından Güneş’in ülkesine geldik. Yoldaşlarımıza, halkımıza kavuştuk.

  • Rojava döndüğünüzde neler hissettiniz? O anları paylaşır mısınız?

Sercan: Hapishaneden çıktıktan sonra Şam’da kimliksiz bir kaçak olarak neler olabileceğinin tedirginliğiyle 1 hafta boyunca uyuz-ishal-zatürre gibi hapishaneden kalan hastalıklarla yaşadım. Özgürlüğümüze kavuşmuştuk ama hapishanenin fiziki etkileri sürüyordu. Evinde kaldığımız ailenin yanında şehit düşen ve düşmana esir düşen arkadaşlarımın haberlerini ilk defa okumuştum. Bu zordu. Ayrıca hapishane sonrası benim için yeni bir sınavdı. Her siyasi tutsak, hapishaneden çıkınca bir daha karar verir, mücadeleye devam mı yoksa düzene dönmek mi diye… O kargaşa anında Suriye’den çıkmanın koşulları da mevcuttu. Yani önümde başka seçenekler de vardı. Aklım ve yüreğim ‘tekrar Rojava’ dedi. Önceki gelişlerimizde olduğu gibi sımsıkı karşılandık. Özerk Yönetim temsilcileri, 3 yıl boyunca rejim ile iademiz üzerine yaptıkları mücadeleyi, olup bitenleri anlattı. Ama ben oraları pek dinleyemedim. Bahçelerimizdeki güllere, kapıda duran YPJ’li arkadaşa, duvarlara yeni asılmış şehit resimlerine, 3 yıldır içemediğimiz kaçak çayımıza bakıp durdum… Bize ait olana dönmüştük.

Oğuz: Rojava’ya tekrar dönmek, hapishanede geçirdiğimiz yılların en önemli motivasyon ve umut kaynaklarından birisiydi. Cehennemî bir dünyadan çıkarak tekrar Kürt halkı ve Rojava ile buluşabilmek bu öyküyü daha anlamlı getiriyor. Hapishaneden çıkışımızın ardından Rojava’ya dönene kadarki süreçte yaşadıklarımız bizler için unutulmayacak şeylerdir. Şam’dan başlayarak adımımızı nereye atsak orada Kürt halkının sevgisi ve yüce duygularıyla karşılaştık. Buna ilk defa tanık olmuyorduk ancak böylesi bir tutsaklığın ardından gördüğümüz sevgi ve dayanışma çok güçlüydü. Biz Suriye hapishanelerinde kalan 5 arkadaş birlikte geri döndük. Bu grubun içerisinde 3 yıl ile en az hapiste kalan bizdik. Bazı arkadaşlar 10 yıla yakın kalmışlardı. Aracımız Özerk Yönetim bölgesine geçtikten sonra birbirimize sarıldık. Bazı arkadaşların gözlerinden yaşlar geliyordu. İlk aylar boyunca bütün arkadaşlar sağlımızın düzelmesi ve kendimizi fiziki olarak toparlayabilmemiz için ellerinden geleni yaptılar.

  • Yaşadıklarınızın sizde bıraktığı duyguları söylemenizi istesek aklınıza ilk gelen ne olur?

Oğuz: Bu soruya bizimle aynı yollardan geçerek Rojava’ya gelen ve dahası bizim de önümüzü açan Suphi Nejat Ağırnaslı’nın son mektubu ile yanıtlamak isterim. O kendi hayatından çıkardığı derslerle “Her musibet kazanımcı olduğunda bir fırsattır” diyordu. Benim için de öyle oldu.

Doğrusunu söylemek gerekirse tutuklanmadan önce Rojava Devrimi ile ilgili enternasyonalist görevlerimin büyük ölçüde tamamlandığını düşünüyordum. Ancak BAAS hapishanelerinde geçen yıllar, insanın insan olmaktan çıkarıldığı bu kirli ve zulüm dünyasının ortasında Rojava Devrimi’nin önemini bir kez daha hatırlattı ve hatta yeniden öğretti. Bu devrimin yarattığı değerler Ortadoğu’da bir özgürlük vahasıydı. Bazı Arap tutuklular Rojava için “Kürtlerin hapishanesinde bile hayat Şam’dakinden daha iyi” diyorlardı. Rojava’ya düşmanlık etmiş olanlar dahi, Rojava’daki yaşam ve sistem hakkında kötü konuşamıyorlardı.

Daha ilginç bir anekdot paylaşmak istiyorum. Bir vakit QSD hapishanesinde de kalan bir IŞİD’li bizim koğuştaydı ve gözleriyle oturduğu yerde namaz kılıyordu. Namazı bittikten sonra yanıma gelerek “QSD hapishanesinde kaldığını ve orada Sakine Cansız’ın kitabını okuduğunu” söyledi. “O kadın dayandıysa biz de dayanabiliriz” diyordu.

Ayrıca şunu söylemeliyim, öylesine düşürülmüş ve aşağılık bir dünyaya hapsedilmiştik ki insanın en soylu eyleminin “devrim” olduğunu bu üç yılın her dakikasında hissettim. Öylesine çirkinliklere tanık olduk ki sosyalizmin yalnızca bir eşitlik ve özgürlük ideali değil ahlaki olarak da insanın toplumsal ve bireysel her türlü çirkinlikten arınma eylemi olduğunu daha güçlü gördüm.

  • Bir enternasyonalist ve sosyalist olarak Rojava Devrimi’ni savunmak için çıktığınız yolculuğun bu özgün durağı sizde bir değişiklik yarattı mı? Bu hikayenin kişisel olarak size ve genel devrimcilere dönük söylediği ne sizce?

Sercan: Esad rejimi hapishanesinde işkence altında ve insanlık dışı koşullarda 3 yıl boyunca esir tutulmamızı sömürgecilerin Kürt halkına ve devrimci-sosyalistlere yönelik saldırılarının bir parçası saydık ve direnmeyi bu değerlere bağlılığımızdan görev bildik. Onlara istediklerini vermemenin beni mücadelede tutmak olduğunu düşündüm hep. Gördüğüm işkencelerin bende BAAS rejimini yakından tanımak dışında bir etki yaratmadığını düşünüyorum. Bunu, düşman olarak bildiğim sömürgecilere karşı tutumumdaki yerden doğru söylüyorum.
Benim Rojava Devrimi ile buluşmam Türkiye devrimci hareketinin yarattığı enternasyonal mücadelenin izlerine basarak başladı. Aynı yerde durduğumu belirtebilirim. Yani bugün de Rojava’nın savunulması, desteklenmesi, yere göğe sığdırılamaması gerekir fikrindeyim. Ve hatta daha fazlası… Uzun yıllardır buradayım ve kendimi artık bir enternasyonalist destekçi değil, buranın bir parçası olarak görme noktasındayım. Rojava Toplumsal Sözleşmesi’nin halkçı, demokratik ve kadın özgürlükçü ilkelerinin savunucuyum ve bu beni doğallığında buranın yurttaşı yapıyor.

Devrimcilere mesajımın net olduğunu düşünüyorum. Rojava düşerse devrimciler kaybeder. ABD’nin ve tüm bölgesel güçlerin şans verdiği HTŞ’nin Rojava’ya masada kaybettirme hamlesine karşı Rojava bugün destek bekliyor. Rojava, Ortadoğu’nun yüz akıdır. Sadece çıkıp buraya gelerek de desteklenmez. Bulunduğumuz tüm alanlarda özsavunma, komünler, kadın devrimi, kooperatifler başlıkları ile mücadeleye yeni nefes yolları açarsak adı anılmasa bile Rojava ile buluşulmuş olacak.

Rojava Devrimi’nden Esad zindanlarına (1)

PaylaşTweetGönderPaylaşGönder
Önceki Haber

Sürece yönelik tehditler

Sonraki Haber

Şiddet ve ülkeyi savunmak

Sonraki Haber
Şiddet ve ülkeyi savunmak

Şiddet ve ülkeyi savunmak

SON HABERLER

Amaralı bilge ile sosyalizm yeniden

Amaralı bilge ile sosyalizm yeniden

Yazar: Reyhan Hacıoğlu
11 Aralık 2025

Sosyalistler doğru yere bakmalı; Manifesto ve yeni politik imkanlar

Sosyalistler doğru yere bakmalı; Manifesto ve yeni politik imkanlar

Yazar: Nazlı Buket Yazıcı
11 Aralık 2025

Amed Film Festivali: Bu seçki beklentimizin çok üstünde

Amed Film Festivali: Bu seçki beklentimizin çok üstünde

Yazar: Aziz Oruç
11 Aralık 2025

Muhalefet yol ayrımında

Gündemin dışından içine doğru

Yazar: Heval Elçi
11 Aralık 2025

Mezopotamya’nın kadim topraklarından suyla yolculuk   

Kapitalist sistemin Türkiye’deki 2. kritik eşiği: COP31

Yazar: Bedri Adanır
11 Aralık 2025

Şiddet ve ülkeyi savunmak

Şiddet ve ülkeyi savunmak

Yazar: Aziz Oruç
11 Aralık 2025

BAAS zindanından Rojava Devrimi’ne (2)

BAAS zindanından Rojava Devrimi’ne (2)

Yazar: Heval Elçi
11 Aralık 2025

  • İletişim
  • Yazarlar
  • Gizlilik Politikası
yeniyasamgazetesi@gmail.com

© 2022 Yeni Yaşam Gazetesi - Tüm Hakları Saklıdır

Welcome Back!

Login to your account below

Forgotten Password?

Retrieve your password

Please enter your username or email address to reset your password.

Log In

Add New Playlist

E-gazete aboneliği için tıklayınız.

Sonuç Yok
Tüm Sonuçları Görüntüle
  • Tümü
  • Güncel
  • Yaşam
  • Söyleşi
  • Forum
  • Politika
  • Kadın
  • Dünya
  • Ortadoğu
  • Kültür
  • Emek-Ekonomi
  • Ekoloji
  • Emek-Ekonomi
  • Yazarlar
  • Editörün Seçtikleri
  • Panorama
    • Panorama 2024
    • Panorama 2023
    • Panorama 2022
  • Karikatür
  • Günün Manşeti

© 2022 Yeni Yaşam Gazetesi - Tüm Hakları Saklıdır