Her şey 2013 yılında Çin’in tarihi İpek Yolu’nu canlandırmayı hedefleyen “Kuşak ve Yol” inisiyatifini ilan etmesiyle başladı. Bu, Asya, Afrika ve Avrupa kıtalarını demiryolları, karayolları, limanlar ve enerji nakil hatlarıyla birbirine bağlamayı hedefleyen devasa bir projedir. Güzergâhı üzerinde ve çevre bölgelerde ulaşım, telekomünikasyon, enerji ve diğer altyapı ağlarının inşası, modernizasyonu ve birbirine entegre edilmesi, kredi ve sermaye olanaklarının yaratılması, bölgeler arası gümrük ve vergi koordinasyonu gibi başlıklar içeren kapsamlı bir yeniden-yapılanma hamlesidir. Dünya ekonomik hacminin üçte birini, dünya nüfusunun ise üçte ikisini kapsayan bu dev girişimin üç kıtada ticaret ve yatırım fırsatlarını yeniden canlandırması kaçınılmazdır.
Çin’in Kuşak ve Yol girişimi
ABD, Çin’le sürdürdüğü ticaret savaşı ve askeri rekabet nedeniyle İpek Yolu girişimini uzun süredir kaygıyla izlemekteydi. Yalnızca özellikle Ortadoğu ve Afrika’da Çin nüfuzunun artması değil, bu kapsamlı kıtalararası altyapının askeri amaçlar için de kullanılabilir olması stratejik bir risk olarak görülüyordu.
2023 G20 zirvesinde, Çin projesine rakip olarak ABD, Hindistan, Avrupa ve Körfez ülkelerinin imzaladığı bir başka devasa kıtalararası lojistik koridor projesi (IMEC) ilan edildi. Tarihsel ‘Baharat Yolu’ hattı üzerinde Hindistan’ın Mumbai limanından denize açılan koridor, Birleşik Arap Emirlikleri’ndeki limanlardan demiryoluyla Suudi Arabistan ve Ürdün üzerinden İsrail’in Hayfa Limanı’na uzanıyor; daha sonra Kıbrıs üzerinden Yunanistan’ın Pire Limanı’nda Avrupa kıtasına ayak basıyor ve Doğu Avrupa’yı geçerek Almanya’nın Hamburg Limanı’nda son buluyor. IMEC, yatırım ve finansman kaynakları açısından güçlü olmakla birlikte imzalandığı günün Ortadoğu haritasına tek bir bakış, bir güvenlik sorunuyla birlikte doğduğunu gösterecektir.
Baharat Yolu projesi haritası
Güvenlik konusunda adımlar, aslında daha önce, 2020 yılında Donald Trump’ın girişimleriyle atılmıştı. “İbrahim Anlaşmaları”nın ilk imzacısı Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) İsrail’i egemen bir devlet olarak tanımayı kabul ediyordu. Kısa süre içinde Umman ve Fas da anlaşmayı imzaladı. Joe Biden 2022’de İsrail’le Suudi Arabistan arasında normalleşme amaçlı bir Ortadoğu ziyareti gerçekleştirdi. 2023 Ekim ayına gelindiğinde, dünya basınında İsrail ve S. Arabistan arasında bir “mega anlaşma” üzerine haberler belirmeye başlamıştı. Filistin üzerine bir mutabakatı da içeren bu anlaşmayla IMEC projesinin güvenlik sorununun çözülmesi bekleniyordu.
7 Ekim 2023 Hamas saldırısının zamanlaması bu açıdan manidardı. Karşı saldırıya geçen İsrail başbakanı Netanyahu, yalnızca Gazze ve Lübnan’ı değil, asıl olarak İran’ı hedefe koyduğunu açıkça beyan etti. 2024 yılı sonlanırken Hamas ve Hizbullah, askeri ve siyasi güç olarak yok sayılabilecek kadar gerilemiş bulunuyor. Direniş Ekseni’nin diğer gücü olan Yemen Ensarullah (Husi) güçleri, İsrail, ABD ve İngiliz hava bombardımanı altında. İran müttefiki ve İsrail’in tarihsel düşmanı olarak bilinen Suriye devletiyse resmen yıkılmış bulunuyor. 2024 biterken İslamcı grupların Şam’ı ele geçirmesini takip eden büyük İsrail bombardımanı, ordu, donanma ve hava kuvvetlerini adeta geriye bir kalıntı bırakmamacasına ortadan kaldırdı. Bundan sonra İsrail gözünü doğrudan İran’a dikmiş bulunuyor.
İsrail’in İran’a karşı Suriye’de olduğu gibi askeri ve stratejik/ekonomik yapıyı hedef alan hava saldırılarıyla ülkeyi felç ederek siyasi iktidarı yıpratmayı ve üzerine Suriye gibi kontrollü bir rejim değişikliğini hedeflediği düşünülüyor. Böyle bir proje, uluslararası onay ve destek yanında İran’la komşu müttefikler de gerektiriyor. ABD desteğe hazır: Ortadoğu’da üslenmiş 40,000 kişilik askeri gücü bulunuyor. Gazze savaşıyla birlikte yeni uçaklar ve silahlarla güçlerini takviye etti. Öte yandan İran, 1979’dan beri Şii İslamcı devlet kimliğiyle Suudi Arabistan başta olmak üzere bölge devletleriyle sürtüşme halinde. Bu nedenle, Ortadoğu’nun güçlü ülkeleri açısından İsrail ve ABD silahlarının İran’a yönelmesi bir sorun teşkil etmeyecektir.
İran’la savaş ve rejim değişikliği planları içinde iki bölgesel olgu önem kazanıyor. Kürtler ve Türkiye devleti. Irak, Suriye ve Türkiye sınırları içinde yaşayan Kürtlerin İran rejimini devirme konusunda hemfikir olmaları önemli çünkü Rojhılat Kürtleri, İran rejiminin devrilmesinde dayanılacak temel siyasi güçlerden biri olmak durumundadır. Kürtler İran rejimi karşıtı uluslararası siyasi ittifak içinde yer alırken Türkiye devletinin de ittifak içinde tutularak herhangi bir oyun bozucu hareketi engellenmelidir. İdeal olansa, İncirlik başta olmak üzere ABD üslerinin böyle bir operasyonda kullanılmasıdır. Bazı kaynaklar, ABD’den satın alınamayan F35 jetlerine uygun hale getirilmiş olan Malatya Erhaç Hava Üssü’nün bu cephe için hazırlandığını iddia ediyorlar.
Bu gelişmeler olurken Türkiye’nin iktidar medyası, “İsrail Kürtlerle birleşip Türkiye’yi bölecek” safsatasını bırakarak hep bir ağızdan “İran ateşle oynuyor!” sloganına geçmiş görünüyor. Bu da bir safsata, çünkü bunlara göre Suriye’de HTŞ müttefiki çeteler Alevi yurttaşlara saldırmıyor; tersine İran kışkırtmasıyla Aleviler onlara saldırıyormuş ve İran da yalan haber üretiyormuş. İktidar medyasında Şii karşıtı mezhepçi söylem de giderek yayılıyor. İran’daki molla rejimi kadınları katlederken memnuniyetini sükunetle gizleyen “uzmanlar” şimdi İran rejimini ve halkını “gerçek Müslüman” olmamaları nedeniyle hedef gösteriyorlar.
Bahçeli’nin “devlet aklı” kaynaklı yeni “barış süreci” yolunda nihayet atılan ilk adım, işte böyle bir umumi manzara çerçevesinde gerçekti. Bundan sonraki gidişat da bu manzara içinde düşünüldüğünde daha iyi anlaşılacaktır.