Meclis’te kurulan komisyonun tarihi bir fırsatla karşı karşıya olduğunu belirten Tuncer Bakırhan, sivil toplumu da sürece dair aktif göreve davet ederek, ‘Toplumsal mutabakat demokratik bir Türkiye de barış ancak sivil toplumla kurulur’ dedi
Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi (DEM Parti) Eş Genel Başkanı Tuncer Tuncer Bakırhan, “Barış ve Demokratik Toplum Buluşmaları” kapsamında sivil toplum örgütleri bir araya geldi. Türkiye Mühendis ve Mimarlar Odaları Birliği’ne (TMMOB) bağlı Makineler Mühendisleri Odası’nda (MMO) Eğitim ve Kültür Merkezi’nde yapılan etkinlikte söz alan Tuncer Bakırhan, burada sürece dair konuştu.
Sürece ilişkin yaptıkları halk toplantılarına dikkat çeken Tuncer Bakırhan, 2 bin civarında buluşma gerçekleştirdiklerini ve bu toplantılarda büyük dersler aldıklarını söyledi. Mevcut sürecin sadece Kürtlerin yürüttüğü ya da sadece Kürt sorununun tartışıldığı, ona çare ve çözümlerin bulunduğu bir süreç olmadığını belirten Tuncer Bakırhan, sözlerini şöyle sürdürdü: “Haklısınız, dışarıda başka bir algı var. Kamuoyunda başka tartışmalar yürüyor. Medyanın bir kısmı ‘ülke bölünüyor’ diye manşet atıyor; deyim yerindeyse öküz altında buzağı arıyorlar. Üç sayfalık değerlendirmeler içerisinden iki kelimeyi cımbızlayıp onun üzerinden algı oluşturmaya çalışıyorlar. Bizi çok şaşırttı. Muhalif medyanın durduğu yer bu olmamalıydı. İktidar medyasını anlatmaya gerek yok; onlar zaten sanki yeni bir şey icat edilmiş, dünyada ilk defa böyle bir süreç tartışılıyormuş gibi savaş seviciliği yapıyorlar.
Sürece uygun bir dil yok
Henüz dilleri değişmedi, henüz Barış ve Demokratik Toplum Çağrısı’na uygun bir dil kullanılmıyor. Ama biz bunu toplumla halklar emekçilerle aşmaya çalışıyoruz. 2 bin toplantıda on binlerce insanla bir araya geldik. Neredeyse her toplantımız yüzlerle, binlerle gerçekleşti. Bugüne kadar belki de tanık olduğumuz sorun alanlarıyla ve taleplerle karşılaştık. Bizim için önemli bir deneyim ve çalışmaydı. Önümüzdeki dönemi de konuşmak ve tartışmak gerekiyor.
Dünya yeni bir eşikte
Dünya siyaseti yeni bir eşikte. Bütün çevreler bu yeni eşiği tanımlıyorlar. Yeni ve ciddi bir düzen tartışması var. Hiçbir dönem bu kapitalist emperyalist sistem bu kadar tartışılmamıştı. Onlar da yeni bir düzen, yeni bir yol arıyorlar. O yol emekçilerin, ezilenlerin, halkların yolu değil. Bizim aradığımız yol değil. Doğrusunu söylemek gerekirse, biz de bu süreçte bir yol aramaya çalışıyoruz. Bir taraftan milliyetçilik, bir taraftan otoriterleşme, bir taraftan kapitalist rekabet varken; diğer taraftan emekçilerin, yoksulların ve ezilenlerin mücadelesini verdiği özgürlük, adalet ve demokrasi mücadelesi var. Bizim durduğumuz yer bellidir. Durduğumuz yer demokrasi, özgürlük ve adalet mücadelesidir. Bu yol arayışını doğru bir şekilde tanımlamamız gerekiyor. Dönem bize bunu emrediyor.
Dönemin ruhunu okumayanlar tasfiye oluyor. Bizim gibi devlet dışı aktörler ya da bizim gibi devletin bütün zulüm ve zoruyla uğraşan zeminlerin dönemi daha hassas okuması gerekiyor. Bir anekdotla bunu tamamlayayım: Sri Lanka’da Tamiller ile Sri Lanka hükümeti arasında görüşmeler sürüyor. Tabii orada bir vahşet var. Tamillerden bir komutan, masadaki müzakereci arkadaşına diyor ki: ‘Ya bu kadar vahşet ve zulümden sonra böyle bir masaya ihtiyaç var mıydı?’ Masaya oturan müzakereci diyor ki: ‘Berlin Duvarı yıkıldı.’ Soruyu soran başta anlayamıyor: ‘Ne alakası var? 12–13 bin km ötede olan Berlin’in, Tamil ve Sri Lanka müzakere süreciyle ne ilgisi var?’ diye soruyor. O komutan diyor ki: ‘Yıkılan Berlin Duvarı değildi, bir dönemdi.’ Ortadoğu’da da yeni bir dönem, yeni bir düzen kuruluyor. Bunu okumayan, bunun karşısında sağlam örgütlenmeyenler kaybedenler.
Öcalan dönemin ruhunu okuyor
Sayın Öcalan’ın kendisi dönemin ruhunu okuyan ve buna uygun sürekli yeni açılımlar yapan bir kişi. Bunu hepimiz biliyoruz. 80 darbesi öncesi darbeyi öngörüp çekilmesi, 90’larda silahlı mücadelenin artık başka bir zemine evrilmesi konusundaki düşünceleri ve sonrasındaki bütün gelişmelere uygun bir pozisyon alması yine en son Suriye ve Ortadoğu merkezli bu yeni değişim dönüşüm döneminde bunu okuyarak bir yerde durması bir dönem okumasıdır. Buna büyük bir değer biçmek gerekiyor. Yeni yol arıyoruz. Hep birlikte arıyoruz. Sadece bu Türkiye’yi tarif eden bir değerlendirme değil. Dünyada sol, sosyalist, devrimci demokratik hareketlerin tamamı bir yol arıyor. Savaş her yerde, çatışma her yerde. Yoksulluk adaletsizlik her yerde. Demokratik değerlerin kağıt üzerinde kaldığı, yok sayıldığı, katliamların, vahşetlerin, açlığın, sömürünün dikkate alınmadığı alınsa bile kimsenin gücünün yetmediği kapitalist emperyalist güçlerin düdüğü istediği gibi çaldığı istediği gibi santrayı gösterdiği bir süreçte emin olun en büyük görev ve sorumluluklar bizlere; devrimcilere, emekçilere, ezilenlere, özgürlük ve adalet mücadelesi veren halklara düşüyor.
Kurucu hafıza ile hareket etmek gerekiyor
Sayın Öcalan’ın sürekli tekrarladığı bir şey vardı. Kürt-Türk ilişkilerinin tarihsel boyutuna bir gönderme yapıyordu. Biz de yakın zamanda çok, bu tarihi referanslardan örnekler vererek bu süreci anlatmaya çalışıyoruz. Çünkü geçmişten, tarihten, tarihi referanslardan kopuk değerlendirmeler eksik kalır. Çok eskiye, Türklerin Anadolu’ya girmesine gitmeye gerek yok. Yüzyıl öncesine sizleri götürmek istiyorum. Yüzyıl önce, tam da burada Ankara’da, bugün bu buluşmayı gerçekleştirdiğimiz bu kentte aslında çok şey söylenmişti. Çözüm bulan bir çerçevede ortaya çıkmıştı. Birçok şey konuşulmuş, birçok kararlar da alınmıştı. Yüzyıl önce aslında Türkiye’de çok farklı bulunan hakların ve inançların tanındığı, tartışıldığı, yerel demokrasi konusu kararlarının alındığı bir geçmiş var. Çok eski değil. Kürtler ve Türkler orada kurucu unsur olarak belirtilmişti ve bu çok kıymetlidir. Türkler, Kürtler ve birçok halk ve inanç birlikte mücadele etmişti. Kurucu unsurlar biraz önce saydığım halklar ve inançlardı. Ama ne olduysa o yüzyıl önceki kurucu anlayış yerine tekçi bir anlayış, tekçi bir yaklaşım benimsendikten sonra sorunlar ortaya çıkmaya başladı. Şimdi bu kurucu hafızayı tekrar hatırlamak gerekiyor. Bu kurucu hafıza üzerinden hareket etmek gerekiyor. Bu kurucu hafıza aynı zamanda önümüzdeki dönem için bize yol gösteren, aydınlık bir ışık gibi değerlendirilebilir.
Barıştan rahatsız olanlar var
Barış dinen de helaldir. Din barış üzerine kuruluyor. Dinde herhalde en fazla geçen kelimelerden birisi barıştır. Toplumsal olarak da halktır. Kürtlerin barış araması ya da başka bir toplumsal zeminin barış aramasından daha doğru bir şey olamaz. Ekonomik olarak da aslında gençlerimize geleceğimize yapacağımız en büyük yatırımdır barıştır. O yüzden biz bu barış sürecinde ısrar edeceğiz. Barışı konuştuğumuz kurucu unsur dediğimiz yüzyıl önce; aslında birçok şeyin tartışıldığı kararlaştırıldığı bu zeminde yüzyıl sonra maalesef savaş sesiyle mutlu olanlar var. Barışın mutsuz ettiği bir zemin var. Barış insanları niye mutsuz eder? Onu anlamakta insan zorluk çekiyor.
Düşünün, cezasını yatmış, üstüne çok fazla kitap okuduğu ya da halay çektiği için birkaç yıl fazladan yatırılmış insanların bile tahliye edilmesini sindiremeyen bir yaklaşım var. Bunu muhalif olarak tanımlayacağımız çevrelerin yapması biraz garip. Neredeyse Kürt’ün dilinin onurunun yerle bir edildiği bir yarış var.
Direkt ‘Gençlerin tabutları gelsin’ denilmiyor ama 33 yıldır cezaevlerinde yatan insanlar niye çıktı deniliyor? Yahu, bu adaletsiz ve hukuk sistemi bu cezayı vermiş. 33 yıl dile kolay. 3 ayda tarumar olanlar bunu söylüyor. 3 gün içeride kalsa itirafçı olacak, salya sümük ağlayacak, ‘Beni kurtarın’ diyecek olanlar; 33 yıl yatan insanlar neden bırakılıyor diyor.
En utanç verici şey barışa karşı çıkmaktır
Anlamakta gerçekten insan zorluk çekiyor. Dünyada en utanç verici şey nedir derseniz, barışa karşı çıkmaktır derim. Barışa karşı çıkmaktan daha utanç verici bir şey olabilir mi? İktidar medyasını da anlattım; onlar zaten yeni bir şey anlatıyorlar, ne anlattıklarını biz de anlamaya çalışıyoruz. Aynı dil, hiç bir değişim yok, hiç bir çaba yok. Barış sanki sadece Kürtlerin işidir gibi bir şey var. Bizim dışımızda sahada olan yok, kafa yoran yok. Yani haksızlık yapmak istemiyorum, sizin gibi dostlar bu parantezin dışındalar. Onlar da ekranlarda savaş seviciliği yapıyorlar. Suriye’de Süveydâ’da bir şey oluyor, aman ha buradaki gelişmeler Kürdün hak almasını sağlayabilir. Var yok Kürt. Varsa yoksa Kürdün elde edeceği haklar ve statü gibi garip bir ülkede yaşıyoruz.
Barış içinde bir Türkiye
Biz barış diyoruz, onlar ‘Terörsüz Türkiye’ diyor. Yaptığımızı 2 bine yakın toplantıda bu çok eleştirildi. ‘Barış mı Terörsüz Türkiye’mi? İkisi aynı mı? Vatandaş ikisi arasındaki makas farkının çok olduğunu görüyor. Biz ‘Barış içinde bir Türkiye’nin sözünü kuralım’ diyoruz. Öyle terörlü merörlü yaklaşımları bir kenara atalım. Dil hakkını talep etmek demokrasi talep etmek; demokratik bir zeminde eşit yurttaş olmayı talep etmek, alevilerin eşit yurttaşlar olması gerektiğini söylemek terörle teröristlikle bir alakası yok.
Bir fırsat ile karşı karşıyayız
Önemli bir başlık da kurulan komisyondur. Onu da tartışacağız. Bu komisyon, tarihi bir fırsatla karşı karşıyadır. Bu komisyonun görevi geçmişin yaralarını sarmak olmalıdır. Bugünün güvenini inşa etmek zorundadır. Geleceğin ortak vizyonunu da çizmek durumundadır. Komisyon bunu başarırsa 86 milyon kazanır demokrasi kazanır. Bizim oradaki arkadaşlarımız tam da bu tarife uygun yaklaşım içinde olacaklardır. Barış sadece bir vicdani talep değil, ekmek ve su kadar hepimizin ihtiyaç duyduğu ekonomik bir taleptir. Cumhurbaşkanı da en son söyledi, Türkiye’deki açlığın yoksulluğun sebeplerinden birisi budur. 40 yıldır savaşa çatışmaya ve silaha ayrılan bütçedir. Yaklaşık 3-4 trilyon dolar olduğunu tahmin ediyoruz. Büyük bir paradır. Türkiye’nin yıllık milli geliri 1 trilyon dolar iken, bu savaşa 4 trilyon dolar harcanmış. Türkiye’nin milli gelirinin Türkiye’nin kasasında demokratik ve adil bir şekilde Türkiye’yi ekonomik olarak Avrupa’dan daha iyi bir zemine çekebilecek bir paradan bahsediyorum. Bu savaş ve çatışmadan dolayı insanlar geçinemiyor. Ciddi bir yoksulluk var. Borçlular var, kredi kartıyla ailesinin mutfağını çevirmeye çalışan milyonlarca insan var. 86 milyonluk ülkede 30 milyon icra dosyası var.
Katkı sunabilirler
Burada birçok kurum var ve çok önemsiyoruz. Sivil toplum yoksa barış yarım kalır. Sivil toplum devre dışı kalmasın diye elimizden gelen her şeyi yapıyoruz. Bu mesele sadece Meclis’teki komisyona sıkıştırılacak bir mesele değil. Mesele sadece Kürt sorunun demokratikleşmesi değil Türkiye’nin demokratikleşmesidir. Ekonomide adalettir. Sadece parti liderlerinin konuştuğu partilerden 3-5 temsilcinin oturduğu bir zeminde barış inşa edilemez.
Sivil toplumun rolü
Sivil toplum izleyici değil, temel yürütücülerinden ve mimarlarından biri olmalıdır. Bunu yapmaya çalışıyoruz. Bu Barış ve Demokratik Toplum meselesi, bizim omuzlarımızda yükselecek. Aksi halde Kürtler sistemle karşı karşıya kalacak. Size büyük görevler düşüyor. Bazı şeyler yapıyoruz. TMK diye bir kanun var. Mesela burada 30-40 yakın bileşen var. Yahu bu TMK konusunda bir çalışma yürütebilir bir basınç oluşturabilir. Yani biraz Türkiye’nin meselesi konusunda dayanışalım.
YMK herkesin başının belası
TMK herkesin baş belasıdır. Atılan twit, bir siyasinin telefonunun rehberinizde bulunması gibi basit konularda bile insanlar tutuklanabilir. Bu konuda sivil toplumu aktif görev almaya davet ediyoruz. Sivil toplum sessiz kalırsa; barış olmaz. Toplumsal mutabakat demokratik bir Türkiye de barış ancak sivil toplumla kurulur.”
Kaynak: MA