Bugün, demokratik modernitenin Bakur’daki yolculuğu yeni bir eşiğe dayanmıştır. Bu eşik, ne topyekûn bir yıkımı ne de ideal bir başarıyı simgeler. Aksine, paradigmanın yeni koşullarda yeniden anlamlandırılması ve hayata geçirilmesi gerekliliğini işaret eder. Öcalan’ın şu sözü, bu sürecin yönünü belirlemektedir: ‘Devlete karşı değil, içimizdeki devlete karşı yürütülecek mücadele, demokratik toplumun hakiki temelidir’
Mehmet Kaya
Abdullah Öcalan’ın paradigması, yalnızca bir siyasal teori değil; etik, politik ve kültürel boyutlarıyla yeni bir toplumsallığın imkânını kurmaya çalışan bütünlüklü bir yaşam projesidir. Rojava’da bu paradigma görece daha elverişli koşullarda ete kemiğe bürünürken, Bakur’da (Kuzey Kürdistan/Türkiye) çok daha karmaşık bir zeminde ve çok yönlü bir gerilim içinde gelişmeye çalışmıştır. Bu gerilim, sadece devletin sert müdahalesiyle değil, aynı zamanda paradigmayı taşıyan aktörlerin zihinsel donanımı, toplumsal bağlamla kurdukları ilişki ve etik-politik bütünlük düzeyiyle de doğrudan bağlantılıdır.
Devlet stratejisi ve toplumsal alanın tasfiyesi
Bakur’daki komünal ve özyönetim temelli toplumsal örgütlenme çabaları, özellikle 2015 sonrası dönemde devletin yoğun şiddet politikalarıyla kuşatılmıştır. Kent içi çatışmalar, sokağa çıkma yasakları, belediyelere kayyım atanması, yüzlerce siyasetçinin tutuklanması ve yerel örgütlenmelere yönelik sistematik kriminalizasyon süreci, toplumsal alanın giderek daralmasına neden olmuştur.
Ancak bu dışsal baskı, tek başına yaşanan tıkanıklığı açıklamaya yetmez. Devletin militarist karşı hamleleri elbette belirleyicidir; fakat demokratik modernite projesi tam da bu koşullarda direnç üretebilme kapasitesiyle anlam kazanır. Dolayısıyla yaşanan tıkanma, hem dışsal müdahalelere hem de içsel zafiyetlere eleştirel bir gözle bakmayı gerektirir.
Kadro gerilimi, zihinsel dönüşüm ve etik kurulum
Demokratik konfederalizm yalnızca bir yönetim modeli değil; aynı zamanda bir zihniyet ve yaşam dönüşümüdür. Bu dönüşüm; ancak merkezileşmiş iktidar anlayışının ve devletçi reflekslerin aşılmasıyla mümkündür. Ancak kimi örneklerde, kadroların yerel özyönetime yön verme biçimleri, halkın inisiyatifini gözetmeyen, merkezi denetim alışkanlıklarını yeniden üreten eğilimlere yol açmıştır.
Oysa Abdullah Öcalan’ın paradigması, “iktidar olmaktan çok toplumu örgütlemeyi”, “yönetmekten çok birlikte yaşamayı” esas alır. Bu anlamda, kadro denen öznenin varlığı, onun etik ve politik dönüşüm kapasitesiyle doğrudan ilişkilidir. Devrimci dönüşüm, yalnızca nesnel koşulların değişmesiyle değil, bu koşulları dönüştürecek zihniyetin yeniden üretimiyle mümkündür.
Tabansallık ve yerel dinamiklerle etkileşim
Komünal yaşam, yukarıdan aşağıya inşa edilen bir sistem değil; toplumsal yaşamın içinden, taban inisiyatifleriyle gelişen bir örgütlenme biçimidir. Ancak Bakur’un bazı bölgelerinde, halkla kurulan ilişkinin sınırlı kaldığı; katılımın, aidiyetin ve gündelik yaşamdaki karşılığın zayıf olduğu durumlar gözlemlenmiştir.
Bu kopukluk, paradigmanın “yaşayan” bir proje olarak kalabilmesi için, halk-kadro ilişkisinin hiyerarşik değil, yatay ve birlikte kurucu nitelikte yeniden ele alınması gerektiğini göstermektedir. Komün, sadece bir yönetim birimi değil; etik, kültürel ve politik bir ortak yaşam biçimidir. Bu yaşam biçimi, halkın katılımıyla gerçeklik kazanır; onun dışında teknik bir şemaya indirgenirse, devrimci nitelik yitirilir.
Eleştirel yenilenme ve paradigmanın canlılığı
Bakur’daki deneyim; paradigmanın hem tarihsel hem de yerel koşullara göre yeniden düşünülmesi gerektiğini işaret eden bir çağrıdır. Rojava’daki koşullar ile Bakur’daki siyasal ve toplumsal zemin birbirinden farklıdır. Bu farklılık, pratiklerin birebir uyarlanamaması değil; özün, bağlama göre yeniden üretilebilmesinin önemini ortaya koymaktadır.
Abdullah Öcalan’ın son yıllarda sıkça vurguladığı gibi, paradigma “dogmatik bir model değil, eleştirel bir yaşam projesidir.” Bu eleştirellik, yalnızca dışsal düşmanlara karşı değil; içsel atalete, kurumsallaşmanın rutine dönüşmesine ve zihinsel konfora karşı da sürdürülmelidir.
Gerilimden doğan yeniden kuruluş imkânı
Bakur’daki deneyim, Öcalan’ın paradigmasının canlı, açık ve dönüşebilir doğasını bir kez daha ortaya koymuştur. Devletin baskıcı politikalarının yanı sıra, paradigmayı taşıyan aktörlerin etik-siyasal bütünlüklerini yeniden kurmaları, halkla ilişkilerini yataylaştırmaları ve yerel bağlamla daha organik bağlar geliştirmeleri gerekmektedir.
Bugün, demokratik modernitenin Bakur’daki yolculuğu yeni bir eşiğe dayanmıştır. Bu eşik, ne topyekûn bir yıkımı ne de ideal bir başarıyı simgeler. Aksine, paradigmanın yeni koşullarda yeniden anlamlandırılması ve hayata geçirilmesi gerekliliğini işaret eder. Öcalan’ın şu sözü, bu sürecin yönünü belirlemektedir: “Devlete karşı değil, içimizdeki devlete karşı yürütülecek mücadele, demokratik toplumun hakiki temelidir.”
Paradigma, yaşadığımız çağın sorularına cevap üretebildiği ölçüde devrimci kalacaktır.