• İletişim
  • Yazarlar
  • Gizlilik Politikası
18 Mayıs 2025 Pazar
Sonuç Yok
Tüm Sonuçları Görüntüle
ABONE OL!
GİRİŞ YAP
Yeni Yaşam Gazetesi
JIN
  • Anasayfa
  • Gündem
    • Güncel
    • Yaşam
    • Söyleşi
    • Forum
    • Politika
  • Günün Manşeti
    • Karikatür
  • Kadın
  • Dünya
    • Ortadoğu
  • Kültür
  • Ekoloji
  • Emek
  • Yazarlar
  • Panorama
    • Panorama 2024
    • Panorama 2023
    • Panorama 2022
  • Tümü
  • Anasayfa
  • Gündem
    • Güncel
    • Yaşam
    • Söyleşi
    • Forum
    • Politika
  • Günün Manşeti
    • Karikatür
  • Kadın
  • Dünya
    • Ortadoğu
  • Kültür
  • Ekoloji
  • Emek
  • Yazarlar
  • Panorama
    • Panorama 2024
    • Panorama 2023
    • Panorama 2022
  • Tümü
Sonuç Yok
Tüm Sonuçları Görüntüle
Yeni Yaşam Gazetesi
Sonuç Yok
Tüm Sonuçları Görüntüle
Ana Sayfa Gündem Güncel

Baluken: Yeni bir yüzyılı daha heba edemeyiz

18 Mayıs 2025 Pazar - 00:00
Kategori: Güncel, Manşet, Söyleşi
Baluken: Yeni bir yüzyılı daha heba edemeyiz

Geçmiş dönem İmralı Heyeti’nde yer alan siyasetçi İdris Baluken ile konuştuk:

Artık devletin de demokratik dönüşümü esas alan hamleler yapmasına ihtiyaç var. Bir yüzyılı statükocu bir cumhuriyet üzerinden heba ettik, yeni bir yüzyılı demokratik cumhuriyet üzerinden niye kazanmayalım ki?

Pazar Söyleşisi / Nezahat Doğan

Tarihin yaprakları değişiyor, Bugün yeni bir yüzyılın mihenk taşları döşeniyor. 1988’de Abdullah Öcalan çözüm ve barış adına “Politikadan çözüm bekleyen ve inanan önderler, partiler ortaya çıkarsa, onlar çözümleri bu temelde tartışmak isterlerse biz buna karşılık veririz. Şiddet olayını hemen durdurabiliriz. Adım atması gereken biz değiliz, zorunlu bir savunmadayız. Çözüm onlardan gelmeli” diyordu. Bugün, geçen 36 yılın sonunda Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan 27 Şubat çağrısı ve paradigmasıyla Türkiye’nin devlet paradigmasını da değiştiriyor. PKK silahları bıraktı ve fesih kongresinin ardından ezberleri bozan bir süreç işliyor.
Peki, barışın toplumsallaşması ve demokratikleşme adımları nasıl atılmalı? Devletin süreçte samimi olduğunun topluma nasıl hissettirmeli? Silahların bırakılmasından sonra ırkçı, manipüle edici açıklamalar ve kutuplaştırmaya dönük bir dil henüz yerini barış diline bırakmış değil. Buna karşı neler yapılması gerekir? Toplumdaki soru işaretlerinin giderilmesi için İmralı kapılarının açılması ve Abdullah Öcalan’ın görüşlerinin toplumun tüm kesimlerine yansıtılması büyük önem taşıyor.
Bütün bunları geçmiş dönem İmralı Heyetinde yer alan siyasetçi İdris Baluken ile konuştuk.

  •  Tarihi bir kırılma noktası ve yeni bir tarih sayfasına geçiş dönemindeyiz. Geçmiş örneklere baktığımızda çatışmalı süreçlerin sonunda barış imzalanır ve sonra silahlar bırakılır. Bugün Türkiye’de bambaşka bir şey oldu. Türkiye’de olan nedir?

Bence tarihi bir kırılma noktası olarak değerlendirmek çok doğru. Ortadoğu coğrafyasında baş döndürücü gelişmeler yaşanıyor ve bölgesel denklem içerisinde yer alan devlet veya partisel yapıların tamamı buna göre bir pozisyon almaya çalışıyor. Belli ki yüzyıllık bir statüko aşılmak isteniyor. Yüzyıl boyunca sorun üreten bir statüko vardı Ortadoğu’da. Şimdi yeni bir yüzyılın statükosunu inşa noktasında dinamik bir süreçle karşı karşıyayız. Dolayısıyla bu yeni yüzyılı ıskalamak istemeyenler, bu yeni yüzyılda söz sahibi, söz kurmak, denklemde yer almak isteyenler kendi pozisyonlarını ona göre belirlemeye çalışıyorlar. Kürt hareketi ve Türkiye arasındaki sürecin tabii ki iç dinamiklerle ilişkisi kurulabilecek pek çok özelliği var. Ama bunlarla birlikte Ortadoğu’daki bu yeni yüzyıllık dinamik sürecini de göz ardı etmemek, göz önünde bulundurmak gerektiği kanaatindeyim.

  •  Hem bölgesel hem de toplum açısından yeni modeller mi oluşuyor?

İnsanlık yeni modeller yaratır. İkinci Dünya Savaşı yaklaşık altı yedi yıl sürmüştü ve yedi yılın sonunda birbirini çok yıpratan ve tümüyle kaotik olan bir Avrupa ortamı vardı. Bu yıkıcı savaş ortamının üzerinde Avrupa’daki toplumlar ve onları temsilen devletler, yeni bir şeyler ortaya koyma arayışına girdikleri için bugün Avrupa Birliği olarak tanımladığımız insanlık değerleriyle örtüşen yeni yapı yaratabildiler. Hatırlarsanız Avrupa Birliği’nin nüveleri, iki düşman ülke, Fransa ve Almanya arasındaki 1951 yılında Avrupa Kömür ve Çelik Topluluğu üzerinden şekillendi. Sonrasında muazzam bir kurumsallaşma, toplumsal bütünleşme çıktı ortaya. Bugün Türkiye’de yaşanan süreç de hem bölge açısından hem de insanlık açısından bu kadar önemli bir fotoğraf barındırıyor.

  •  Kürt halk Önderi Abdullah Öcalan’ın geçmiş yıllarda ortaya koyduğu paradigma ve çözüm aynı. Devlet tarafı Ortadoğu’nun yeniden şekillendiği yerde kendi paradigmasını değiştirmek zorunda mı kaldı?

Kürt tarafı açısından aslında silahlı bir mücadele yerine demokratik siyasi mücadeleyi esas alan bir hattı örmek neredeyse 30 yılı aşan bir geçmişe sahip. Sayın Öcalan’ın 92-93’lü yıllarda ortaya koyduğu konuşmalara baktığınızda o iradeyi ve kararlılığı görüyorsunuz. Bütün bu 32-33 yıllık sürecin tamamında, Kürt hareketiyle devlet arasındaki gerilimin arttığı bütün dönemlerde Sayın Öcalan meseleye hep ilkesel bir paradigma, stratejik bir hedef olarak yaklaştı, barışı onun üzerinden teorize ve idealize etti. Belirttiğiniz gibi şu anda ortaya çıkan model de benzer çatışmalı süreçlerin çözümlendiği müzakere örneklerinin hiçbirine uymuyor. Bunun büyük oranda Sayın Öcalan’ın barışla ilgili stratejik duruşunun ortaya koyduğu bir sonuç olduğunu vurgulamamız gerekiyor. Uzun süredir çeşitli entelektüel çevrelerde dile getirilen barış önderliği kavramı var ve ben bunun çok doğru bir tespit olduğunu düşünüyorum. Kimsenin alışkın olmadığı, ortamın hazır olmadığı, barışın en uzak göründüğü yerde ezberleri bozacak şekilde büyük riskler alarak ama o risklere denk düşecek cesur tutumlar ortaya koyarak bir sözünüzle yeniden barış umudunu diriltebiliyorsanız, orada sizin barış önderliğinizden bahsedilebilir.

  •  Öcalan’ın yaptığı şey tam da bu mudur?

Tam da budur! Bu kadar kutuplaştırılan, kamplaştırılan, düşmanlaştırılan bir politik gerçeklik içinde böylesi bir çıkış yapmak, yeniden barış umutlarını güçlendirmek ve bunu toplumun her kesimine hissettirebilmek gerçekten kolay bir iş değil. O nedenle bölgesel anlamda bahsetmiş olduğum yeni statükonun inşasıyla ilgili gelişmelerle, devletsel veya partisel güçlerin pozisyon almasından bağımsız olarak Sayın Öcalan’ın tutumunu ayrı bir parantez olarak görmek gerekiyor diye düşünüyorum.

  • Ancak 2013 -2015’te sonuçlandırılamayan bir süreç var. Dolayısıyla bugün toplumda temkinliliğin ötesinde güvenmeme, inanmama ve yine sekteye uğrama kaygısı söz konusu. Bugün doğru algıyı nasıl oluşturmak lazım?

Türkiye toplumunun sosyolojisine baktığımız zaman yüzyıllık bir süreç içerisinde devlete alabildiğine güvenen ve zaman zaman devleti dogmatik bir yerden ele alan bir tutum görürüz. Kürt halkı açısından ise Sayın Öcalan’ın ortaya koyduğu bu barışçıl çabalara dönük bir güven duygusu söz konusu. Dolayısıyla eğer Fırat’ın batısındaki kitleye bunun hem bir devlet kararı, devlet aklı, devlet stratejisi olduğunu; keza Kürtler açısından da Sayın Öcalan’ın bu kararının günübirlik siyasi bir okuma, taktiksel bir yaklaşım değil de önümüzdeki belki de bir asrı ilgilendiren stratejik bir yaklaşım olduğunu anlatabilirsek, ben bu bozucu alanların giderilebileceğini düşünüyorum.

  •  Bu nasıl anlatılabilir?

Barışı savaşan taraflar yapar. Savaşmasını bilenler barışmasını da bilenlerdir aslında. O yönüyle devlet ile Sayın Öcalan arasında nihai olarak bir barışa karar verilmiş ise toplumda var olan güvensizlik alanlarından çok geçmişte birikmiş olan o güven alanlarına ulaşabilmenin yollarını açmak lazım. Yani bu sürecin Kürt halkına doğru ifade edilmesiyle ilgili bütün engelleyici olanların ortadan kalkması lazım. Keza Fırat’ın batısı için de devletin artık çekingen bir yaklaşımı bırakarak, bu kararın bir devlet kararı ve bir devlet stratejisi olduğunu doğrudan ifade etmesi son derece önemlidir. Bu yönüyle de İmralı’daki iletişim olanaklarını açmak en verimli ve en kolay yol olarak önümüzde duruyor.

  •  İmralı koşullarının iyileştirilmesi için devletin hızla daha somut adımlar atması gerekmiyor mu?

Evet, onu ifade etmeye çalışıyorum. Yani bu süreci örerken Türk halkının özellikle bölünme ile ilgili veya PKK ile ilgili ortaya koyduğu korkuları; Kürt halkının da oyalanma ve kandırılma üzerinden ifade edilen kaygılarını dikkate alarak bir siyasal ve sosyolojik süreç yürütmek gerekiyor. Kapsayıcı bir çözümün ve barışın yolu tüm toplumsal kesimleri rahatlatacak siyasi söylem ve eylemleri ortaya koymaktan geçer. İmralı’daki tecridin kaldırılması, oradaki koşulların düzeltilmesi ve Sayın Öcalan’ın çok farklı toplumsal kesimlerle; gazetecilerle, aydınlarla, uluslararası barış deneyimi olan çevrelerle, Türkiye’deki siyasi parti ve sivil toplum örgütü temsilcileriyle görüşebilmesi bu sürece dair canlandırılmak istenen korkuların en büyük panzehridir.

  •  PKK Kongre kararını açıkladıktan sonra varlıklarını bu sorun üzerinden üreten ve yüzyıllık statükonun devamında gören çevrelerin bir cephesi de oluşmaya başlamadı mı? Buna karşı ne yapmak gerekir?

Evet, çünkü kendi özgül ağırlıklarından çok daha büyük sözler söyleyerek bu sürece doğrudan saldırmaya başladılar. Toplumun bilinçaltında olan o korkuları, önyargıları canlandırarak sonuç almaya çalışıyorlar. Bu çevrelerin çıkışlarını önlemek için yapılması gereken iki şey var. Birincisi, onların kamuoyuna sunduğu korkuların ne kadar yersiz olduğunu bir şekilde göstermemiz gerekiyor ki, bunun için de tarafların birbiriyle olan teması ve farklı toplumsal kesimlere göndereceği mesajlar belirleyici olur. İkincisi de doğrudan o çevrelerle temas etmektir ki, savundukları şeyler ne ise doğrudan tartışmalarla o görüşleri ortadan kaldırmak gerekir.
İmralı’daki kapının açılması durumunda ben Sayın Öcalan’ın ortaya koyduğu tezlerin Türkiye’nin tamamına, büyük toplumsal kesimlere ulaşabileceğini düşünüyorum. Keza bu sürece doğrudan karşıtlık yapanların da doğrudan gidip Sayın Öcalan’la görüşebilmeleri ve duydukları kaygıları, korkuları, endişeleri kendisiyle tartışabilmeleri gerekir. Eğer bu özgüvene sahiplerse, yani işin içinde gerçekten art niyet yok ise, oraya gittiklerinde bu korkuların, kaygıların ne kadar yersiz olduğunu göreceklerdir diye düşünüyorum.

  •  Abdullah Öcalan tarihi çağrısında demokratik siyasete vurgu yapıyor. Barışı toplumsallaştırmanın gerekliliğini ifade ediyor. Yeniden inşa diyor. Toplumsal rızanın oluşması için nasıl bir yol izlemek gerekiyor?

Bunu barış liderliği üzerinden formüle edelim. Barış liderliği dediğimiz şey üç önemli sacayağı üzerine yükselir: Öngörü, özgüven ve özveri… Siz topluma bu üç önemli sacayağını esas alarak yola çıktığınızda toplumsal rıza üretmeniz zor olmaz. Bu yönüyle biz Ortadoğu’daki bu dinamik süreci görerek, öngörülü bir yerden bütün halklarımızın yararına olan bir pozisyona karar verdik. Türkiye’nin batısı için bunu devletin ağzından, Kürtler açısından da bunu Sayın Öcalan’ın ağzından duymak son derece önemli. Özgüven açısından; “Bu öngörüleri hayata geçirmek ve kendi konumumu tahkim etmek için bu işi sonuna kadar götürecek bir kararlılığa, tutarlılığa ve özgüvene sahibim. Benim imkânlarım bunca yıldır böyle büyük bir savaşı yürütmeye el vermişse, ben bütün bu imkânları bugün barış adına seferber ettiğim zaman daha büyük bir barışı oluşturabilirim” güven duygusunu topluma izah etmeniz gerekir. Üçüncü konu özveridir. Barış süreçleri bir tarafın diğer tarafa kendi doğrusunu dayattığı süreçler değildir. Toplumsal sosyolojinin tamamını; 85 milyonun psikolojik, sosyolojik, reel politik gerçekliğinin tamamını göz önünde bulundurarak adım atmanızı gerektiren süreçlerdir. Bu yönüyle de ortak doğrularda buluşma adına uzlaşma kültürünü öne çıkararak, herkesin yararına olan özveri üzerinden, empati duygusuyla hareket etmek gerekir.

  •  Bu süreçte ezber bozan, alışılmadık, tersten bir yol ve yöntem işliyor. Doğru tanımlamayı nereden kurmak gerekiyor?

Dünyada eşi benzeri olmayan bir sonuçla karşı karşıyayız. Yani önce müzakere, sonrasında barış olarak formüle edilen o süreçler Türkiye’deki bu yeni modelle tümüyle tersinden hayata geçmiş durumda ve kimsenin beklemediği düzeyde bir yol alındığını ifade edebiliriz. Bizim bunu topluma aktarmamız durumunda ben silahların sustuğu yerde yüreklerin konuşacağını inanıyorum. Çünkü barışın kaybedeni yoktur. Barış herkese kazandıran bir formüldür. Barış karşıdakini bitirme değil, araya sokulmak istenen o düşmanlığı aşma hünerdir ki Anadolu ve Mezopotamya kültürü binlerce yıllık o kadim damarından aslında halklar arasındaki böyle güçlü bağlarla örülmüştür. Dolayısıyla orada ulaşılabilecek güçlü bir zemin vardır. Tabii ki meseleyi teknik anlamda da güçlendirecek siyasi ve hukuki adımların atılması, toplumsal ve sosyal alanda da bu rıza üretme çalışmalarının yoğunlaşması gerekiyor.

  • Özgürlüğe, demokrasiye ve demokratik topluma giden yolun taşlarının döşenmesi artık çok daha önemli hale geliyor. Bu açıdan hem siyasetin diline hem yürütülenlere baktığımızda ne görüyorsunuz?

27 Şubat Demokratik Toplum ve Barış Çağrısı aslında herkese yapılan büyük bir demokratik dönüşüm ve değişim çağrısıydı. Gelinen aşamada PKK kongresini toplayarak bu çağrıyı anladığını, bu çağrıya yanıt olmak için bir tartışma yürüttüğünü ve bir çaba içerisinde olacağını ortaya koydu. Ancak mesele salt PKK’nin elindeki silahları susturmasıyla ele alınacak bir mesele değil. Sayın Öcalan demokratik değişim ve dönüşüm çağrısını bir yandan Kürt hareketine yaparken öte taraftan da devlet yapıyor. Devletin de demokratik değişim ve dönüşümü esas alan hukuki ve siyasi zemini ortaya koyması Türkiye’nin yolunu açacaktır. İç politikadan dış politikaya, hukuksal alandan ekonomik alana kadar toplumu ilgilendiren birçok alanda uzun süredir bir tıkanıklık var ve bir kriz durumu yaşanıyor. Bunun arkası da yine Kürt meselesinin çözümsüzlüğü ve savaş gerçekliğine dayanıyor. Bunların ortadan kalkmasıyla ilgili bu kadar kıymetli bir fırsat ortaya çıkmışken, artık devletin de kendisi açısından yüz yıldır sorun üreten statükocu anlayışı bir kenara bırakarak demokratik değişim ve dönüşümü esas alan hamleler yapmasına ihtiyaç var. Bir yüzyılı statükocu bir cumhuriyet üzerinden heba ettik, yeni bir yüzyılı demokratik cumhuriyet üzerinden niye kazanmayalım ki?

  • Toplumu temsil eden örgütlü yapılar ve kurumlarda da bir zihniyet değişimi ve dönüşüm gerekmiyor mu? Önyargılar nasıl kırılmalı?

Barışın toplumsallaşmasında bilindik ezberlere veya bayatlamış retoriklere takılarak söz üretmek yerine bunu okumaya, anlamaya çalışmak ve buna yapıcı bir yerden katkı sunmaya gösterilmeli. Ben böyle ele alınırsa demokratik cumhuriyetin inşasıyla ilgili sürecin zor olmayacağı kanaatindeyim. Herkes bir anlamda artık önyargılarını bir kenara bırakmalı, bugüne kadar kendi fikir dünyasında saplanıp kaldığı o konfor alanını terk etmeye kendisini zorlamalı diye düşünüyorum. Öneri Sayın Öcalan’dan gelmiştir. Belli ki karşılık bulmuştur. Bunu sol, sosyalist, liberal, demokrat çevrelerin de fikir yarıştıran, kompleks üreten bir yerden değil de savunusunu yaptıkları halkın çıkarına ele alarak, bu yönlü değerlendirmeleri gerekir. Sayın Öcalan’ın ortaya koyduğu bu yapıcı yaklaşım bu kadar kısa sürede tüm ezberleri bozarcasına, silahlı mücadeleden sivil direnişe ve barış stratejisine geçişin mümkün olduğunu kanıtladı. Bu tutum Gandhi’nin tuz yürüyüşü ne ise Mandela’nın cezaevi koğuşu ne ise, İmralı’daki hücrenin de insanlık tarihinde o şekilde anılacağını gösteriyor. O nedenle herkesin bu gerçeği kabul ederek kendi pozisyonunu gözden geçirmesi iyi olur.

  •  Elbette barış da kolay değil. Sizce barış tam olarak nedir?

Hep ifade ediyoruz, barış salt silahların susması değildir. Demokratik, özgür, adaleti tesis etmiş ve sürdürülebilir bir geleceğin yakalanmasıdır. Sayın Öcalan’ın çabası da buna dönüktür. Yani bir yönüyle silahların susması sağlandı. Ama Sayın Öcalan sürdürülebilir ve kalıcı bir barışın, demokratik ve barışçıl bir geleceğin nihai sonucuyla ilgili olduğu için perspektif sunmaya, herkese çağrı yapmaya çalışıyor. O nedenle meseleyi biraz bu yönüyle değerlendirmek gerekir.

  •  Barış mücadelesinin önemli bir ismi de yakında yitirdiğimiz Sırrı Süreyya Önder idi. Sırrı Süreyya Önder bize neyi gösterdi? Toplumun bütün renklerine ne hissettirdi?

Şimdi bazı insanlar vardır ki sahip olduğunuz kelimeler onu anlatmakta yetersiz kalır. Hele ki uğruna bu kadar emek verdiği ve şu anda da somut emarelerinin belirdiği bu barış meselesiyle özdeşleştirerek anlatmak daha bir zor oluyor. En ihtiyaç duyulan anda Sırrı Süreyya Önder’i kaybettik. Sırrı Süreyya, gerçeği incitmeden herkese anlatabilme yeteneğine sahip olan bir arkadaşımızdı. Anadolu ve Mezopotamya topraklarına ait o kültürün en rafine hallerini kendi içinde özdeşleştirerek, kendi içinde yeniden sentezleyerek dile getirdiği için doğrudan bu coğrafyadaki her bir insanın kalbine, ruhuna, yüreğine inmesini bilen bir insandı. Gerçeği, o gerçeğin niteliğinden hiçbir şey kaybetmeden estetize etmesi, bu ülkenin barışla ilgili müktesebatının oluşmasında çok büyük katkılar sundu. O nedenle onu kaybettiğimizde, küçük bir azınlık dışında herkes, bütün bir ülke canından bir parça kopmuşçasına acı duydu. Hayatını barışa adamış bir barış emekçisiydi.

  •  O yüzden barış umudunu diri tutmak gerekiyor değil mi?

Çok doğru. Farklılıklarımız bizim zenginliklerimizdir. Düşmanlıklarımız değil. Sırrı’nın cenazesinde bunu görmek bir yönüyle tabii ki insanı mutlu kılıyor, özlenen bir tabloyu gösterdiği için duygulandırıyor. Ama bunun bugüne kadar aşılamamış olmasının hüznü ve burukluğunu da sorgulamamız gerekiyor.

  •  Çünkü çok bedeller de ödendi ödeniyor da…

Bedeller ödeniyor. Sırrı Süreyya da çok kırılgan bir ruha ve çok naif bir yüreğe sahipti. Belki de bu düzeyde o ruha, o yüreğe yük bindirmemiş olsaydık arkadaşımız bu kadar hırpalanmayacak ve yorulmayacaktı. Barış dediğimiz şey geçmişi unutmak değil. Ama geçmişle yüzleşmesini bilerek geleceği kurma hüneri göstermektir. Bu yönüyle bizim yüzyılımız hep farklılıklarımızı bir düşmanlık aracı olarak kodlayan bir yanlışla geçti. Aslında bugün yapılmak istenen şey de o. Dünyadaki bütün çiçekleri tekleştirmeye çalıştığımızda, çiçek ne kadar güzel, kokusu ne kadar hoş olursa olsun sıkıcı bir tekdüzelik yaratır. Halklar için de bu böyledir. Artık her halkın kendi diliyle, kimliğiyle, kültürüyle, sahip olduğu bütün farklı değerlerle çeşitliliğini bir zenginlik olarak ele alıp, bunu farklı noktalardan değerlendiren o bozucu alanları gidermemiz gerekiyor.

  •  Şimdi İdris Baluken’in derdi nedir?

Ben size daha önce verdiğim röportajda da ifade ettim. Şu anda da onu söylüyorum. Çünkü bildiğimiz en güzel türkü barışa ait olandır. Anaların gözyaşı dökmemesi, gençlerin toprağa düşmemesi, insanların rahat bir nefes alabilmesi her şeyin ötesindedir. Bu toprakların altı yeterince susturulmuş seslerle doludur. Sınırların ardı yeterince kabarmış, öfkelerle doldurulmuştur. Daha fazla bunu derinleştirmeye gerek yok. Şimdi öfkeyi ve nefreti ortadan kaldırıp, onu susturup, artık toprak altında susturulmayan, susturulmaya tahammülümüzün olmadığı tek bir ses gerçeğini herkese göstermemiz gerektiği kanaatindeyim. Umarım başarırız. Umut büyük. Uzun süredir çıkılan bir yolun sonuna doğru geliniyor. Önemli bir barış liderinin şöyle bir sözü vardı; “barışa giden yol barışın ta kendisidir” demişti. Biz otuz yıldır barışa giden bir yolda yürüyoruz dolayısıyla barışın ta kendisiyle artık kucaklaşma aşamasındayız.

PaylaşTweetGönderPaylaşGönder
Önceki Haber

‘Efendiler!’

Sonraki Haber

Barış ve demokrasinin öznesi

Sonraki Haber
Cizîr’de 32 yıldır yasaklı olan iki köy barajla suya gömülmek isteniyor

Barış ve demokrasinin öznesi

SON HABERLER

Arap Birliği Zirvesi’nden Gazze için ateşkes ve yeniden inşa çağrısı

Arap Birliği Zirvesi’nden Gazze için ateşkes ve yeniden inşa çağrısı

Yazar: Yeni Yaşam
18 Mayıs 2025

Barış bir mücadele sorunudur

Barış heba edilemez

Yazar: Yeni Yaşam
18 Mayıs 2025

Jin Dergi’nin yeni sayısı yayında

Jin Dergi’nin yeni sayısı yayında

Yazar: Yeni Yaşam
18 Mayıs 2025

Suriye’de ABD’nin etkisi artacak

Suriye’de ABD’nin etkisi artacak

Yazar: Yeni Yaşam
18 Mayıs 2025

Mezopotamya’nın kalbine sahip çık

Mezopotamya’nın kalbine sahip çık

Yazar: Yeni Yaşam
18 Mayıs 2025

Bir milyon dolarlık füze ve kriz

Bir konuşmadaki gerçekler ve yarattığı şüphe

Yazar: Yeni Yaşam
18 Mayıs 2025

Söz ve eylemin çelikten birliği:  İbrahim Kaypakkaya

Söz ve eylemin çelikten birliği: İbrahim Kaypakkaya

Yazar: Yeni Yaşam
18 Mayıs 2025

  • İletişim
  • Yazarlar
  • Gizlilik Politikası
yeniyasamgazetesi@gmail.com

© 2022 Yeni Yaşam Gazetesi - Tüm Hakları Saklıdır

Welcome Back!

Login to your account below

Forgotten Password?

Retrieve your password

Please enter your username or email address to reset your password.

Log In

Add New Playlist

E-gazete aboneliği için tıklayınız.

Sonuç Yok
Tüm Sonuçları Görüntüle
  • Tümü
  • Güncel
  • Yaşam
  • Söyleşi
  • Forum
  • Politika
  • Kadın
  • Dünya
  • Ortadoğu
  • Kültür
  • Emek-Ekonomi
  • Ekoloji
  • Emek-Ekonomi
  • Yazarlar
  • Editörün Seçtikleri
  • Panorama
    • Panorama 2024
    • Panorama 2023
    • Panorama 2022
  • Karikatür
  • Günün Manşeti

© 2022 Yeni Yaşam Gazetesi - Tüm Hakları Saklıdır