Ancak bu paketle bırakın minik bir adım atılması, geri gidildi, geri… Denilecektir ki, birkaç bin kişi tahliye edildi, ediliyor. Oysa en kolay iyi niyet gösterisi yapılabilecek konu olan hasta mahpusların kendi evlerinde tedavisine devam edilmesinde bile atılan bir adım yok
Hüseyin Aykol / İçeriden
PKK’nin kendini feshederek silahlı mücadelesini bitirmesi, sadece ülkemiz ve Ortadoğu’da değil, tüm dünyada çok olumlu yankılara neden oldu. Özellikle ülkemizde tüm sıkıyönetimlerin, olağanüstü hallerin ve en acımasız insan hakları ihlallerinin gerekçesi olarak gösterilen PKK’nin silahlı mücadelesi artık kalmadığına göre, iktidarların normal siyaset ortamına geçmesi gerekiyor çok doğal olarak. Bu yüzden, AKP-MHP iktidarından normalleşme yönünde beklenti çok büyük.
Birkaç yıldır üzerinde çalışılmakta olan 10. Yargı paketiyle bu yolda adımlar atılması bekleniyordu. Paketin meclise gelişi öncesinde, iktidarla ve bizzat bakanın kendisiyle bu konuda başta DEM Parti yetkilileri olmak üzere, pek çok kesim görüştü-müzakere etti. Beklentilerin hepsi değilse bile, bu paketle bazı adımların atılabileceği söylendi, umut edildi.
Ancak bu paketle bırakın minik bir adım atılması, geri gidildi, geri… Denilecektir ki, birkaç bin kişi tahliye edildi, ediliyor. Oysa en kolay iyi niyet gösterisi yapılabilecek konu olan hasta mahpusların kendi evlerinde tedavisine devam edilmesinde bile atılan bir adım yok. Hasta mahpusların tahliyesi için yine en yüksek makam Adli Tıp; dahası başvuruların yüzde birine olumlu cevap verilse bile, söz konusu hasta mahpus hakkında yine ‘toplum güvenliği için zararlı, olmaz’ kararı gerekiyor…
Bakın, bu yılın başından itibaren yazıyoruz. Türkiye’de 295 cezaevi var. Bunların kapasitesi 299 bin kişi. Oysa cezaevlerinin mevcut nüfusu şöyle: Ocak: 384 bin, Şubat: 392 bin, Mart: 398 bin, Nisan: 403 bin, Mayıs: 409 bin ve Haziran: 416 bin kişi! En az, 116 bin kişi, şu anda cezaevlerinde ya nöbetleşe ya da yerlerde yatıyor. (Bundan kimse yeni cezaevleri inşa etsinler, talebi çıkarmasın!)
10. Yargı paketiyle bu yoğunluk biraz azaltılmak istenmişti ama iktidar, “PKK’lilere ve hatta bu arada Fetullah yanlılarına ‘af’ getiriyorlar” eleştirilerinden baya korktu ve kapsamı daralttıkça, daralttı. Şimdi sonbaharda böylesi bir düzenleme yapacaklarını vaat ediyorlar. Kim inanır?
Dahası, bu paketle ya da eski paketlerle tahliye edilen mahpuslara af mı geliyor? Hayır! Haklı ya da haksız olarak verilen bir hapis cezasının hepsi cezaevinde geçirilmez. Önce bir kısmını cezaevinde geçirirsiniz; sonra cezanız iki yıldan az ise, açık cezaevine gönderilirsiniz; oradan sizi denetimli serbestlik ile tahliye ederler ama cezanız dışarıda haftada birkaç gün karakola imza vererek devam eder. Son bir yılda ise şartlı tahliye edilirsiniz. Yani imza da kalmaz.
Denetimli serbestlik ve şartlı tahliye döneminde mahpusa şans verilir ama cezası silinmez. Yani halen aslında hükümlü durumdasınızdır. Bu dönemde, benzer bir ceza alırsanız, ilk cezanın tümünü kapalı cezaevinde geçirmek zorunda kalırsınız ve elbette yeni ceza için normal prosedürle birlikte…
***
Urfa 2 nolu T Tipi Cezaevi’nde tutulmakta olan Abdulkadir Kaya, gönderdiği 21 Mayıs 2025 tarihli mektubunda özetle şöyle diyor: “Sizi keşke 86 milyon insan okuyabilseydi de samimi kesimlere başımıza gelenleri aktarabilseydik. Biz geçmişte olanların canlı tanığıyız. Biz paramparça edilen toprağın içinde, yine parçalara ayrılan bir aileyiz. Bir baba ve iki oğul Abdulkadir, Muhammed ve Ferhat Kaya…
Biz, 26 Haziran 2017 günü, (Ramazan Bayramının birinci günüydü) Sokran (Uysallı) köyünden Suruç’a giderken, ilçenin girişinde özel bir ekip tarafından gözaltına alındık. Gözaltı sırasında yapılanlar daha sonra olacakların habercisiydi. Bizi önce Suruç Emniyeti’ndeki TEM şubeye getirdiler. Daha yolda iken arabanın içinde hiçbir şey sormadan darp etmeye başladılar.
Sonra Emniyet’teki TEM şubede aynı şiddet ve işkence devam etti. Gözlerimiz bağlanmıştı. İşkenceden sonra küfürlü sorgulama başladı. Bir şey çıkmayınca benim gözlerimi açtılar. Birkaç metre ötede oğlum Muhammed’i gösterip, onu darp etmeye başladılar. Tekme tokat üstünde tepinmeler. Yani inanmadıkları tanrıları ne güç verdiyse, bir babanın gözleri önünde bir oğula bunu reva görüyorlardı.
Bir babanın çaresizliği, acizliği, güç yetirememezliği kelimelerle anlatılamaz. Sonra oğlumun gözlerini açıp, beni darp etmeye başladılar. Bunu yaparken şakalaşıp eğleniyor, kahkaha ile gülüyorlardı. O arada evime baskın yapıp, diğer oğlumu da almışlar ama onu bize göstermediler. Bizi de akşam geç saatte Urfa’daki TEM şubeye getirdiler. O gece dokunmadılar.
Ama uyumamıza da fırsat vermediler. Ayrı hücrelere koymuşlardı. Aynı gece saat 03:00 civarında köydeki bizim ev hem doğu hem de güney yönünden otomatik silahlarla taranmış. Bunu da bizi sabah erkenden tekrar işkencehaneye götürdüklerinde bize söylediler.
Önce bizi zeminden iki kat aşağıdaki karanlık bir odaya aldılar. Orada gözlerimizi bağlayıp, iç çamaşırlarımıza kadar soydular. Ellerimiz arkadan kelepçelendikten sonra ilk açılışı elektro şok ile yaptılar. Böylece işkence yeniden başlamıştı. Artık hiçbir şey hissetmemeye başladım. Her tarafım uyuşmuştu. İşte o ara, evimin tarandığını, çocuklarımın ölmemesinin tesadüf olmadığını, bunun bir uyarı olduğunu ve başka sefer neler olacağını düşünmem gerektiğini söylediler.
Orada geçirdiğim 12 gün, bir asır gibi geldi. O ara, bazı materyallerin ‘yakalandığını’ öğrendik. Yakalanan yerleri bize aitmiş gibi gösterip, bize belgeler imzalattılar. Daha sonra yapılan kriminal incelemede belgelerin hiçbirinde parmak izimiz çıkmadı. Oğlum Ferhat, belgelerin hepsini üslenmesine rağmen, aynı konuda üçümüze de ayrı ayrı 25’er yıl hapis cezası verildi. Ne adalet ama?
Şu an oğullarımdan Ferhat, Konya-Ereğli Yüksek Güvenlikli Cezaevi’nde, tekli hücrede; diğer oğlum Muhammed ise Erzincan Yüksek Güvenlikli Cezaevi’nde, tekli hücrede tutulurken; ben de buradayım -yani Urfa 2 nolu T Tipi Kapalı Cezaevi’ndeyim.
Ben ağır hastayım. 2022 yılında açık kalp ameliyatı oldum. Kalp kapakçığım değiştirildi. Hiper tansiyon ve kansızlık teşhisleri konuldu.
Yaşadıklarımın sadece onda birini anlattım. Hani bize güvenmeyen, güvenmekte zorluk çeken bazı gazeteciler, sözde akademisyenler; yani kaleminden ve ağızlarından kan damlayan, çatışmadan beslenen, hiçbir bedel ödemeden ahkam kesenlere soruyorum: Samimiyetleri varsa, cevaplasınlar; kimi iknaya ihtiyacı var?
Kaygılanması gerekenler kim? Güven-güvensizlik endişesini hangi taraf taşımalı? Biz mi; yoksa onlar mı? Parçalananlar konusunda ilk biz değiliz. Onurlu ve karşılıklı güvene dayalı bir barışta son olmak istiyoruz. Anaların gözyaşları dinsin! Babaların umudu geri gelsin; kardeşlerin hasreti bitsin, istiyoruz. Sahi, çok şey mi istiyoruz?”
***
Bolu F Tipi Cezaevi’nde tutulmakta olan Mehmet Bıldırcın, gönderdiği 25 Mayıs 2025 tarihli faks mesajında, kuyu tipi hapishaneleri, bir mektupla değilde çizdiği bir karikatürle eleştirmeyi tercih etmiş. Çizimde “Aydın, zulme karşı durandır” ve Aydın karanlıkta ışıktır” ifadeleri bulunuyor.
MEKTUBU GELENLER:
Mehmet Bıldırcın – Bolu F Tipi Kapalı Cezaevi
Ferhat Kaya – Ereğli Yüksek Güvenlikli Cezaevi
Muhammed Kaya – Erzincan Yüksek Güvenlikli CİK
Abdulkadir Kaya – Urfa 2 nolu T Tipi Kapalı Cezaevi