Türkiye, uzun süredir çelişkilerle dolu bir siyasal süreçten geçiyor. Kürt sorununda barış ve demokratik çözüm arayışları konuşulurken, iktidarın baskıcı politikaları ve hukuksuz uygulamaları toplumun farklı kesimlerini etkiliyor. Bu tablo, Kürt sorunu, muhalefetin durumu ve iktidarın stratejileri ekseninde karmaşık bir görünüm sunuyor.
İktidarın güvenlikçi yaklaşımı
Kürt sorunu, Türkiye’nin en köklü ve çözümü en zor meselelerinden biri olarak siyasal gündemin merkezinde yer alıyor. Son kırk yılda çatışmalar onbinlerce can kaybına yol açtı ve trilyonlarca liralık kaynak savaş aygıtlarına harcandı. Açlık, yoksulluk ve işsizliğin büyümesinde bu harcamaların payı büyük. Ancak gelinen noktada, Kürt siyasal hareketi ve demokratik güçler, sorunu çatışmadan demokratik bir aşamaya taşımak için barış ve toplumsal uzlaşıyı öneriyor. Ortadoğu’daki gelişmeler ve konjonktür, iktidarı bu konuda adım atmaya zorluyor. Bu, halkların ortak demokratik mücadelesi ve işçi-emekçi kesimler için önemli bir fırsat yaratıyor.
Buna karşın iktidar, “Terörsüz Türkiye” söylemiyle sorunu güvenlik eksenine sıkıştırıyor ve somut adımlardan kaçınıyor. Bu yaklaşım, çözüm yerine sorunun derinleşmesine ve toplumsal kutuplaşmanın artmasına yol açıyor. İktidarın tutumu, umutları kırarken güvensizliği büyütüyor.
DEM Parti’nin kritik rolü
Kürt siyasal hareketinin parlamentodaki temsilcisi DEM Parti, muhalefet cephesinde yer alarak iktidarın hukuksuz uygulamaları karşısındaki duruşu önemli. Ancak iki egemen klik dışında üçüncü bir yol öneren DEM Parti’nin, zorlu bir süreçle karşı karşıya olduğunu da eklemek gerek. PKK’nin, Öcalan’ın İmralı’dan yaptığı çağrıya yanıt vererek silah bıraktığını açıklaması, Türk ve Kürt halkları başta olmak üzere tüm toplum için yeni bir dönüm noktası oluşturuyor ve bu gelişme, DEM Parti’yi tarihsel bir sorumlulukla yüz yüze getiriyor.
Kürt sorununun çözümünde her gelişme önemlidir. Bu defa da gelişmeler ilerleme gösterir ve olası bir çözüm masası kurulursa, DEM Parti’nin bu girişimi reddetmesi beklenemez. Ancak Kürt sorununun çözümü, yalnızca siyasi aktörlerin değil, toplumun geniş kesimlerinin desteğiyle mümkün. Konu iki parti arasına sıkıştırılamayacak kadar büyük ve kapsamlı. Barış sürecinin toplumsal bir harekete dönüşmesi, demokratikleşmenin toplumsallaşması için kritik önem taşıyor. Muhalefetin birliği bu açıdan önemli.
Hukuksuzluk dalgası
İktidarın baskıcı politikaları, hukuksuzluk ve şiddet aygıtını sürdürmekteki ısrarı yalnızca Kürt siyasal hareketini değil, ana muhalefet partisi CHP’yi ve yerel yönetimleri de hedef alıyor. Esenyurt’la başlayan ve Gaziosmanpaşa’yla devam eden CHP’li belediyelerine yönelik irade gaspı, kayyım uygulamalarının yeni bir biçimi olarak kayda geçti. Tutuklanan CHP’li belediye başkanları ve çalışanlara yönelik hukuksuzluklar, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun hâlâ tutuklu olması, rehine siyasetinin göstergesi olarak yorumlanıyor.
Daha önce HDP ve DEM Partili belediyelere uygulanan kayyım politikaları, şimdi CHP’li belediyelere yöneliyor. CHP Kongresi’ni iptal etmeyi hedefleyen dava, muhalefetin direncini yargı yoluyla kırmayı amaçlıyor. Bu pervasızlık, otoriterleşmede yeni bir eşiğe işaret ediyor ve muhalefet arasında güvensizlik ortamı yaratmayı hedefliyor.
İktidarın stratejisi, muhalefeti zayıflatmanın ötesinde, DEM Parti’yi muhalefet bloğundan kopararak etkisizleştirmeyi veya tarafsız bir konuma çekmeyi amaçlıyor. Yeni anayasa tartışmaları ve Erdoğan’ın yeniden adaylığı için zemin oluşturma çabaları, bu stratejinin parçaları olarak görülüyor. Ancak DEM Parti, barışı ve çözümü iktidarın inisiyatifine bırakmayıp halkın gücüne dayandırma çabasını sürdürüyor. Giderek kritik bir hal alan ve iktidarın adım atmamaktaki ısrarı karşısında ortak tutum daha da önem kazanıyor. Demokratikleşme adımlarından bağımsız bir çözüm olamayacağını her vesileyle vurgulayan DEM Parti, hukuksuzluklara karşı gösterdiği bir tavrı halkın demokratik gücüyle daha da büyüterek bu planları boşa çıkarabilir.
Muhalefetin sınavı
Muhalefetin ortak tutumu, siyasal krizde belirleyici bir rol oynuyor. CHP’nin karşılaştığı hukuksuzluklar, muhalefetin dayanışma kapasitesini test ediyor. Partiler arasında yaratılmak istenen güvensizlik, CHP’nin içindeki farklı kliklerin varlığı ve DEM Parti için mevcut olan konjonktürel zorluklar, ortak mücadele zeminini zorlaştırsa da bundan uzaklaşmadan hareket etmek önemlidir. CHP’nin Kürt sorununda barış ve eşit haklara dayalı demokratik çözümde net bir tavır sergilemesi, DEM Parti’nin hukuksuzluklara karşı eleştirel duruşuyla birleşirse, iktidarın baskılarına karşı daha güçlü bir halk barikatı oluşturulabilir.
Muhalefetin doğru hamleleri
Kürt sorununun demokratik çözümü, yerel yönetimlerde halk iradesine saygıyı gerektirir. İrade gaspına karşı güçlü bir halk tepkisi birikti. Bu denli bariz bir irade gaspı işlenirken Kürt sorununda barış ya da anayasa gibi konuların ne tür bir çözüme kavuşacağı tartışma konusu. Bu tablodan hareketle, “CHP’li belediyelerde halk iradesi çiğnenirken Kürt sorununda çözüm mümkün mü?” sorusu sıkça soruluyor. Ancak Kürt sorununun çözümü, yalnızca DEM Parti’nin değil, başta CHP olmak üzere tüm muhalefetin sahiplenmesi gereken bir mesele. Barış ve demokratikleşme sürecinin başarısı, muhalefetin ortak vizyon etrafında birleşmesine bağlı. Bu hem çatışma çözümü hem toplumsal barış hem de hukuksuzluklara karşı direnç hattı açısından hayati bir mesele.
Barış için toplumsal hareket
Türkiye’nin siyasal tablosu, çelişkiler ve belirsizliklerle dolu. İktidarın baskıcı politikaları muhalefetin birliğini zorlarken, Kürt sorununda barış umudu toplumsal bir hareketle mümkün olabilir. DEM Parti’nin barış ve demokratik çözüm konusundaki kararlı duruşu, toplumsal hareketin geleceği için kritik. Ancak kalıcı barış ve demokratikleşme için muhalefetin ortak vizyon geliştirmesi, toplumun geniş kesimlerinin sürece katılması ve hukuksuzluklara karşı kolektif mücadele yürütülmesi gerekiyor.
Başarmak mümkün
Türkiye, barış ve demokrasi yolunda kritik bir eşikte. İktidarın güven vermeyen tutumu, süreci zorlaştırıyor. Ancak muhalefetin dayanışması ve toplumun desteği hem Kürt sorununun çözümünde hem hukuksuzlukların sona ermesinde belirleyici olacak. Barış ve demokrasi mücadelesi, toplumsal bir hareket olarak büyütülmeli ve desteklenmelidir. Bu, sadece siyasi aktörlerin değil, tüm toplumun örgütlü ortak iradesiyle mümkün.