Bahçeli’nin DEM Parti yöneticileriyle tokalaşmasıyla başlayan ve adı konulmayan süreç, devam ediyor. Bu arada sürecin adının belirtilmemesinin masum bir yaklaşım olmadığı belirtilmelidir. Barışa ve çözüme doğru bir tarzda yaklaşılmadığı, muğlaklıktan medet umulduğu için, sürecin isimlendirilmesinden kaçınıldığı görülmektedir.
Suriye’de yaşanan gelişmelerin ve Kürt halkının özgürlük mücadelesinin yaratacağı sonuçlardan duyulan korkudan hareketle bu sürecin geliştirildiği, genel kabul gören görüştür. Belirtilen “korku”lardan hareketle yeni arayışlar geliştirmeye yönelen AKP/MHP hükümeti, Sayın Abdullah Öcalan’la hem kendisi görüşmeye mahkum ve mecbur olmuş hem de DEM Partililerin görüşme yapmasını sağlamak zorunda kalmıştır.
Görüşmelerin başlamasıyla inisiyatifin, Sayın Öcalan’a geçtiği anlaşılmaktadır. Sayın Öcalan’ın etkin bir biçimde ağırlığını koymasıyla birlikte, her ne kadar adı konmasa da sürecin “barış ve çözüm süreci” olarak algılanmasına ve gayri resmi olarak bu şekilde adlandırılmasına yol açmış, bu yönlü beklentileri yükseltmiştir. Halklarda oluşan beklentileri ve tarihsel sorumluluğunu dikkate alan Sayın Öcalan’ın da yoğun bir çalışma sürecine girdiği anlaşılmaktadır. Sayın Öcalan’ın, barışı ve demokrasiyi egemenlerin lütfuna bırakmak yerine mücadeleyle kazanılacak bir hak olarak ele aldığı, tarihi çözüm ve barış planını bu perspektifle geliştirdiği ifade edilmiştir.
Sınırlı açıklamalarla kamuoyuna aktarılan Sayın Öcalan’ın görüşleri, bütün toplumsal kesimleri etkilemiş ve ciddi bir coşku yaratmıştır. Türkiye ve Kürdistan’ın her parçasında ve diasporada yaşayan bölge halkları ve faaliyet yürüten siyasal güçler, demokratik kurum ve çevreler, Sayın Öcalan’ın geliştireceği barış projesini desteklediklerini/destekleyeceklerini ifade etmişler, bu sürecin kalıcı bir çözüme evrilmesini istediklerini, bunun için üstlerine düşen her türlü fedakârlığı yapacaklarını belirtmişlerdir. Böylece barış ve çözüm bütün toplumsal kesimlerin birinci gündemi olmaya başlamıştır.
Ancak bu sürecin bilinen süreçlerden farklı olduğu ısrarla belirtilmiştir. Yeni sürecin özgünlüğü, barışın ve demokrasinin dişe diş bir mücadeleyle kazanılacağı gerçeğine dayanmasıydı. Buna göre barış ve demokrasi ne bilinmez güçler tarafından altın bir tepside sunulacak ne Bahçeli’nin DEM Partililerin elini sıkmasıyla gelecek ve ne de Erdoğan’ın lütfuyla gerçekleşecektir. Barış ve demokrasi, toplumsallaştırılacak, güçlü, ısrarlı, sürekli, radikal ve kararlı bir kitle mücadelesiyle kazanılacaktır.
Barış ve demokrasi talebinin yaygın ve etkili bir biçimde topluma mal edilme ve kitlesel bir enerjiye dönüşme ihtimali, toplumsal kesimlerde büyük bir heyecan yaratırken, barışı ve demokrasiyi istemeyen güçleri rahatsız etmiştir. Bu güçler, barışın önünü kesmeye ve zaten sürdürülen saldırıları yaygınlaştırmaya ve yoğunlaştırmaya yönelmişlerdir. Böylece demokratik mücadele güçlerini zayıflatarak hem sözde Kürt sorununu çözmüş olacaklarını hem de “terörsüz ülke” diyerek bütün demokratik güç ve odakları etkisizleştireceklerini hesapladıkları görülmektedir. Hesaplarına uygun olarak barışın ve demokrasinin düşmanları, kendilerinden yana olmayan bütün toplumsal kesimlere yönelik saldırıları artırmaya başlamışlardır.
Kürtlere karşı Rojava’da tankları, topları, uçakları, İHA ve SİHA’larıyla Türkiye’de kayyım ve siyasal soykırım saldırılarıyla, tam bir savaş sürdürülmektedir. Demokrasi güçlerinin her birleşenine ve HDK’ye yönelik daha kapsamlı gözaltı ve tutuklamalar yapılmıştır.
Alevilere yönelik asimilasyon politikaları uygulanmakta, bu politikalara yapılan itirazlar, baskılarla etkisizleştirilmek istenmektedir. İktidarın hoşuna gitmeyen bir karar veren hâkim hemen soruşturmaya tabii tutulmaktadır.
Devletin sahibi oldukları iddia edilen Kemalistlerin bütün kurumları, bu anlamda CHP, darbe dönemlerinde görmedikleri kadar yoğun ve şiddetli saldırılara uğramışlardır. Sistemin en sağlam dayanağı olan TÜSİAD’in anlı şanlı başkanları rüyalarında görseler inanmayacakları şekilde baskıya maruz kalmışlardır. Özetle okuyanların, konuşanların, yazanların suçlandığı ve benzerinin 1950’li yıllarda Amerikan’da uygulandığı bir Mc. Cartycilik dönemi yaşatılmaktadır.
Bütün bunları yapan devletin bir yandan da barış ve çözüm için çalıştığı iddiası, tartışmalara yol açmış, devletin gerçekten barış isteyip istemediğinin sorgulanması kaçınılmaz olmuştur.
Öncelikle şunu belirtmek gerekiyor. Bu süreç devlet tercih ettiği için değil, devlet, mecbur kaldığı için yaşanıyor. İkincisi devlet, ırkçı/gerici anti- demokratik siyasal yapısından feragat ettiği, demokratikleştiği için bu süreci başlatmamıştır. Tam tersine devlet, mevcut politik yapısını yeni koşullara uyarlayarak sürdürmeyi amaçlamaktadır. Devlet adına konuşanların durmadan “teslimiyetten”, “silahlarıyla birlikte gömmekten” söz etmelerinin nedeni budur.
Görüşmelerden sonra yapılan açıklamalardan anlaşılmaktadır ki Sayın Öcalan’ın bütün engellemelere rağmen, bu süreci demokratik bir barışa çevirmekte kararlı olduğu belirtilmektedir.
Bu durumda, devletin, gerçek anlamda demokratik -barışçıl bir çözümden yana olup olmadığından bağımsız olarak, demokrasi ve barış isteyen her toplumsal-siyasal kurum ve yapı, her parçada demokratik Kürt dinamikleri ve Kürt halkı, Aleviler ve demokrasi güçleri/kurumları, demokrasi ve özgürlük mücadelesine daha etkili bir biçimde devam etmeyi önüne koymalıdır. Herkes bilmelidir ki bunca değerleri yaratan başta Kürt halkı olmak üzere bütün demokrasi güçleri, Osmanlı’nın oyunlarına pabuç bırakmayacak kadar birikim ve tecrübe sahibidirler. Ve yeni dönemin mücadele yöntemlerini ve araçlarını bulacak ve daha güçlü mücadelelerle hazırlanacaklardır.