Memlekette işlerin yolunda gitmediği günler hiç yabancı değil bize. Çarşıya pazara çıkınca herkesin dilinde aynı söz var: “Fiyatlar uçmuş, cebimiz boşalmış, iş desen yok.” İnsanlar bir yandan geçim derdine düşerken, iktidar başka bir telaş içinde: Muhalefeti susturmak, sesi çıkan herkese yüklenmek. Bugün CHP’ye yönelen saldırılar da işte tam burada devreye giriyor. Bu, sıradan bir siyasi rekabet değil; daha derin, daha hesaplı bir mesele.
Ekonomik krizi gizlemenin en kolay yolu, düşman yaratmaktır. Muhalefete vurmak, gündemi değiştirmek için kullanılan eski bir yöntemdir. Cumhurbaşkanlığı sistemi tartışılırken iktidarın asıl derdi de bellidir: Yetkilerini artırmak, koltuğunu sağlamlaştırmak. Yeni anayasa söylemleriyle hem toplumu hem de muhalefeti sıkıştırıp seçimlere avantajlı girmek istiyorlar. Ama işin özünde başka bir mesele daha var: Barış. Çünkü barış büyürse demokrasi büyür, demokrasi büyürse tek adam düzeni çatırdamaya başlar. İşte bu yüzden barış süreci hedef alınıyor.
Bugün CHP’ye yönelen baskılar aslında hepimize yöneliktir. Kime dokunulursa dokunulsun, Kürt hareketine, sosyalistlere, işçiye, kadına, halkın demokrasi talebine dokunuluyor. Hatırlayın, 7 Haziran’dan sonra HDP binaları yakılmış, kültür dernekleri mühürlenmişti. Bugün yaşanan da aynı zihniyetin devamıdır.
CHP bu saldırının özünü görmek zorunda. Bu sadece “ana muhalefeti susturma” girişimi değildir; bu, barışı ortadan kaldırma, barış bloğunu zayıflatma hamlesidir. O yüzden CHP hem Meclis’te hem sokakta barışı savunmalı, toplumsal alanda barışın sesi olmalı, eşitlik ve özgürlük hattını güçlendirmelidir. Kürtlerin taleplerini yok saymak yerine, demokratik çözümün merkezine koymalıdır.
Bugün olan biten yalnızca CHP’ye değil, halkın tüm kazanımlarına, demokrasiye, barışa saldırıdır. İktidarın hesabı açıktır: Krizi saklamak, tek adam düzenini sağlamlaştırmak, barışı boğmak. Ama unutmayalım: Barışın sesi susturulamaz. Yeter ki biz bu sesin etrafında kenetlenelim. Çünkü bu memleketin geleceği, halkların eşitliğinde ve barışın gölgesinde yeşerecek.