Kürt Halk Önderi Sayın Abdullah Öcalan’ın “Barış ve Demokratik Toplum” başlıklı çağrısı, ilgili bütün merkezlerde ve bütün boyutlarıyla tartışılıyor. Daha önemlisi çağrının muhatabı PKK, gereklerini yerine getireceğine dair açıklama yapmış, böylece sürece büyük bir destek sunmuştur. Buna karşın devlet cephesinden, bazı tali düzeyde açıklamalar yapılsa da henüz ciddi bir gelişme yaşanmamıştır. Dahası askeri-siyasi soykırım saldırıları aralıksız devam ediyor.
Bunun yanında bir de sürecin her aşamasında, devlet adına konuşan herkes, barış karşıtı, zehirli bir dil kullanarak konuya yaklaşmıştır. “Silahlarını gömmezlerse silahlarıyla birlikte gömeceğiz” ifadesiyle dikkat çeken bu dil, benzer birçok cümleyle devam etmiştir. En son yapılan açıklamaların birisinden de “taş üstünde taş, gövde üstünde baş bırakmayız” türünde sosyal düzeyi düşük bir üslupla tehditler yapılmıştır.
Başlangıçta gelişmelerin nasıl seyredeceği bilinmediği için kimse bu konuyu temel ve acil sorun olarak görmemiş ve buna göre davranmamıştır.
Yine de DEM Parti yöneticileri, Avrupa’daki Kürt kurumları, KCK/PKK yetkilileri, her fırsatta bu durumda duydukları memnuniyetsizliği ortaya koymuşlar, yaptıkları açıklamalarla itirazlarını, protesto ve tepkilerini ısrarla belirtmişlerdir
Ne yazık ki bu itirazlar ve tepkiler, sonucu değiştirmemiştir. Devlet adına söz kuranlar, Kürt halkının temsilcilerinin bu güçlü karşı koyuşlarını görmezden, duymazdan gelmeyi tercih etmişler, barış karşıtı zehirli dili kullanmayı sürdürmüşlerdir. Bu çevreler, Kürt halkının hassasiyetlerini dikkate almıyor ve sürekli olarak barışa ve diyaloğa hizmet etmeyen, tahrik edici bir dil kullanıyorlar.
Bu durumun İmralı’dan da tartışıldığı ve yapılan açıklamaya yansıtıldığı görülmektedir. Yapılan açıklamanın bir yerinde, “Barış ve demokratik toplum döneminin dili de gerçekliğe uygun geliştirilmek durumundadır” denilerek bu noktaya dikkat çekilmiştir. Çağrı metninde yer alan, ancak günlük yoğunluğun içinde kamuoyunda pek tartışılamayan bu ifade sanıldığından daha çok önemlidir ve sürecin gidişatını ciddi anlamda etkileme potansiyeline sahiptir.
Çünkü birbirleriyle barışmak isteyenlerin ilk yapacağı iş karşılıklı güveni tesis etmektir. Güven sağlamanın yolu da karşılıklı saygıyı zorunlu kılarken, zehirli dilden de uzak durulmasını gerektirir. Ancak İmralı’ da yapılan bu dikkat çekici uyarıya rağmen devlet yetkililerinin kullandığı üslup ve dil değişmemiştir.
Halbuki barışmak önce dilde başlar. Sadece bu kadar değil, yine barışın gerçekleşmesi de konuşarak, yani dille mümkün olur. Böylesine hassas ve köklü konularda devletler, herkesten çok, barış ve diyalog diline yönelmek durumundadırlar.
Bütün bu gerçekleri söz konusu devlet yetkilileri bilmiyor olabilirler mi? Elbette hayır, onlar da gerçeği çok iyi biliyorlar.
Peki devlet yetkilileri, hele ki barışa da bu kadar yaklaşılmışken, neden böyle tahrik edici bir dil kullanıyorlar? Devleti yönetenler, “barış ve demokratik toplum” mesajını bu dille sunarak ne yapmak istiyorlar? Basit bir özensizliğin, kontrol edilemeyen bir öfkenin sonucu olarak bu dilin kullanıldığı söylenebilir mi?
Söz konusu cümleleri kuranların devletin en yetkili ve en sorumlu yöneticileri oldukları göz önüne alındığında bu ifadeler daha bir önem taşımaktadır. O nedenle bir ifadeleri basite almak, masum olduklarını düşünmek ve önemsizleştirerek yaklaşmak, gerçeklere sırt çevirmek olacaktır. Çünkü bu ifadeler, izlenen savaşçı politikanın sonuçlarıdırlar. O nedenle sözü edilen zehirli dil, siyasal, sosyal ve kültürel boyutları olan bu denli kapsamlı ve tarihsel bir sorun olan Kürt sorununun çözümüne hizmet etmez, barışa ve demokrasiye götürmez. Bu dilde ısrar, barışın provoke edilmesine yol açabilir, sürecin selametini zorlayabilir ve önemli bir sorun kaynağı olabilir.
Anlaşılan o ki hali hazırda devleti yöneten yetkililer, bir kez daha gerçeği çarpıtmaktadırlar. Bu yolla mevcut durumdan bir zafer çıkartmak, güçlü ve muzaffer görünmek, kendi konumlarını güçlendirmek, ayrıca Kürt halkının yenildiğine dair bir kabulü dayatarak, ulusal demokratik kazanımları yok etmek, kafa karışıklığı, moral bozukluğu yaratmak ve Kürt halkının dinamiklerini karşı karşıya getirmek istedikleri görülüyor. Ayrıca savaştan nemalandıkları gibi, savaşın barışa evrilmesinden de kendi iktidarlarını sürdürmek için yararlanmaya çalışıyorlar. Sayın Öcalan’ın ve bir bütün olarak ulusal demokratik Kürt siyasetinin ve Kürt halkının ortaya koyduğu dirayeti, feraseti ve iradeyi kendi basit hükümranlık amaç ve çıkarlarına alet etmek istiyorlar.
Kürt halkı, önderliği ve kurumları, adil ve demokratik bir barışın bu dilin mahkûm edilmesiyle sağlanacağını, bu dilin barışın ve demokrasinin önündeki ilk engel olduğunu bilmekte, bu dile ve üsluba karşı çıkmakta ve savaş dilinin yerini barış dilinin alması için çalışmaktadır. Zira Kürt halkı kendisine ve önderliğine bu dille yaklaşılmasını kabul etmemekte, etmeyecektir. Aynı şekilde yakınlaştırılmış olan barışı ve demokratik toplum idealinin bir kez daha karartılmasına izin vermeyecektir.
İşte kritik günlerin yaşandığı bu günlerde ve tam da bu savaş dilinin değiştirilmesi sorununun, sadece Kürt halkının omuzlarına bırakılması doğru değildir. Özellikle barıştan ve demokrasiden yana olan bütün çevrelerin bu savaş diline en güçlü şekilde itiraz etmeleri, karşı çıkmaları gerekiyor. İşçiler, emekçiler, kadınlar, gençler, demokratik kurum ve bireyler, aydınlar, Aleviler ve ezilen bütün toplumsal kesimler, bu kadar yakınlaşmış olan barışı, bu savaş diline feda etmemelidirler, etmeyeceklerdir. Savaş baronları ne yaparlarsa yapsınlar, barış ve demokrasi, kararlı bir mücadeleyle kazanılacaktır.