Beklenen gelişme gerçekleşti. PKK, 12. Kongre’nin tarihi kararlarını ve kurucularından Ali Haydar Kaytan’ın ve Rıza Altun’un şehadetlerini açıkladı. Öncelikle bu büyük devrimci yurtseverlerin ve ayrıca Hâkî Karer’in, Deniz’lerin, İbrahim Kaykapkaya’nın ve Sinan Cemgil’lerin ve tüm mayıs ayı şehitlerinin anıları önünde saygı ile eğiliyorum.
Bildiride alınan kararların “PKK’nin örgütsel yapısını feshederek, PKK adıyla çalışmaları durdurmak ve temel strateji olarak silahlı mücadeleyi sona erdirmek, Kürt özgürlüğünü ve her alanda demokratik toplum mücadelesini yeni stratejiler ve örgütlenmelerle yürütmenin önünü açmak” anlamına geldiği belirtilmektedir.
Dünya devletleri, basını ve çeşitli kurumlar, Türkiye’de ise sınırlı bir çevre dışında bütün toplumsal kesimler, PKK kongresinin tarihi kararlarını olumlu bir gelişme olarak değerlendirdiler.
Ancak kongre kararları açıklandıktan sonra, açıklamada geçen “PKK; kaynağını Lozan Antlaşması ve 1924 Anayasasından alan Kürt inkâr ve imha siyasetine karşı, halkımızın özgürlük hareketi olarak tarih sahnesine çıktı” cümlesi, provokatif, bilimsellikten uzak, sosyo- politik karşılığı olmayan, barış karşıtı bir tartışmaya malzeme yapılmak istenmiştir.
Birincisi, PKK’nin bildirisinde yer alan bu cümle sübjektif bir yorum değil, somut ve bilimsel bir gerçekliktir. Evet, Lozan’da Kürdistan dört parçaya bölünmüştür, bu realite hangi bilimsel verilerle yok edebilir? Veya bu gerçeği ifade etmek neden suç olsun?
İkincisi, Lozan, haksız bir tarihsel olgu da olsa, Türk devletinin varlığını resmileştiren, bütün uluslararası kurumlar tarafından bilinen ve kabul edilen bir anlaşmadır. Böylesine bir somut durumu değiştirmek, bir siyasal değerlendirmeyle nasıl mümkün olacak?
Üçüncüsü, Kürt Özgürlük Hareketi, uzun yıllardan beri “ortak vatanda birlikte yaşamayı” stratejik politika olarak ısrarla önermekte, ayrılma talebinde bulunmamaktadır. Dolayısıyla tarihsel bir haksızlıktan söz etmek neden bölme/bölünme paranoyasına gerekçe olsun?
Lozan Anlaşması, elbette birçok yönüyle tartışılacaktır. PKK’nin de bir siyasal parti olarak bu tartışmaya katılması ve bu anlaşmayla Kürtlerin bölündüğünü söylemesi, bu haksızlıktan söz etmesi neden barışa karşı bir tutum olsun? Sadece bu gerçeği ifade etmekle bir anlaşma iptal olmaz, bir ülke bölünmez. Herkes biliyor ki tarih, aynı zamanda düzeltilmemiş haksızlıklar tarihidir.
PKK’nin yayınladığı metinde, 1924 anayasasın eleştirilmesi de bu “vatanseverleri” rahatsız etmiştir. Sanki 1924 anayasasını eleştirmek ülkeyi bölecekmiş gibi. Yine aynı metinde “PKK adıyla çalışmaların” durdurulduğu ifadesinden hareketle, anlamsız komplo teorileri üretilmektedir. Halbuki aynı ifadelerin devamında zaten PKK, “Kürt özgürlüğünü ve her alanda demokratik toplum mücadelesini yeni stratejiler ve örgütlenmelerle yürütmenin önünü açmak” için bu kararları aldığını ifade etmekte, dolayısıyla PKK dışında örgütler kurulacağı ilan edilmektedir. Bu tartışmayı yapanlar, Kürtler, demokratik ulusal haklarından vazgeçsinler, bunun için örgütlenmesinler, diye mi düşünüyorlar?
Bu tartışmaları geliştirenler eğer iyi niyetliler ise, bir, PKK’nin açıklamasını çok iyi okumalıdırlar, iki, sürece ve soruna saplantılarla değil, gerçekten demokratik bir bakış açısıyla yaklaşmalıdırlar. Alıntıda görüldüğü gibi PKK, Kürt halkının ulusal demokratik hakları için mücadele etmekten vazgeçmemiştir. Sadece mücadelenin yöntemi değişmiştir. Ülkede ve dünyada sayısız örgüt, sosyalizm uğruna silahsız mücadele ettiği gibi, PKK de Kürt halkının özgürlük mücadelesini “siyasal ve hukuki zeminde” ve yeni örgütlenmelerle sürdürmek istiyor.
Devlet, süreci parlamentoya taşımayarak, toplumsallaştırmayarak, demokratik bir tarzda yaklaşmayarak, Kemalistlerin geliştirdiği ve barış atmosferini zehirleyen bu tartışmalara zemin yaratmıştır.
Üstelik devlet yetkilileri de benzer tutumlar geliştirmişlerdir. İlgili Bakan, sanki umut hakkı bir lütufmuş gibi, “Umut hakkı yok” diyebilmiştir. Erdoğan, Suriye ayrı bir ülke değilmiş ve Avrupa’da silahlı bir örgüt varmış gibi, “Suriye ve Avrupa da bu kararlara uysun” demekten sakınmamaktadır.
Başlangıçta, “PKK feshi ve silah bırakma kararlarını alsın sonra demokratik açılımlar gelecek” diyen devlet, bugün de “silah teslim edilsin vs” bahaneleriyle demokratik hakları ve yapması gerekenleri ertelemekte, barışı zorlaştırmakta, barışın niteliğini bozmaya çalışmaktadır.
Bu sözde tartışmalara bakılınca devletin niyeti konusunda önemli kuşkular oluşmaktadır. Halbuki barış karşıtı bu tartışmaların önünü kesmek devletin görevidir. Süreç, hızla seçilmişlerden oluşan ve en yetkili organ olan parlamentoya taşınarak partilerden oluşturulan bir komisyona devredilmelidir. Hükümet bu komisyonun kararlarını hayata geçiren bir rol oynamalıdır. Aynı anda toplumun tüm kesimlerinin sürece katkı sunmasına imkân sağlanarak, barış toplumsallaştırılmalıdır.
Çünkü barışın kendisi ve halkların barış umudu, paranoyak bölünme korkularına feda edilmeyecek kadar değerlidir.