İster siyasette ister sosyal yaşamda olsun, hayatın her alanında, yani günlük yaşam diyalektiğinde kendimize nasıl bir duruş seçmişsek hareketiniz, davranışlarımız ve üretimimiz de ona göre şekillenir. Bu noktada çoğumuzu yıllarca sistemin empozelerinden edindiğimiz belli kalıp ve şablonlar yönetir. Farklı düşünebilmek ve değişim zor gelir insana.
Farklı düşünebilmek, önyargılardan ve şablonlardan kurtulabilmeyle eşanlamlıdır. Böyle bir duruşta çıkar veya korkulara bağlı olarak olan-biteni çarpıtmamak vazgeçilmez koşuldur. Bu ancak zihin haritasının koordinatlarını değiştirmekle mümkündür
Dikkat ettiniz mi hiç? Barış sürecine karşı çıkan kesimlerde söylemler aynı, replikler ve tepkiler aynı… Aynı paradigmanın ezberleriyle yorumlanıyor her şey, aynı at gözlüklerle bakılıyor olan bitene, aynı volümden ve aynı perdeden konuşuluyor.
***
Barış, genellikle diplomatik görüşmeler ve müzakerelerle ilişkilendirilir doğal olarak. Ancak barışın en kırılgan ve aynı zamanda en güçlü yanları bireysel zihinlerimizde ve kolektif düşünce biçimimizde yatar. Gerçek ve kalıcı barışı oluşturmak ve korumak istiyorsak, sadece dış dünyayı değil, öncelikle iç dünyamızı değiştirmemiz gerekiyor. Bu, bir “barış koruma” misyonundan çok, bir “zihniyet dönüşümü” meselesidir.
Çatışmanın tohumları, en basit haliyle, “biz” ve “onlar” ayrımında atılır. Bu dualite, farklılıkları düşmanlık olarak algılamamıza neden olur. Milliyet, din, siyasi görüş ve benzeri farklılıklar ne olursa olsun, bir tarafı yüceltme ve diğerini şeytanlaştırma eğilimi, barışın en büyük düşmanıdır.
Barışı gerçekleştirmenin ilk adımı, bu zihniyetten sıyrılmaktır. Zihinlerimizde “öteki” kavramını, “aynı gezegeni, aynı kaderi paylaşan bir diğer insan” olarak yeniden tanımlamalıyız. Farklılıklarımızı bir tehdit değil, dünyayı zenginleştiren bir çeşitlilik olarak görmeyi öğrenmek, çatışma potansiyelini kaynağında kurutur.
Çatışma anlarında, insan zihniyeti doğal olarak savunmacı ve tepkisel hale gelir. Haksızlığa uğradığımızı hissettiğimizde, ilk tepkimiz öfke ve misilleme olur. Ancak bu tepki zinciri, ateşe benzin dökmekten farksızdır. Zihinlerde tepkisellikten empatiye geçiş bu durumun yegane eczasıdır.
Zihniyet dönüşümü, bize bir anlık durma ve düşünme yetisi kazandırır. Bir anlaşmazlıkta ilk saniyelerde aklımıza gelenleri değil, karşı tarafın motivasyonlarını, korkularını ve acısını anlamaya çalışmayı esas alır. Empati, pasif bir duygu değil, aktif bir barış aracıdır. Karşımızdakinin bakış açısını içselleştirdiğimizde, çatışmanın şiddetini azaltırız.
Olay ve olgulara bize sunulanın ötesinde, araştırarak sorgulayarak eleştirel bir yaklaşımla baktığımızda zihin haritalarımız da buna göre şekillenecek ve bize sorun çözme ve karar alma süreçlerimizde yardımcı olacaktır.
***
Geleneksel çatışma çözümü, genellikle bir tarafın kazanması ve diğer tarafın kaybetmesi üzerine kuruludur. Bu, barışı geçici bir ateşkes haline getirir, çünkü kaybeden taraf her zaman rövanş peşinde olacaktır. Kalıcı barış ise, kaybedenin olmadığı bir çözüm gerektirir.
Zihniyetimizi, “Benim kazanmam gerekiyor” yerine, “Hepimiz için en iyi sonucu nasıl elde ederiz?” sorusuna odaklanarak yeniden yapılandırmalıyız. Bu, taviz vermek değil, yaratıcı çözümler üretmektir. Herkesin temel ihtiyaçlarının karşılandığı ve onurunun korunduğu bir ortak zemin arayışı, zafer hırsından çok daha tatmin edicidir.
Barış, bina ettiğimiz bir yapı değil, her gün özenle yetiştirdiğimiz bir bahçedir. Dışarıdaki çatışmayı durdurmak için içerideki ön yargıları, korkuları ve öfkeyi kontrol altına almak zorundayız.
Barışı kurma ve koruma görevi, artık sadece siyasetçilerin omuzlarında değil; her birimizin kendi zihninde yürüttüğü kişisel bir mücadeledir. Bu değişimi başlattığımızda, barış, sadece ulaşılabilecek bir ideal olmaktan çıkıp, yaşam biçimimiz haline gelecektir.
***
Önyargılarımızı sorgulamaktan kaçınmak, kendimizden kaçmak anlamına gelir. Uzun süren ve pahalıya mal olan bir önyargıyı yıllar sonra reddetmek kolay değildir elbet ama asıl anlaşılmaz olanı, yargımızı çürüten ve bizi onu değiştirmeye zorlayan daha sonraki tecrübelere rağmen o yargıda ısrarlı olmamız, gerçeği görmek ve kabul etmek istemeyişimizdir. Bu kabul ve isteği gerçekleştiremediğimiz sürece bireysel ya da toplumsal dünyamızda hayatı güzelleştiremeyeceğiz.









