Tarih Türkiye toplumuna çok kıymetli bir barış imkânı daha sundu. Ancak ciddi belirsizlikler altında yürümekte olan bu yeni barış sürecinin önünde birçok engelin bulunduğunu da gerçekçi bir biçimde kabul etmemiz gerekiyor. Bunlardan bazıları:
- Barıştan kastedilenin ne olduğunun tam olarak anlaşılamaması ve barışın silah bırakmaya indirgenmesi,
- Ulus devletçi ve ulusalcı bakış açılarından kaynaklanan ön yargılar,
- Savaş ve çatışma ortamından beslenen ve bundan siyasal rant ve/veya ekonomik kâr devşiren kesimlerin varlığı,
- Görüşmelerin bir tarafı olan AKP iktidarının uzunca bir zamandır demokratik müzakereyi reddeden otoriter bir bakış açısına sahip olması, kutuplaştırıcı tutumu ve ilk barış sürecinin 2015 yılında hüsrana uğraması,
- Devlet Bahçeli gibi, bu sürecin tetikleyicisi ve fiilen yürütücüsü konumundaki bir liderin ve partisinin geçmişteki barış, demokrasi ve Kürtler konusundaki olumsuz tavrından dolayı demokrasi güçlerinin sürece şüpheyle yaklaşmaları,
- Süreç devam ederken siyasal iktidarın başta CHP olmak üzere muhalefet partileri üzerindeki baskılarını artırması, muhalif belediyelere kayyım atanması, 19 Mart’ta İBB’ye dönük olarak başlatılan operasyonlar ve ülkenin en güçlü cumhurbaşkanı adayının tutuklanarak cezaevine konulması.
Bunların yanı sıra altının çizilmesi gereken ciddi bir engel daha var ki asıl bu engelin üstesinden gelinmesi daha zor görünüyor:
- Müzakere sürecinin şeffaf işletilmemesi, Meclis’in, siyasal partilerin, demokratik kitle örgütlerinin ve emek örgütlerinin, halkın tam ve doğru bilgiye erişiminin engellenmesi ve tüm bu durumun neden olduğu spekülatif, manipülatif haberlerin ve dezenformasyonun süreci akamete uğratma riski. Bugünkü yazımızın konusu aslında tam da bu sorun.
Negatif barış
Öncelikle “negatif barış” ve “pozitif barış” arasındaki farkın ortaya konulmasıyla başlayalım. Bugün ilerletilmeye çalışılan şey pozitif barış görüşmelerinden ziyade, negatif barış aşaması yani silah bırakma ve çatışmaların durması ve silahların susmasıdır. Bu çerçevede, PKK kongresini toplayıp örgütü fesih etme kararı aldı, silah bırakması bekleniyor. Buna karşılık devlet işi daha yavaştan alıyor.
Pozitif barış
Pozitif barış ise, silah bırakma ve çatışmaların durmasının ardından gelecek olan ve barışı kalıcı hale getirmeyi hedefleyen başta yasal düzenlemeler olmak üzere tüm önlemlerin hayata geçirilmesini içeriyor. Bu aşamada artık “sosyal adalet”, “eşit yurttaşlık” gibi toplumsal barışın kalıcılığını sağlayan temeller atılır. (1)
Şu an pozitif barış aşamasında olmadığımız gibi, negatif barış aşamasının gerekleri de yerine getirilmiş değil. “Pozitif barış aşamasına geçilebilecek mi” ya da “ne zaman geçilebilecek” gibi sorulara net yanıtlar verebilmek oldukça zor. Çünkü süreç belirsizliklerle ve kırılganlıklarla ilerliyor.
Bu noktada unutulmaması gereken çok önemli bir husus, barışın kendiliğinden gelmeyeceği, onun ancak uğruna verilecek mücadelelerle, kararlılıkla ve sabırla sağlanabileceği hususudur.
Toplumun desteğini almak şart!
Bu sürece toplumun en geniş kesimlerinin desteğini sağlayabilmek, sadece toplumun farklı kesimlerinin inanıp güvendiği siyasal parti liderlerinin bu süreci sahiplenip savunmasıyla ya da “savunuyormuş gibi yapmasıyla” mümkün olmaz. Hatta Meclis’in sürece sahip çıkması (son derece önemli olsa da) tek başına yeterli değil.
Özellikle de ekonomik sıkıntıların tavan yaptığı, toplu işten çıkarmaların, enflasyon ve yoksulluğun arttığı ve halkın adeta yoksullukla (hatta açlıkla) boğuştuğu böyle dönemlerde, çatışmaların ve savaşın bu olguları nasıl daha da kötüleştireceği, buna karşılık barışın ve demokrasinin bu sorunların çözümünü nasıl kolaylaştırabileceği toplumun her kesimine anlatılmalı. Bu amaca yönelik olarak her türlü araç ve bilgi, toplumun barışın kaçınılmaz olduğuna inanmasına yardımcı olmasını sağlamak anlamında değerlendirilmeli.
Özellikle de DEM Parti, barış, toplumsal refah ya da savaş, ekonomik çöküş ve yoksulluk arasındaki ilişkileri Türkiye toplumuna anlatma konusunda ekstra bir çaba göstermeli. Derinleşen ekonomik yıkım karşısında enerjisini bundan böyle bu konulardaki çözümler için de kullanmalı.
Ayrıca barış ve demokrasinin tabiri caizse tahin-pekmez gibi iç içe geçtiği gerçeğinden hareketle, bu iki mücadelenin eş anlı ve el ele yürütülmesi gerektiği kabul edilmeli. Bu konuda demokratikleşmeye zarar verecek hiçbir iş birliğinin içinde olunmayacağı hususunda (bilhassa sürece kısmen haklı nedenlerle), şüphe ile bakan kesimlerin ikna olması sağlanmalı. Ki bunların içinde sadece “ulusalcılar” olarak tabir edilen kesimler değil, Türk solunun ve sosyalistlerinin azımsanamayacak bir kesimi de var.
Epistemolojinin barış ile ilişkisi
Basit bir ifadeyle, epistemoloji bilginin kendisinin incelenmesidir. Bildiklerimizi nasıl bildiğimizle ilgilidir. Epistemolojiyi şu soruların araştırılması olarak da düşünebiliriz:
▪ Bir şeyin “doğru” ya da “yanlış” olduğuna nasıl karar veririz?
▪“Geçerli kanıt” ya da “geçerli bulgu” derken neyi kast ediyoruz?
▪“Güvenilir kaynak” (özellikle de anlık deneyimlerimizin ötesindeki haberler konusunda) ile “güvenilmez kaynak” arasındaki farkı nasıl anlayabiliriz?
▪ “Bilimsel olarak kanıtlanabilen gerçek” ile “inanç” arasındaki fark nedir?
▪ Bir şeyi gerçekten “bildiğimizi” ve “bildiğimizi düşündüğümüzü” nasıl ayırt edebiliriz? (2)
Türkiye toplumunda epistemolojik bir kriz yaşanıyor!
Epistemolojik kriz ise toplumların neyin hakikat ve güvenilir bilgi olduğunu anlama özelliğini yitirmesidir. Yani “gerçek” olanla “gerçek ötesini” ayırt edemeyerek yanılmak ya da yanlış sonuçlara varmak, diye de ifade edilebilir.
Bu kriz birbiriyle bağlantılı olarak aşağıdaki şekillerde ortaya çıkar:
▪İlk olarak, geleneksel olarak bilgiyi üreten ya da onaylayan kurumlar (devlet kurumları, üniversiteler, ana akım medya) evrensel otoritelerini kaybeder. Böyle bir durumda toplumdaki farklı kesimler tamamen farklı “hakikat” kaynaklarına dayanarak hareket ederler.
▪İkinci olarak, dijital teknoloji ve sosyal medya, çelişkili “gerçeklerin” farklı topluluklar için aynı anda hem doğru hem de yanlış olabildiği paralel bilgi evrenleri yaratır.
▪Üçüncü olarak, ortak olgusal gerçeklik aşınmış olabilir. Yani demokratik müzakerenin dayandığı temeller çökmüş olabilir. Bu da uzlaşmayı neredeyse imkânsız hale getirir.
Bugün ülkedeki durum, barış ve demokrasi başta olmak üzere, birçok önemli konuda böyle bir epistemolojik krizin yaşanmakta olduğunu gösteriyor.
Otoriterliği güçlendiren yol
İşin kötüsü, böyle bir epistemolojik kriz, çeşitli mekanizmalar aracılığıyla mevcut otoriterliğin daha da güçlenmesine ve kalıcılaşmasına hizmet edebilir. Eğer yeni barış süreci de başarısız olursa böyle bir tehlike mevcuttur.
Çünkü gerçeklik giderek daha istikrarsız ve tartışmalı hale geldiğinde, basit, mutlak doğrular sunan otoriter liderlik psikolojik olarak daha çekici ve inandırıcı bir hale gelir. “Yatay vatandaş dayanışması” yerine, insanlar kesinlik vaat eden “güçlü liderlerle dikey hizalanma” arayışına girerler.
Bilgiyi üreten ve doğrulayan kurumlar meşruiyetlerini kaybettikçe, onlara bağlı olan demokratik süreçler de zayıflar. Otoriter, aşırı sağcı hareketler ve siyasal yapılar “Kürt Sorunu” gibi toplumsal sorunları daha önce de yaptıkları gibi günah keçisi ilan ederler ve toplumda bu sorunun çözümünün imkansızlaşması için yeni komplo teorileri servis edilmeye başlanır. Kısaca bu yapılar açıkça erişilebilir güvenilir bilginin olmadığı bir ortamdan faydalanırlar.
Üstelik bu kriz sadece politik bir kriz değil, aynı zamanda varoluşsal bir krizdir. Hakikati belirleyen ortak araçlar çöktüğünde demokratik müzakere imkânsız hale gelir. Otoriter hareketler bu çöküşü sadece istismar etmekle kalmaz, hiçbir şeyin güvenilir bir şekilde kanıtlanamadığı ortamlarda “hakikati” tek başına gücün ve iktidarın belirlediğini bilerek, bu çöküşü hızlandırırlar.
Bu yüzden de barışın da demokratikleşmenin de epistemolojik olarak topluma çok iyi anlatılması gerekiyor. Ancak iktidarın kutuplaştırıcı ve suçlayıcı dilinin devam ettiği bir ortamda bunu kitlelere anlatmanın çok zor olduğunu da kabul etmeliyiz.
Sonuç olarak
Yeni barış süreci başarıya ulaştırılmalıdır. Bu belki de bu coğrafya da barışa verilen son şanstır. Bu yüzden de tüm demokratik muhalefetin bu sürece sahip çıkması ve siyasal iktidarı bu süreci uzatmaması ve demokratik bir biçimde, gecikmeden sonuçlandırması için zorlaması gerekir.
Ayrıca başta CHP olmak üzere demokratik muhalefet barışı aktif bir biçimde desteklerken, demokratikleşme ihtiyacını da müzakerelerin taraflarına (özellikle de siyasal iktidara) sürekli olarak hatırlatmalıdır. Barışın yanında durmayanların demokratikleşme mücadelesinde barış güçlerini yanlarında görme şanslarının olmayabileceği (ya da tersi) unutulmamalıdır.
Kürt siyasal hareketinin ise bu sürecin her aşamasında şeffaf davranması, görüşmelerin İmralı ve Devletin istihbarat örgütleri ile sınırlı kalmasına karşı çıkması, sürece ait bilgiyi toplumun tüm kesimleriyle açık bir biçimde paylaşması, müzakereleri açıktan yürütmesi, Meclis, siyasal partiler ve emek örgütleri dahil olmak üzere tüm sivil güçlerin bu sürecin aktif aktörleri haline gelmesini sağlaması gerekir.
Dip notlar:
- https://exhibitions.cooperhewitt.org/designing-peace (27 Mayıs 2025).
- https://antiauthoritarianplaybook.substack.com/p/what-epistemology-has-to-do-with (21 May 2025).