Sayın Öcalan’ın Demokratik Toplum ve Barış Çağrısı ve buna bağlı olarak PKK’nin gerçekleştirdiği kongrede kendini feshetmesi ve silahlı mücadeleye son verdiğini açıklaması ve bunlarla ilgili tüm gelişmeler bütün dünyada, Ortadoğu’da ve Türkiye’de büyük bir ilgi ve dikkatle izleniyor. Konu üzerinde haberler, programlar yapılıyor, çeşitli röportajlar yayınlanıyor. İlgili tüm çevreler, bu gelişmelerin Ortadoğu’da ve yeni dünya düzeninde yaşanan gelişmelerle yakından bir bağlantısı olduğunu görüyor ve bu bağlamda çok sayıda değerlendirme yapıyor. Elbette emperyal kesimlerce yapılan değerlendirmeler kendi hesapları dairesinde yapılan değerlendirmelerdir. Ancak barış ve demokrasi mücadelesi yürüten, halkların çıkarları odağında mücadele geliştiren çevrelerce de bu çağrı ve gelişmelerle ilgili destekleyici geniş değerlendirme ve analizler ortaya konuyor.
Ultra ulusalcı Kemalist çevrelerde, bunlara ait gazete ve televizyonlarda ve bu çevrenin sözüm ona entelektüel camiasında bu çağrı, bir barış ve demokrasi çağrısından ziyade bir felaket senaryosu olarak tartışılıyor. Bu çevreler için felaket olan, savaşın sürmesi, insanların ölmesi, ülke kaynaklarının önemli bir bölümünün savaşa ayrılmasından dolayı yoksulluk ve sefaletin artması, diktatörlüğün güçlenmesi değil Kürtlerin bir takım haklara sahip olmasıdır. Kürtlerle Türkler arasında eşit haklara sahip olunan bir düzenin kurulması ihtimali, bunların uykularını kaçırmaktadır. Bu savaştan dolayı aslında Türk halkının da paryalaştığını görmezden gelerek Kürtlerin parya olarak kalması için barış ihtimaline karşı amansız bir savaş yürütüyorlar. Bu barış ve demokrasi çağrısı ve onun etrafında yaşanan gelişmelerle ilgili ne yazık ki Ultra ulusalcı Kemalist çevrelerin tavrıyla bire bir aynı tavrı ilkel Kürt milliyetçi çevrelerde de görüyoruz. Kürtlerin hakları ve özgürlüğü adına bir gram emeği, ödediği bir gram bedeli olmayanların, yaşanan durumu bir teslimiyet olarak yansıtmaları kendi yaşadıkları acziyeti örtme çabasından başka bir şey değildir. Oysa şimdiye kadar iddia ettikleri gibi bu yapı ve silahlı mücadele onların halka ulaşmasında bir engeldiyse, bu engel ortadan kalktı. Buyursunlar Kürtlerin hakları için veya kendilerinin yüksek talepleri üzere federasyon için mücadele etsinler. Meydanlar onlarındır, yarından tezi yok meydanlara çıksınlar, Kürtler için ne talep ediyorlarsa dillendirsinler, mücadele etsinler. Yeterince oturdukları yerden eleştirdiler, akıl verdiler zira. Bakalım halk ne kadar kıymet verecek, ne kadar arkalarından gidecek? Bakalım mücadele arenası sadece sosyal medya mı imiş onlar için göreceğiz.
İşin dikkat çeken yanı ise bu iki milliyetçi çevrenin bu meseleleri, bir dirhem evrensel değerler içerisinde tartışacak, asgari entelektüel birikimle yorumlayacak kapasitelerinin olmayışıdır. Bütün değerlendirmeleri ultra milliyetçi bir hamaset ve hezeyandan mürekkep. Öyle ki her iki taraf aynı hamasetle gelişmeleri birbirinin zıddı okuyorlar. Türk milliyetçileri Kürtlerin bir devlet kurmaya doğru gittiğini, Türkiye’nin bölüneceğini iddia ederken ilkel Kürt milliyetçileri, teslim olunduğundan, Kürtlerin sahip olması gereken tüm haklarından vazgeçildiğinden dem vuruyorlar.
Türk aydınlarından, sanatçılarından, entelektüel çevrelerinden bu süreci analiz eden, evrensel hukuk çevresinde olması gerekenleri tartışan bir tavrın gelişmesini beklemek gerekir. Filhakika, bu ülkenin yüzyıllık sorununun belki de çözüme en yakın olduğu döneminde bu öncülüğü oynamaktan bu kadar uzak ve korkar olmak, aslında bu savaşın aydınlanma ve aydın tavrında da ne kadar büyük bir çürüme meydana getirdiğini görmek açısından ibret vericidir. Öyleyse tıpkı barış ve demokrasi mücadelesini yükselttikleri gibi barış ve çözüm süreçlerinin gelişimine katkı sunacak en derinlikli çözümlemelerin de sahibi Kürtler olacaktır. Kürt milliyetçi çevreler gerçekten, bu sürecin Kürtler lehine bir gelişmeye yol açmasını istiyorlarsa bu hamaset dilini, bu çirkin, saldırgan ve küfürbaz dili bir tarafa bırakıp Kürtler lehine gelişmelere yol açacak tartışma dilini yaratmalıdırlar. Bütün ideolojik farklılıklar ve nüanslar korunarak asgari müşterekte çoğulcu bir mücadele zeminini yaratmak halkımıza, halklarımıza kazandıracaktır.