Devletin tüm yönetim erkini (yasama, yürütme, yargı) tek elde toplayan, basın özgürlüğü, akademik özgürlükler ve örgütlenme özgürlüğünü ortadan kaldıran muktedir, hem belediyelere kayyum atayarak halkın iradesini tanımıyor hem de keyfi soruşturmalar, gözaltılar, tutuklamalarla hukukun en temel ilkelerini yok sayıyor. Muktedirin halk iradesini ve hukuku tanımayan tavrının sonuçları sadece siyasal hakların engellenmesiyle sınırlı kalmıyor, ekonomik ve sosyal kazanımları da kullanılamaz hale getiriyor.
Bunun son örneği Antep’te Başpınar Organize Sanayi Bölgesi (OSB)’de yaşandı. OSB’de yer alan 8 ayrı fabrikada 3 binden fazla işçinin düşük ücret ve kötü çalışma koşullarına karşı -yasalar çerçevesinde- gerçekleştirdiği grev ve direnişi engellemek için Antep Valiliği neredeyse OHAL ilan etti. Direnişteki işçilerin çadırları polis ve jandarma tarafından basıldı, çadırlar söküldü, işçiler zorla dağıtıldı, fabrika önüne barikat kurularak işçilerin toplanması engellendi. Bununla da kalınmadı, grev yasaklanarak işçiler, işbaşı yapmaya zorlandı. İşçilerin örgütlü olduğu BİRTEK SEN’in yapmak istediği basın açıklamasına da yine valilik tarafından müdahale edildi.
Siyasi iktidar sadece hakkını arayan işçilerin eylemlerinde değil, çevre talanına karşı çıkan, yaşam biçimine müdahaleye itiraz eden herkese karşı devletin baskı ve şiddet aygıtlarını sıkça kullanıyor. Devletin baskı ve şiddetine maruz kalmak için mutlaka bir eylem/direniş de gerekmiyor. Dahası baskı ve şiddet sadece devletin baskı aygıtları olarak bilinen kolluk gücü ya da yargı eliyle de yapılmıyor. Toplumun geniş kesimleri için baskının, şiddetin en ağırı ekonomik yollarla gerçekleştiriliyor! AKP’nin uyguladığı ekonomik programın toplumda yaratacağı ekonomik ve sosyal tahribatı, gerçekleri çarpıtarak gizlemek ve meşrulaştırmak için kamu kurumlarının hemen hemen tümü kullanıyor. Ekonomik şiddetin aracı olan kurumların başında ise TÜİK ve Merkez Bankası (MB) geliyor.
Asgari ücret, kamu çalışanlarının ücretleri ile emekli aylıklarının belirlenmesinde dikkate alınan TÜİK’in -başta enflasyon olmak üzere- gerçekle örtüşmeyen verileri emekçilerin, emeklilerin enflasyon karşısındaki reel kayıplarının üzerini örterek, hükümetin gelir eşitsizliğini arttıran ve yoksulluğu derinleştiren politikalarını meşrulaştırmış oluyor.
2025 yılı için ücretlerin belirlenmesinde “hedef enflasyon”un esas alınmasına yönelik kararın ardından MB de üzerinden daha bir ay bile geçmeden revize etmek zorunda kaldığı 2025 yılı enflasyon öngörüsü ile TÜİK gibi ücretlerin enflasyon altında ezilmesine, gelir eşitsizliğinin artmasına ve yoksulluğun derinleşmesine aracılık ediyor.
* * *
Patronlar kulübü TÜSİAD’ın geçtiğimiz hafta yaptığı genel kurulda hükümetin kayyum uygulamaları, hukuksuz sorgulama ve tutuklamaları eleştirildi. Kamuoyunda ses getiren bu eleştiriler karşısında AKP temsilcileri TÜSİAD’ı adeta topa tuttu.
TÜSİAD’ın demokrasi ve hukuku temel alan eleştirilerine katılmamak mümkün değil. Ancak şunu unutmamak gerekiyor ki, TÜSİAD sermaye sınıfını temsil eden bir örgüttür ve değerlendirmelerini kendi sınıf çıkarları doğrultusunda yapar. Bu bağlamda çıkarları çerçevesinde siyasal hak ihlallerine tepki gösterirken halkın çok önemli bir kısmını açlığa, yoksulluğa iten beslenme, barınma gibi en temel ihtiyaçlarını bile karşılamaktan yoksun bıraktığı için “ekonomik şiddet” olarak tanımlayabileceğimiz politikalara karşı herhangi bir eleştiride bulunmaz. Bu nedenle Antep’te ve yurdun birçok yerinde işçilerin hakları için yürüttükleri mücadelelere yönelik olarak devletin uyguladığı baskı ve şiddet de TÜİK ve MB’nin neden olduğu ekonomik şiddet de TÜSİAD’ın tepkisine mahzar olamaz!
Oysa siyasi şiddetle ekonomik şiddeti birbirinden ayırmak mümkün değildir. Devletin halkın geniş kesimlerine uyguladığı şiddetin siyasi mi ekonomik mi olduğu ya da şiddet aracı olarak yargının mı kolluk gücünün mü veya TÜİK, MB gibi kurumların mı kullanıldığından bağımsız olarak siyasi, ekonomik ve sosyal hakların yok sayılması, yurttaşlık kavramının da içini boşaltır. Bu durumda demokrasi, insan hakları, hukukun üstünlüğü, eşit yurttaşlık gibi değerler de anlamını yitirir.
Bu nedenle demokrasi, insan hakları, adalet, eşit yurttaşlık ve tüm bunlar olmadan erişemeyecek olan toplumsal barış, ancak ekonomik ve siyasi şiddetin her ikisine birlikte karşı çıkarak savunulabilir. Dolayısıyla demokrasi ve barış, patron örgütlerinden önce işçi sınıfının, emekçi halkın sahip çıkması gereken değerlerdir.