Yüzyıllık Türk Devleti’nde Sayın Öcalan’ın Kürt sorununun “siyasal ve hukuki” zeminde çözülmesi için yaptığı barış ve demokratik toplum çağrısına bağlı olarak bir dizi siyasal gelişme yaşanmaktadır. Okuyucunun da yakından takip ettiği ayrıntıları tekrar etmeden güncel duruma bakalım.
Bu gelişmelerden hareketle Sayın Öcalan ve PKK yetkilileri, daha sonra MHP lideri Bahçeli, Kürt sorununun çözümü için TBMM’nde bir komisyonun kurulmasını önerdiler. Bu öneri kamuoyunda da kabul gördü.
Komisyonun adının ve karar alma çoğunluğunun ne olacağı, toplumsal kesimlerin ve demokratik kurumların nasıl temsil edileceği konuları, tartışmalı sorunlardı. Dahası bu sorunlara dair geliştirilen çözümler, turnusol kâğıdı gibi kimin ne düşündüğünü ortaya koyacağı için, komisyonun kurulması daha çok önem kazanmıştı.
Nihayet komisyon “Milli dayanışma, kardeşlik ve demokrasi komisyonu” adıyla kuruldu ve 5 Ağustos 2025 tarihinde ilk toplantısını yaparak çalışmalarına başladı.
Elbette Kürt sorununun çözümünü ve demokratikleştirmeyi amaçlayan, toplumun büyük çoğunluğunun temsil edildiği bir komisyonun kurulması değerli ve önemlidir. Daha önemlisi komisyon, ilk toplantısında hem adını hem karar alma çoğunluğu sorununu hem de farklı toplumsal kesimlerin nasıl temsil edileceklerini ortak bir irade ile aştı. Bu gelişme halkların sürece güven duymalarını sağladı.
Ancak bu olumlu noktaya gelmek kolay olmadı. Daha çok AKP’den ve cesur görünmesine rağmen MHP’den kaynaklanan sorunların yaşandığı biliniyor.
Esasında devleti yönetenler sürekli tutarsız, patinaj yapan bir tutum izlemektedirler. Gerillaya saldırmak, CHP’ye yönelik operasyonlar ve daha başkaca saldırılar, Cumhur İttifakı’nın sürece sorunlu yaklaşımının sonucudur. Erdoğan’ın ısrarla kullandığı ve en son komisyon başkanı Numan Kurtulmuş’un açılış konuşmasında, birçok önemli belirleme yapmış olmasına rağmen, sarf ettiği “terörsüz Türkiye” tanımı da böyle provakatif bir tanımlamadır.
Üstelik Numan Kurtulmuş bu tanımlamayı yaptığı konuşmasının devamında “Kürt’ün onuruyla Türk’ün gururu incinmesin” diye bir ifade de kullanmıştır. Bu ifadeler yan yana getirildiğinde nasıl bir tutarsızlık içinde olunduğu görülecektir. Birileri, “sayın başkan, süreci “terörsüz Türkiye” diye adlandırdığınızda Kürtlerin onurunu incitmiş oluyorsunuz” demiştir umarım.
Neyse ki komisyonda bu tanım kabul edilmedi.
Bu ve benzeri engelleyici çabalara rağmen, Sayın Öcalan’ın yaratıcılığıyla ve iniMisiyatif almasıyla barış ve demokratik toplum süreci bu aşamaya gelmiştir. Kürt halkının, Kürt özgürlük gerillasının elli yıldır sürdürdüğü can bedeli mücadele ve bugün önderliğinin yanında yer alması, bu sonucun doğmasını sağlamıştır. Bu gerçeği ifade etmek devleti yönetenlerin ve diğer kesimlerin sürece katkılarını inkar etmek değil, bir hakkın teslim edilmesidir.
Aslında devlete hâkim olanlar, gerçek anlamda demokratik bir barıştan dehşetli şekilde korkuyorlar. Bu korkuyu yaşayanlar ısrarla, gerçekçi olmayan “toplumun hassasiyetleri” diye bir argümanın arkasına sığınarak toplumun barış ve demokrasi istemediğini propaganda etmektedir.
Halbuki Türkiye halklarının kahir ekseriyeti, barış ve demokratik toplumdan yanadır. Böyle olduğu daha önceki barış ve çözüm süreçlerinde çok net görüldü. Ne Habur sürecinde ne 2013 çözüm sürecinde Türkiye haklarının barışa karşı bir tepkileri olmadı. Dolayısıyla egemenler, toplumun hassasiyeti diyerek barıştan kaçmaktadır.
O nedenle TBMM’de kurulan komisyon, yeni ve demokratik bir kuruluş perspektifiyle soruna yaklaştığında, büyük imkânlar ve fırsatlar yaratacaktır.
Ancak komisyon tek başına Kürt sorununu ve demokrasi sorununu çözemez. Gerçekten çözüm için ezilen bütün toplumsal kesimlerin sürece etkin bir biçimde dahil olması şarttır.
Bunun için bütün toplumsal kesimlerin kendi talep ve beklentilerini bu komisyona yansıtmaları ve komisyonda cevap almaya çalışmaları, sürece büyük katkı sunacaktır. Sürece dahil olmaları kitlelerin inisiyatifini ve enerjisini açığa çıkartacağı için de anlamlıdır. Bu gelişmeler, komisyonu sürece doğru ve çözümden yana yaklaşmaya zorlayacaktır.
DEM Parti en başından beri, konuya dair yoğun bir kitle çalışması yapmaktadır. Barışın ve demokratik toplumun halka mal edilmesi için ulaşabildiği bütün toplumsal kesimlere gitmekte, toplantılar yaparak hem halkı bilgilendirmekte hem de onların sürece dair görüş, öneri ve eleştirilerini almaktadır.
CHP, mitinglerinde pozitif değerlendirmeler yaparak, barış ve demokratik toplum sürecini topluma taşımaktadır. MHP’nin de AKP’nin de yakında benzer kitlesel çalışmalar yapacağı duyuruldu.
Ancak bütün bunların yeterli olmadığı ortadadır. Dolayısıyla bütün demokratik kurumlar ve ezilen kesimler daha ileri bir siyasal mücadeleye atılmalıdır.
Çünkü barışın ve demokratik toplumun inşası, egemenlere bırakılmayacak kadar değerlidir. Barış ve demokratik toplum, halkların mücadelesinin, direnişinin ve fedakarlığının eseri ve sonucu olarak kazanılacaktır.