Türkiye’de, Ortadoğu’da ve dünyada yaşanan gelişmeler hepimizi ilgilendiriyor. An itibari ile en büyük değişim uluslararası güçlerin ittifakıyla HTŞ’ye görev verilmesidir. Merkezi uygarlık güçleri Esat yönetiminin sorunları çözemeyeceğine inandıkları için tabiri caizse fişini çektiler. Nasıl ki Afganistan’ı Taliban’a teslim ettiler, Suriye’de ise HTŞ’ye rol verdiler.
Suriye’de Kürtlerin öncülüğünde niye bir süreç başlatılmadı? Zihinsel olarak, kültürel olarak, toplumsal olarak bu coğrafyada doku sorunu olan HTŞ’ye neden rol verildi? Uluslararası bir kayyum olan HTŞ kimin adına neler yapacak? Bu sorulara verilecek cevaplar bölgede gelecekte nasıl bir yaşamın inşa edileceği gerçekliğini de kendi içinde barındırır. Aynı zamanda uluslararası güçlerin bölgeyi nasıl dizayn edecekleri ile ilgili de somut ipuçları verir.
Kürtlerin Suriye coğrafyasında nüfusu diğer bazı halklara göre az olabilir. Bu bölgede konumlandırılan selefist anlayışların bölgedeki Kürtler içerisinde güçlü ilişkiler kurmadığı bilinir. Kuzey Doğu Suriye halklarının HTŞ ile ideolojik birlik içerisinde olmadıkları da biliniyor. Ama asıl neden Kürtlerin; verili olana karşı yeni yaşamın paradigmasını inşa etmeleridir. Bu yeniden inşaanın mücadelesini veriyor olmalarıdır. Bir devrimsel inşa sürecine girmeleridir. Bölgedeki rıza toplumu sürekleri ile birlikte demokratik ulusun sosyolojisine uygun bir yaşamı inşa etmeleridir. Bu yeni ideoloji yeni araçlarla küçük bir coğrafi bölgede ama etki bakımından dünyayı etkileyecek bir hakikate sahiptir. Rıza meydanının eşiğine niyaz olmuş cümle can bu hak meydanında cem olmuştur.
Rojava’da inşa edilen rıza şehrinde; ne uygarlığın ve ulus devletlerinin tekçi formunun zihniyetine rıza göstermişlerdir ne de reel sosyalizmin yeniyi yaratamayan toplumsal hakikati inşa edemeyen araçlarına. Tamamen yereli esas alarak bütün farklılıkların sosyolojisine rıza göstererek, halkın istem ve beklentilerini örgütlü kılarak, hakikat arayışı esas alınmıştır. Başlı başına toplumun “kendisi olma” durumu söz konusudur. Kapitalist modernist güçlerin; Kürtlerin zihniyet, duygu ve bedeni üzerinde kölelik inşa etme çalışmaları kabul görmemiştir. Bu ideolojik duruş bölge halklarının dertlerine dermandır. Bu tip örgütlenmeler zaman zaman geri dönüşü de yaşayabilir, uluslararası güçlerin baskısıyla etkisiz hale de gelebilir ama zihinleri sömürgeleştirme anlayışına karşı hakikat duruşu yok edilemez, sürekli devriye halinde kendini yeniler. Bu hakikat bilindiğinden dolayıdır ki Suriye yönetimi Kürtlere değil HTŞ’ye verildi.
Toplumların tarihsel süreç içerisinde deneyimleyerek adeta hafızası haline getirdiği kabul ve red ölçüleri vardır. Bu temelde toplum bir tutum sergiler. Toplumun bu değerler sistemine kabul ve red ölçülerine yönelme, bu ölçüleri değersizleştirme, sıradanlaştırma esasında toplumun özgürlük alanını daraltmaktır, karşıtlığı derinleştirmektir, toplumsal barışı reddetmektir. Toplumsallaşmayan bir hakikatin toplumsal yaşamda karşılık bulma şansı yoktur. Hakikatin toplumsallaşmasında esas olan yöntemdir. Yöntem ve hakikat arayışı ve rejimi arasındaki ilişki varoluşsal bir ilişkidir. İster olumlu olsun isterse olumsuz olsun yöntem ile hakikat arasındaki varoluşsal ilişki yok edilemez, koparılamaz.
Yöntemin niteliği aynı zamanda dile de yansır. Yalan üzerine kurulu dinci, ırkçı, yanlış, sömürücü, iktidarcı, toplumsal cinsiyetçi olumsuz dil; iktidarcı, devletçi, hakikat rejimine hizmet eder. Toplumun hafızasında “zehirli dil” olarak yer edinir. Bu yöntemin dili de yalan, yanlış, cinsiyetçi, ayrıştırıcı bir dildir. Son dönemlerde Kürt sorununda çözüm arayışları ile ilgili bu cinsiyetçi, iktidarcı yöntemin dili esas alındığı bilinmektedir. Bütün ideolojik aygıtların; havuz medyasının, kimi yazaların, akademisyenlerin, akşamdan sabaha kadar televizyon programlarında isimlerinin arkasında strateji uzmanı yazanların savaş çığırtkanlığı yapmaları, ahlaki ilkeleri hiçe sayarak, toplumun varoluşsal ilişkisini koparmaya çalıştıkları anlamına gelir. Bir kısım siyasi partiler, savaş ortamında nemalanan hegemonik güçler tüm güçlerini toplumsal hakikatin değersizleşmesi için harcamaktalar. Savaştan nemalanan bu kesimin söylediği her söz; değersizliği savunmaktır. Toplumsal ahlakın ilkelerini, ölçülerini, hakikati gizlemek, bastırmak, yok etmek Alevi inancında “nahakın sofrasında varolmak” olarak tanımlanır. Toplumsal kutuplaşma üzerine inşa edilen bir siyaset anlayışı savaştan pay almakla özdeş bir hale gelmiştir. Neredeyse herkesin savaş istediği ama kimsenin bu isteminden dolayı yargılanmadığı ya da suçlanmadığı bir siyaset ortamında yaşıyoruz. Savaş ortamında dahi halkların toplumsal değerlerine saygı göstermek evrensel insan hakkıdır. Toplumsal barışı dile getirenlerin itibarsızlaştırıldığı, hedef gösterildiği, nesnelleştirildiği, insandan sayılmadığı bir durum söz konusudur.
Türkiye’de yaşanan sıkışmışlık halini aşmak için demokratik siyaseti geliştirmek, demokratik siyasetle ilgili tartışma süreçlerini başlatmak, farklı bakış açılarını dikkate almak, pozitif bir dil kullanmak, tıkanan her süreci aşmak için birlikte hareket etmek, toplumsal hakikati esas almak gibi birçok yöntem söz konusudur. Türkiye’deki bütün farklılıkları birliğe çağıran zamanın ve mekanın ruhu kendini dayatmaktadır. “Kart kurttan”, “Türk ve Kürtlerin kardeşliğine” evrilen dil bir mücadelenin sonucudur. Bu söylem demokratik siyaset alanında somut uygulamalarla karşılık bulursa; Cumhuriyetin ikinci yüzyılında Türklerin ve Kürtlerin varlıklarını güçlendirecektir.
Kem söz söyleyenin ruhu bedensiz, dili de kelamsız kalmıştır. Böyle olunca kem sözün bir ağırlığı da kalmamıştır. Biz biliriz ki insanın sözü yüzünün cemalidir. Söz ağızdan söylenir ama kalpten gelir. Söylenen her söz söyleyenin nerede durduğunu gösterir. Ancak ve ancak zihni pak, aklı pak, nur pak, pir u pak olanlar hak kelamını söyler. Gerisi boş laftır. Toplumu birliğe çağıranların sözü tüm zamanların kelamıdır. Hak kelamını dile getiren Kaf Dağı’nın arkasında olsa da barışa çerağ olanlar söze iman eder!
Barışa çerağımız, nahak anlayışa karşı mücadelemiz, cümle varlığa niyazımız vardır.