9-11-12 Temmuz 2025 tarihlerinde yaşanan gelişmeler, Türkiye’nin son yıllardaki en kritik siyasal kırılmalarından birine işaret ediyor. Öcalan’ın video mesajı, PKK’nın 47 yıllık silahlı tutumunu sembolik bir törenle sona erdirme girişimi hem Kürt meselesinin geleceği hem de Türkiye’nin demokratikleşme süreci açısından belirleyici olabilir.
Bu gelişmelerin hemen ardından, önceden ilan edilen ve büyük beklenti yaratan Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Kızılcahamam Kampı’ndaki açıklamaları geldi. Ancak atılan adımlara uygun kapsamlı ve demokratik bir devlet çözüm programının olmadığı ya da henüz netleşmediği görülüyor.
11 Temmuz töreni sembollerin ötesine geçebilecek mi?
PKK, 11 Temmuz 2025’te Süleymaniye yakınlarındaki Casena Mağarası’nda 30 mensubunun silahlarını kazanda yakarak imha ettiği törenle silahlı mücadeleyi resmen sona erdirme iradesini ortaya koydu. Bu tören, Abdullah Öcalan’ın 27 Şubat’ta yaptığı “Barış ve Demokratik Toplum Çağrısı”nın ve 9 Temmuz’daki video mesajının bir sonucu olarak gerçekleşti. Örgütün bu adımı, ideolojik bir dönüşümün ve demokratik siyasete yönelimin sembolü olarak değerlendirildi.
Kürt toplumu bu gelişmeyi barışın başlangıcı olarak memnuniyetle karşılarken, hükümetin yaklaşımı konusunda temkinli bir iyimserlik taşıyor. DEM Parti Eş Genel Başkanı Tuncer Bakırhan süreci “barışla taçlandırma” olarak tanımlarken, yeni bir politik iklimin oluşabileceğine dair umutlar belirginleşti.
Siyasi ve uluslararası tepkiler
Türkiye iç siyasetinde törene yönelik tepkiler farklılık gösterdi. MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli gelişmeyi “Terörsüz Türkiye hedefi” bağlamında değerlendirdi ve Kürt hakları konusuna, demokratik ihtiyaçlara girmemeyi tercih etti. CHP Genel Başkanı Özgür Özel ise olumlu bir adım olarak değerlendirdiği sürecin şeffaflık ve toplumsal mutabakatla ilerlemesi gerektiğini vurguladı.
Öcalan’ın mesajı: ideolojik dönüşüm ve demokratik yönelim
9 Temmuz’da yayımlanan video mesajında Öcalan, PKK’nin “ulus-devletçi” hedeflerden vazgeçtiğini ve “pozitif entegrasyon” sürecine gireceğini duyurdu. Demokratik toplum inşasının esas alınması gerektiğini vurgularken, bu söylem aynı zamanda “tekçi ulus” anlayışına bir eleştiriydi. PKK’nin silahları yakma kararı, örgütün ideolojik dönüşüm iradesini ve demokratik siyasete yönelimini gösterirken, aynı zamanda yasal ve demokratik adımların atılması, demokratik cumhuriyetin inşası gerektiğine dikkat çekiyordu.
Erdoğan’ın konuşması ve beklentilerin karşılanmaması
Ancak silah bırakma töreninden bir gün sonra 12 Temmuz’da Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın AKP Kızılcahamam Kampı’nda yaptığı konuşma, özellikle Kürt toplumu ve demokratik çevrelerin beklentilerinden uzaktı. Erdoğan, “Terörsüz Türkiye” vurgusunu yineledi ve süreci bir “devlet projesi” olarak tanımlarken, Kürt kimliği, demokratik haklar ve özgürlükler konusunda somut bir adım sinyali vermedi.
Türk, Arap, Kürt halklarının eşitliği yerine, ümmetçi, neo-Osmanlıcı birlik anlayışını ve ‘İslam İttifakı’nı öne çıkaran söylemi, Kürtler ve demokratik çevreler açısından sorunlu bulundu. Erdoğan’ın AKP-MHP-DEM Parti arasında bir iş birliği ima etmesi de muhalefet içinde güvensizlik yaratma amacı olarak değerlendirildi. DEM Parti, bu kapsamda bir ittifakın olmadığını, yalnızca süreci ilerletme çabasında olduklarını yetkili ağızlardan dile getirdi. CHP ise bu söylemlere mesafe koyarak sürece katkı vermeye devam edeceğini belirtti.
Temkinli yaklaşımlar ve hayal kırıklıkları
Kürt toplumu ve demokratik kamuoyu, Öcalan’ın çağrısının ve PKK’nin 30 kişilik grup olarak silahları imha töreninin Erdoğan tarafından yeterince karşılık bulmadığını belirtti. Toplumun beklentisi; anayasal reformlar, Kürt kimliğinin tanınması, kayyım atanmış yerel yönetimler ve siyasi mahkumların durumu gibi somut konularda adımlar atılması yönündeydi. Oysa Erdoğan’ın konuşması süreci yalnızca güvenlik perspektifinden değerlendirdi. Beka hesaplı ve muhalefeti etkisiz kılma amaçlı bir konuşmaydı.
Belirsizlikler ve kritik eşikler
Birinci belirsizlik siyasi irade eksikliği. Oysa iktidarın sorunun adını koyarak reform kararlılığını göstermesi gerekiyor. DEM Parti’nin Meclis’in yaz boyunca çalışması önerisi bu iradeyi test edecek bir adım. Ancak bu çağrılara hükümetin vereceği yanıt henüz net değil.
İkinci sorun toplumsal mutabakat. DEM parti ısrarla bunu dile getiriyor. CHP’nin sürece şeffaflık ve katılımcılık vurgusu önemli. CHP Lideri Özel’in Meclis Komisyonu’na destek açıklaması yapması yapıcı bir tutum. 11 Temmuz’daki törene katılmaması bir eksiklik olarak değerlendirilse de CHP, süreci olumsuz etkileyecek bir duruştan özenle kaçınıyor.
Üçüncü mesele ise bölgesel dinamikler. Ankara’nın, HTŞ’ye verdiği destek ve Suriye’deki Kürt yapıları etkisiz kılmaya yönelik politikası, sürecin çözüme evrilmesini olumsuz etkileyen bir faktör. HTŞ’nin Dürzilere ve Alevilere yönelik saldırı ve katliamları, ardından Kürtlere yönelimi ve İsrail’in Şam’a saldırıları sürerken Türkiye’nin YPG/SDG’ye yaklaşımında tutumunu değiştirmesi ve Irak-Suriye denkleminde yeni ve kapsayıcı pozisyonlar alması önemli olacak.
Geleceğe dair
Öcalan’ın çağrılarına yanıt kararları alan PKK’nin 11 Temmuz’daki silah bırakma töreni, Kürt sorununun barışçıl çözümü açısından tarihi bir adım. Ancak Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın 12 Temmuz konuşması bu beklentileri karşılamaktan uzak ve süreci güvenlik merkezli bir çerçeveye oturttu. Diğer yanda bu denli kapsamlı bir sorunun çözümü, oluşacak Meclis Komisyonu’na bırakılmış durumda.
Türkiye, bu tarihi fırsatı değerlendirirse önemli bir eşiği aşabilir. Aksi takdirde, atılan adım yalnızca sembolik bir gelişme olarak kalır ve toplumsal güven yeniden sarsılabilir.