Yaşadığımız coğrafyanın ağır yükü, bizler için tarihsel ağırlığı kadar erkenden aramızdan ayrılan arkadaşlarımızın da hatırlarını mücadelemizde taşımamızı gerektiriyor.
Dört parçaya bölünmüş Kürdistan, sadece sınırlarla değil, acılarla da bölünmüş bir halkın tanıklık mekânıdır. Bu topraklarda, dağlar kadar eski, nehirler kadar sürgün ve güneş kadar direngen bir halk yaşar. Ve o halkın içinden bazıları, yalnızca yaşamakla kalmaz; örgütler, mücadele eder, barışın hayalini sırtlanır. Mustafa Mesut Tekik, tam da bu direngen çizginin yürüyüşçülerindendir.
Petrol-İş Sendikasında işyeri temsilciliğinden şube başkanlığına, oradan Genel Merkez yöneticiliğine uzanan bir emeğin ve direnişin yolculuğu… Onun hikâyesi sadece bir sendikacının değil, bir halkın, bir sınıfın, bir arayışın da hikâyesidir. Çünkü Mustafa Heval, işyerinden sokağa, sendika toplantılarından Newroz alanlarına kadar her yerde birleştirici, yükselten ve sorumluluk alan bir öncüydü.
Bu coğrafyada Kürt olmak demek aynı zamanda resmi ideoloji tarafından asimilasyona, işkenceye ve zindanlara mahkûm edilmek demektir. Ama Mesut Tekik bu politikaları devrimci ruhla yenmesini bilen arkadaşlarımızdan olmuştur. Kürt halkının onurunu, emekçinin alın teriyle birleştirmiştir. “Kürt halkı özgürleşmeden, sınıf da özgürleşemez” sözcüğünü yaşamında şiar edindi. Onun durduğu yer, ne yalnızca bir işçi sendikasının odasıydı ne de sadece bir siyaset sahnesiydi. Onun durduğu yer, halkların birleşik mücadelesiydi.
Mustafa Mesut Tekik, bir kavga adamıydı; ama kavgayı sadece sokakta arayan değil, örgütlenmenin uzun, yorucu ama kalıcı yolunu seçenlerdendi. Petrol-İş gibi köklü bir sendikada Kürt işçilerin sesi oldu, Batı’daki işçi kardeşleriyle dayanışma köprüleri kurdu. Kürt halkının yaşadığı ulusal ve sosyal sorunları Türkiye işçi sınıfının talepleriyle buluşturan nadir sendikacılardan biriydi. Emeğin diliyle, halkın kimliğiyle mücadele alanlarında söz söyledi her zaman.
Yıllarca meydanlarda, grevlerde halkların özgürlüğü, alın terinin kurtuluşu için haykırdık. Ama bu kazanımlarımızı görmeden göçenlerimiz oldu. Mesut Tekik de onlardan biri artık. Onun için ağıtlar yakılırken, o barışa inanan, özgürlüğe adanan hayatı hatırlanmalı. Çünkü o, bedel ödeyenlerin, gözaltılarda susmayanların, işyerlerinde direniş çadırı kuranların, Newroz alanlarında direniş türküleriyle halaya duranların temsilcisiydi. Barışa giden yolda bir taş koyan, bir slogan atan, bir afiş asan herkesin yoldaşıydı.
Mustafa Mesut Tekik’in ardından yazılacak çok şey var. Ama en çok da şunu söylemek gerek: O bir roman gibiydi. Bazen bir işçi direnişinde, bazen bir zindan mektubunda, bazen de bir miting kürsüsünde ses olan, kendisini yoldaşlarına hissettiren bir devrimciydi.
Onun toplumsal mücadelemize kattığı değerler bizler için artık bir yol haritası oluşturmuş durumdadır. Barışı göremedi belki ama bu uğurdaki çabası ve emeği bizlere miras kaldı ardından. Artık bundan sonrası bizler için o izlerden yürümek, onun büyük hatırasına bağlılık göstergesi olacaktır…