• İletişim
  • Yazarlar
  • Gizlilik Politikası
24 Aralık 2025 Çarşamba
Sonuç Yok
Tüm Sonuçları Görüntüle
ABONE OL!
GİRİŞ YAP
Yeni Yaşam Gazetesi
JIN
  • Anasayfa
  • Gündem
    • Güncel
    • Yaşam
    • Söyleşi
    • Forum
    • Politika
  • Günün Manşeti
    • Karikatür
  • Kadın
  • Dünya
    • Ortadoğu
  • Kültür
  • Ekoloji
  • Emek
  • Yazarlar
  • Panorama
    • Panorama 2025
    • Panorama 2024
    • Panorama 2023
    • Panorama 2022
  • Tümü
  • Anasayfa
  • Gündem
    • Güncel
    • Yaşam
    • Söyleşi
    • Forum
    • Politika
  • Günün Manşeti
    • Karikatür
  • Kadın
  • Dünya
    • Ortadoğu
  • Kültür
  • Ekoloji
  • Emek
  • Yazarlar
  • Panorama
    • Panorama 2025
    • Panorama 2024
    • Panorama 2023
    • Panorama 2022
  • Tümü
Sonuç Yok
Tüm Sonuçları Görüntüle
Yeni Yaşam Gazetesi
Sonuç Yok
Tüm Sonuçları Görüntüle
Ana Sayfa Yazarlar Mehmet Nuri Özdemir

Barışın sosyolojisi

24 Aralık 2025 Çarşamba - 00:00
Kategori: Mehmet Nuri Özdemir, Yazarlar
Traşın şiddeti

Mithat Sancar Hoca geçen hafta mecliste yaptığı konuşmanın bir kısmında, barışa yönelik kaygıya, soğuk savaş döneminde ABD ile Rusya arasında imzalanan ve tepkiyle karşılanan nükleer silahsızlanma anlaşması üzerinden kritik bir vurgu yapmıştı. Barışa toplumun neden karşı geldiğini başkana anlatmaya çalışan bir senatör “muhtemelen memleket, barışı da sanki savaş kadar büyük bir tehditmiş gibi yaşıyor.” demiş. Sancar ise “çatışma, nefret, kin ve savaş zihinlere yerleştirildiğinde kolayca dönüştürülemiyor” diye eklemişti.

Yıllardır savaş tırmandığında “nereden çıktı bu savaş” diyen bir toplumsal gerçekliğimiz vardı. Şimdi önüne barışı, az ötesine Kürt meselesini eklemekten, demokrasi ile ilişkisini kurmaktan korktuğumuz bir “süreci” yaşıyoruz. “Barışın neşesi nerede” diye sorup duruyoruz.

Bir toplum, hele ki yıllarca savaşı yaşamış bir toplum nasıl oluyor da barışa ikna olmaz? Tarihimiz kan gölü, içinde yaşadığımız zaman mayın tarlası, gelecek ise belirsiz ve öngörülemezken nasıl oluyor da barışçıl bir iklimde yaşama konusunda kararsızlık yaşayabiliyoruz? Bu durum ne kadar tuhaf görünse de bir o kadar da anlaşılmaya muhtaç.

Daha da tehlikeli olanı söyleyelim: Barışamamaktan kaygılanmayan sosyolojik bir yığın var. Bu kayıtsız yığın, savaş tırmandığında üç yüz metrelik mevziler için üç milyon insanın öldüğü birinci dünya savaşındaki insanları hatırlatıyor.

Evet, Kürtler ve Türkler olarak uzun süre savaştan korkmadık; çünkü başkalarının çocukları bizim adımıza savaşıyordu. Korkmadık, çünkü aşırı kutuplaştık; hakeza bireyselleştik, toplumsal gerçeklik karşısında kayıtsız kaldık ve yabancılaştık.

Şimdi barışa mesafeli durarak iğne ucuyla kuyu kazanların emeğini sofistike söylemlerle maniple edip kendimizi kandırabiliriz; ancak hakikatin bize sorumluluktan kaçmanın bedelini çok ağır bir şekilde ödeteceğinden kimse kuşku duymasın. Pasif kalışımızı, yaşamın her alanında güncel barış hakikatine nötr kalarak bunu da günün sonunda politik bir tutum-muş gibi, meseleye temkinli bakmak-mış gibi pazarlamaya çalışmak hafif tabirlerle de açıklanmaz.

Her gün barış için bir şeyler yapmanın ahlaki ve politik zorunluluk olduğu bir eşikteyiz. Hepimizin görevi ama özellikle de solcuların görevi barışı savunmak, başarmak ve korumaktır. Bir solcu her barışa razı olmak zorunda değildir; ama hiçbir solcu barışa nötr kalamaz.

Politik sosyolojilerin yanında modern kent insanının psiko-sosyal penceresinden de meseleye bakmak zorundayız. Modern insan gündelik keşmekeşliğin içinde barışa odaklanamıyor. Performansa dayalı çalışma sistemi, yaşamı bir savaş meydanına çeviriyor. Modern kent travmaları ve zorlukları (aslında savaşın tetiklediği işsizlik, yoksulluk, gelecek kaygısı gibi…) yaygın kent insanının ufkunu, kolektif kapasitesini ahtapot gibi sarmış. Barış ile kent insanı arasındaki mesafe kapatılamıyor.

Şunu anlamakta zorluk çekiyor ve hayretle izliyoruz: Kürt meselesinde cenazelerin gelmeyecek olmasına dair söylemin bile etki gücü zayıf. Oysa “evlere cenaze gelmesin” metaforu bir ajitasyon değil, Kürt meselesinde 21. Yüzyılın temel hakikatlerinden biri olarak hala yerini eksiltmeden koruyor. Bugün çok acı olsa da cenazelerle işi bitmiş bir toplumsal belleksizlik hali ile karşı karşıyayız. Barışı yapanlar bile cenazelerin gelmemesine vurgu yapmaya ihtiyaç duymuyor. Bunun nedeni bazı söylemlerin laçkalaşması değil; hakikate yabancılaşan gerçekliğin bir bıçak gibi tüm hakikatleri delip geçmesidir.

Barışın en az savaş kadar bir tehdit olarak algılanması, barış politikasının ve arayışının sıradanlaştırılması insanı yoran bir durum. Toplum nasıl barıştan korkar hale geldi? Aslında toplumumuz böyle değildi. Çok tuhaf bir şekilde bunun en güçlü nedeni önceki çözüm süreçleri de olabilir. Diğer çözüm süreçleri bize, barışın savaş kadar tehdit edici bir olgu olduğunu öğretti. 2015-2024 yılı boyunca bu algı lojistiği beslendi. Çatışma, nefret, kin ve şiddet ile toplum kutuplaşmaya zorlandı.

On yıllık sürecin barış karşıtı pratikleri bizi “barışın savaş kadar tehdit edici bir olgu” olduğu fikrine alıştırdı. Alışkanlıkları aşamadık. Kimi zaman sessiz kaldık, sorumluluk almak istemedik. Ya da aldığımız sorumluluklar sürecin riskleriyle baş etmemize yetmedi. İktidarın kutuplaşma stratejisine karşı üçüncü yolda siyaset yapmanın avantajlarına da çoğu zaman burun kıvırdık. Son on yılın alışkanlıkları barış politikası ekseninde üstlendiğimiz tüm sorumlulukları unutturdu. Sorumluluk zihnimizden silindi. Sorumluluktan yoksun kalan riskli hafıza, bizi çok daha tehlikeli bir noktaya sürükledi. Apati, kayıtsızlık ya da her şeyi bir oyun gibi gören çirkin politik kültür.

Yeni bir barış direncine, diline, yeni bir sosyal bilim okumasına ihtiyacımız var. Ölümsüz siyaset, şiddetsiz toplum mücadelesini yükseltmeliyiz. Barışı utangaç bir biçimde savunmaktan vazgeçmeliyiz. Evet bir barış var ortada, ama bu barış, hala bizim barışımız olamadı. Barışı sıradan insanın barışı haline getirebildiğimiz ölçüde başarılı olacağız. Bu da uzun bir zaman istiyor. O zaman uzun vadeli barışa hazırlanmalıyız.

PaylaşTweetGönderPaylaşGönder
Önceki Haber

‘İktidar karşıtı’ Sözcü iktidardan görev mi aldı?

Sonraki Haber

Zehirli dil, kardeşlik dili

Sonraki Haber
Muhalefet yol ayrımında

Zehirli dil, kardeşlik dili

SON HABERLER

10 Mart Mutabakatı’nda son durum ve temel engel

10 Mart Mutabakatı’nda son durum ve temel engel

Yazar: Heval Elçi
24 Aralık 2025

Paradigmanın iki temel ayağı 

Paradigmanın iki temel ayağı 

Yazar: Bedri Adanır
24 Aralık 2025

Kürt siyasal hareketinde temsil sorunu

Kürt siyasal hareketinde temsil sorunu

Yazar: Heval Elçi
24 Aralık 2025

Önder Apo’ya özgürlük, Kürt halkının en temel talebidir

Önder Apo’ya özgürlük, Kürt halkının en temel talebidir

Yazar: Aziz Oruç
24 Aralık 2025

Muhalefet yol ayrımında

Zehirli dil, kardeşlik dili

Yazar: Heval Elçi
24 Aralık 2025

Traşın şiddeti

Barışın sosyolojisi

Yazar: Bedri Adanır
24 Aralık 2025

‘İktidar karşıtı’ Sözcü iktidardan görev mi aldı?

‘İktidar karşıtı’ Sözcü iktidardan görev mi aldı?

Yazar: Heval Elçi
24 Aralık 2025

  • İletişim
  • Yazarlar
  • Gizlilik Politikası
yeniyasamgazetesi@gmail.com

© 2022 Yeni Yaşam Gazetesi - Tüm Hakları Saklıdır

Welcome Back!

Login to your account below

Forgotten Password?

Retrieve your password

Please enter your username or email address to reset your password.

Log In

Add New Playlist

E-gazete aboneliği için tıklayınız.

Sonuç Yok
Tüm Sonuçları Görüntüle
  • Tümü
  • Güncel
  • Yaşam
  • Söyleşi
  • Forum
  • Politika
  • Kadın
  • Dünya
  • Ortadoğu
  • Kültür
  • Emek-Ekonomi
  • Ekoloji
  • Emek-Ekonomi
  • Yazarlar
  • Editörün Seçtikleri
  • Panorama
    • Panorama 2025
    • Panorama 2024
    • Panorama 2023
    • Panorama 2022
  • Karikatür
  • Günün Manşeti

© 2022 Yeni Yaşam Gazetesi - Tüm Hakları Saklıdır