İnsan ilişkilerinde kiminle barışık, kiminle çatışmalı olunduğu anadillerine yaklaşım ile belirlenir. Egemenlerin ve siyasi ortaklarının kiminle hangi dilde, hangi ferasetle konuştuğuna bakın hele.
Bununla bağlantılı olarak barış ve demokratik toplum çağrısındaki en masum talep olan anadilinde kendini ifade etme hakkı öteleniyorsa, son yüzyıl nasıl tarif edilecek? Bu süre içinde Türkiye’yi yöneten iktidarların ret ve inkâr ettikleriyle uçurumun kenarına sürüklendikleri ülke gerçeğiyle nasıl yüzleşecekler?
Uçuruma düşmekten kurtulmanın yolunun Barış ve Demokratik Toplum ile mümkün olduğu taraflarca ön kabul olarak teyit edilmiş olmasına rağmen. Bunun dilinin de “ret-inkâr, öl-öldür”den “yaşa-yaşat, ne inkâr-ne isyan” diline evrilmesinin elzemliği dikkate değer kabul iken…
Peki, neden teyit edildi? Çünkü baş belası son yüzyıla baktığımızda mevcut durumun nedeni hukuk ve politik inkârcılığın zeminini oluşturan dünün mağdurları bugünün mutlak egemenleri tarafından olgunlaştırıldığı gerçeği sayısız kez yazıldı-çizildi.
Türkiye’de Kürtler, kadınlar, Aleviler, Ezidiler, Süryaniler, Ermeniler, Lazların (yani farklı tüm halklar ve inançların) siyasi etikten yoksunluğun daimi ezilenleri olduğu biliniyor. Bu daimi ezilmelerin sürdürülmesi gerektiği konusunda dünün muktedirleri ve bugünün mutlak egemenleri hemfikirdi.
Ret ve inkâr üzerine kurulu katı-merkeziyetçi ulus-devlet geleneği, muhalefete ve demokrasiye kapalı siyasi, hukuki etikten yoksunluğun ve politik inkârcılığın kara deliğidir. Bu süreçte Türkiye’de mutlak egemenin, mutlak rejimini güçlendiren ezelden beri daima ezdiklerine uyguladıkları adaletsiz adalet, hukuksuz hukuk, askıda haklar karadeliğine karşı mücadele etmek, topyekun hukuk ve politik etikte ısrar etmek, bunun mücadelesini vermek yaşamsal bir gerekliliktir.
Bu nedenle, meclisteki komisyonun anadilde konuşmayı engellemesi, ‘Terörsüz Türkiye’ pratiği ve söylemi, barış dili değildir. Anadilde konuşmanın engellenmesi insanlığa karşı işlenen suçtur. Anadilde konuşmayı engellemekten daha eziyet verici, öldürücü bir silah yoktur.
Bu durum, özsavunma xwebûn-dil çatışma gerekçesi olagelmiştir. (TBMM ve Komisyon Başkanı Numan Kurtulmuş, konuşmasında ‘bir şeyleri yapalım derken, bir şeyleri bozmayalım’ diyor ama anadili konuşmayı engellemekten daha bozucu başka ne olabilir ki?)
O nedenle, anadil yasağı barış dili değildir. Bin bir emekle inşa edilmeye çalışılan bu sürecin güvenirliği zedelenmektedir. Neden mi?
Türk Dil Kurumu’nun tanımına göre, terör yıldırma, cana kıyma ve malı yakıp yıkma, korkutma ve tehdiştir. Cumhurbaşkanı yaptığı konuşmada “…beyaz toroslar, faili meçhuller, yakılıp yıkılan binlerce köy…” diyor ya, işte bu sözler tam da terörü anlatıyor.
‘Terörsüz Türkiye’ söylemi Kürtler nezdinde ‘Türk devlet terörünü sürdürme ve Kürtleri imha etmedir. Türkler nezdinde ise ‘terörist Kürt’ algısını sabitlemektir.
Bu nedenle, ‘terör-terörist’ söylemi güven vermeyen, toplumun barışı hayal etmesini dahi engelleyen ve barış duygusunu donduran dildir. Toplumun bu süreçte hareketsiz kalmasını, geri çekilmesini adeta örgütlüyor.
Barışamadıklarıyla barışma dilde başlar! Derweşane bir çabayla süreci sahiplenen ‘Baş müzakereci Öcalan’a yaklaşım, dil ve üslup sürece yaklaşımı belirler. Sayın Öcalan’ın özgür koşullarda çalışabilmesini de şart kılıyor.
Ortadoğu yanıyor. Türkiye’yi bu yangından korumak, ancak barış dilini hakim kılmakla mümkündür.