Öcalan diyeceğini bir sayfalık metin ile söyledi: Cumhuriyetin ikinci yüzyılı ancak demokrasi ile taçlandırıldığında ancak kalıcı ve kardeşçe bir sürekliliğe sahip olabilecektir. Sistem arayışları ve gerçekleştirmeler için demokrasi dışı bir yol yoktur, olamaz
Ercan Jan Aktaş
Kürdün Türk ile barışı mümkün müdür?
Tarih 27 Şubat 2025’i ileride nasıl yazacak?
Şiddet ve savaş ikliminde çıkabilecek miyiz?
Soruları daha da çoğaltmak mümkündür. Sorulara her birimizin başka başka cevapları da olabilir. Bir taraftan ’40 yıllık ihanetin sonu’ hamasetleri, öte yandan ‘neden açıklama Kürtçe okundu?’ kabilinde ırkçı hezeyanlar, ‘90’lı yıllardan itibaren bir anlam yoksunluğu içinde tekrarı yaşayan PKK neden bugüne kadar feshini yapmadı?’ ezberleri ile devam ediyor.
Oysa Öcalan 1988’de Mehmet Ali Birand söyleşisinden bu tarafa; “Durumumuz çözüme gitmenin fırsat ve olanaklarını yaratmakla uğraşıyor. O sizin bahsettiğiniz duruma gelmek – çözüm – için de bir çabaya ihtiyaç gösteriyoruz. Biraz öyle anlamalısınız. O söylediğiniz durumlar doğrudur. Mesela taraflar biraz birbirlerini anlarlarsa; rahatlıkla bir ateşkes durumuna ulaşılabilir. Onlar normal ölçülerde kalsa, bizde kalırız. Biz biraz gelişme fırsatı bulduk mu, buraya daha rahatlıkla gelebiliriz. Bunu biraz böyle anlamanız lazım. Yoksa sürekli vurma, karşı tarafın zorluklarını kötüye kullanma, bu değil. Yeter ki bu konuda gücünü doğru kullansın, imkanlarını doğru değerlendirsin. Ama politikada da fazla alttan alırsak, ölürüz. O da bizden beklenmemeli,” diyerek başından itibaren şiddet ve çatışmayı öteleyen bir arayış içinde olduğunu ifade ediyor.
Öcalan bu yaklaşım ve perspektiflerini hayata geçirmek için sürekli samimi bir şekilde devlet ile diyalog ve müzakere süreçlerini zorladı. Devlet ise ancak PKK’nin toplumsal bir tabana oturduğu 1990’lı yıllardan sonra, PKK ile temas kurmaya çalıştı. Bu temaslar genellikle gizli ve aracılar vasıtasıyla yapıldı. Bu yola ilk teşebbüs eden dönemin Cumhurbaşkanı Turgut Özal idi. Özal’ın aracılarla başlattığı sürecin neticesinde PKK, 1993’te ilk kez ateşkes ilan etmişti. Ancak beklenilmeyen ve de şaibeli bir şekilde Özal’ın ölümünden sonra süreç başlamadan bitti.
Sonra iş başına gelen iktidarlar da PKK ile bir şekilde görüştüler; Süleyman Demirel’den Necmettin Erbakan’a, Genelkurmay’a kadar PKK ile çeşitli düzeylerde irtibat kurduğunu sonradan öğrendik. Özal’ı bir kenara bırakırsak, diğer görüşme iletişim hallerinin tamamının samimiyetten uzak, PKK’yı tasfiye etmeye dönüş girişimler olduğunu söyleyebiliriz.
Uluslararası bir komplo ile 1999’da yakalanmasından sonra İmralı yargılamalarından Öcalan paradigma değişimi ile yeni bir süreç daha başlatmak istedi. ‘Terörü bitirdik’ hamasetleri ile sürece doğru yaklaşım sergilemeyen devlet 2006 yılına kadar geçen süre zarfında Öcalan ile devlet adına sadece askerler görüştü.
Sonrasında sürece dahil olan MİT ile PKK arasında başlayan görüşmelerin ardından “Oslo Süreci” başladı. 2009-2011 arasında devlet görevlileri ile PKK liderleri Oslo’da birçok görüşme gerçekleştirdiler. Ancak 2011 Temmuz ayında Oslo Süreci çöktü ve Kürt meselesi yeni bir şiddet sarmalına girdi. Çatışmaları süreçlerin bir çözüme evrilmesi her ulusal sorun bağlamında farklı bir yol almıştır. Onlarca yılı bulan bu süreçler saha da galip gelemeyen devletin masada çeşitli oyunlar ile karşısındakini yok etme isteğinden yol alamadan son bulmuştur. Türkiye devletinin PKK ile kurduğu iletişim ve yaklaşımlardan da bunu görebilmekteyiz. İşte tam da bu noktada Öcalan faktörü ön plana çıkmaktadır.
Türkiye Cumhuriyeti’nin tekçi, ırkçı, militer politikalar ile bir ulusu tarihin sayfalarından, coğrafyanın belleğinden koparıp yok etme girişimlerini 48 yıllık destansı bir mücadele ile bozan PKK, Öcalan şahsında yeni zamana kendisini uyarlama sürecine giriyor. İşte burada hepimize tarihi bir sorumluluk da yüklemiş oluyor. Devlet aklı tarafından yok edilen, yok sayılan Kürt ve Türk buluşması/kardeşliği 1973 – 74 lerde PKK şahsında bir tohum olarak ekilir. Bu anlamda Kemal Pir ve Haki Karer’leri anmadan olmayacak. 1970’lerin başında Anadolu ve Mezopotamya topraklarına ekilen tohum bir ormana döndü. Şimdi işte tam da bu orman gerçekliği ile sürece yaklaşmalı, onun örgüt, eylem ve politikasını geliştirmeli. Buna da yeniden toplumsal barışın inşası denir.
Toplumsal barışın inşası devletlerin değil, toplumlar ve onların örgütlü güçlerinin işidir. İş, uzun yıllardır her alanda toplumsal barış çalışmaların içinde olan bizlere düşer. Huzurlu ve yenilikçi toplumsal hayatın en önemli öğesi, barış içinde yaşamaktır, bu bir lütuf ya da tercih değil, hayatın kendisidir. Maalesef en büyük örgütsel güç olan devlet ve de onun kurumları aracılığı ile tahrip edilen bu yapıları onarmak zaman alacaktır. Toplumsal barışın en temel etmenlerinden bir tanesi bu barışı sağlayan değerlerin korunması ve istismar edilmemesidir. Bu konuda topluluklar arasında öncelikli olarak adalet sisteminin tam tesis edilmesi ve içselleştirilmesi gerekir. Empati kurma ve bunu geliştirme önemli bir yerde durmaktadır. Ben yerine biz kavramı ile toplumsal bağları güçlendiren kültürel değerler güçlendirilmelidir. Bu ancak yeni bir dil ve toplumsal uzlaşı metni ile mümkündür.
İşte tam da Öcalan, bir sayfalık metne bir asrın çelişkilerini, çatışma alanlarını, değişen dünya ve yeni imkanlar üzerinde bir paradigma değişimini kendisinden başlatarak bu yeni zamanın dilinin yeniden kurulması için bir sayfalık metin ile suyun akışını tersine çevirerek yol açıcı özelliğini bir kez daha geçirmiştir. Dün dört parça Kürdistan ve dünyanın dört yanındaki Kürt diasporası hayatlarının en heyecanlı günlerinden birisini yaşadılar. Sadece bu heyecanın kendisi, 7’den 77’e bütün Kürdistan halkları bu heyecanı Kürt halkının yeni oluşmuş kamusuna işaret etmektedir. Duygu ve heyecan da yaşanan bu ortaklık Kürt halkı için bir bir devrime değil de nedir!
Dün Kürdistan meydanlarındaki kalabalıklara akamayan bütün evlerde televizyon yeni gelmiş gibi bir heyecan vardı. Bir asırdır Kürtlerin hayatını talan eden, köylerini, ormanlarını, şehirlerini ateşe veren, yakan, yıkan, evdeki Kürtçe isimleri kod ad yapan, sanatını, dilini, eylemini yasaklayan, belediyelerini gasp eden, adalet, eşitlik, özgürlük diyen her Kürdün tepesinde dronlarını salan sistem bir kez daha kaybetti.
Öcalan diyeceğini bir sayfalık metin ile dile getirdi: «Cumhuriyetin ikinci yüzyılı ancak demokrasi ile taçlandırıldığında ancak kalıcı ve kardeşçe bir sürekliliğe sahip olabilecektir. Sistem arayışları ve gerçekleştirmeler için demokrasi dışı bir yol yoktur, olamaz. Demokratik uzlaşma temel yöntemdir. Barış ve demokratik toplum döneminin dili de gerçekliğe uygun geliştirilmek durumundadır.»
Burada sadece muhatabı devlete değil, bu ülkede adalet, eşitlik, özgürlük diye bir derdi olan bütün kesim ve aktörlere sesleniyor.
‘Barış’, biz istersek, mücadelesini verirsek ancak yeniden hayatlarımızın kendisi olur. Uzun yıllardır bunun mücadelesi içinde olanlar var elbette. O zaman öncelikle ‘ama’lar ve ‘fakat’lar ile kimseyi ötekileştirmeden çokluğumuzun farkında olmalıyız. Bu şekilde devlet ve de elitlerinin çeşitli politikalar ile kendi suç ortağı haline getirdiği insanlara da ulaşmamız mümkün olacaktır. ‘Barış’ toplumsal bir talebe dönüştüğünde ERKek militer sistem ile beslenen iktidarları geri iter. Devlet, egemenler ya da iktidar, adına ne derseniz deyin temelde tekil bireylerden kolektif özneler üreten yapılardır bunlar. Buna karşı yıllardır içinde olduğumuz bir mücadele deneyimimiz var. Şimdi bir kez o deneyimlerden hareketle yeni bir dil ve hamle ile yola çıkmanın, yolu kurmanın, YOL olmanın zamanıdır.
Sen hazır olduğunda, sonrası gelir!