Özgürlük Hareketi tarafını sürekli köşeye sıkıştıran, “Ya tam teslimiyet ya da yok oluş” dayatmasında bulunan yaklaşım, barış getirmez. Bu yaklaşım sadece sessizlik getirir; o sessizlik de bir sonraki çığlığa kadar sürer
Erdal Ceylan
Yürüyen tartışmalara ilişkin eksik kalan bir şeyler görünüyor.
Türkiye’nin siyasi gündemi ne zaman “Kürt Sorunu”, “Çözüm” veya “Yeni Bir Süreç” başlıklarıyla çalkalansa, ezilenler olarak ekranların karşısına tuhaf bir tekrar hissiyle oturuyoruz. Yine aynı kelimeler, yine aynı üstten bakış ve yine o değişmez asimetri: Masanın bir tarafında sürekli talep eden, sürekli “sıkıştıran”, sürekli “ıslah edilmesi gereken” bir halk; diğer tarafında ise hatasız, günahsız, sorgulanamaz bir devlet aygıtı. Böyle bir ortamda sivil bir anayasa yapılamayacağı aşikar…
Bugünlerde yine “entegrasyon”, “normalleşme” ve “silahların susması” konuşuluyor. Ancak bu tartışmaların tamamı, sanki tarih sadece bir tarafın hatalarıyla yazılmış gibi, bütün yükü Özgürlük Hareketi’nin omuzlarına bindiren bir dille yürütülüyor. Bize sürekli “Siz ne zaman vazgeçeceksiniz?” diye soruluyor. Oysa barış, sadece bir tarafın silahını gömmesiyle değil, diğer tarafın da vicdanını kazıp oradaki cesetlerle yüzleşmesiyle gelir.
Hafıza taze: Roboski bir kaza değildi
Devletin “şefkatli kolları”ndan bahsedildiği her an, hafızamızda Roboski’nin o dondurucu soğuğu beliriyor. 28 Aralık 2011 gecesi, F-16 bombalarıyla parçalanan 34 beden. Çoğu çocuktu. Kaçakçıydılar evet, çünkü coğrafyanın kaderi buydu; ama “örgüt üyeleri” değillerdi. Devlet bunu biliyordu.
Roboski, bu ülkenin Kürtlere bakışındaki en kırılgan fay hattıdır. Çünkü orada bir çatışma yoktu, sıcak takip yoktu. Bile isteye, koordinatları bilinen sivillerin üzerine bomba yağdırıldı. Peki sonra ne oldu? Sorumlular yargılandı mı? O emri verenler, o düğmeye basanlar, “Hata yaptık” diyenler hesap verdi mi? Hayır. Dosyalar kapatıldı, failler terfi ettirildi, acılı ailelere tazminat verilip susmaları beklendi.
Şimdi bize, “Geçmişi bırakıp geleceğe bakalım” deniyor. Roboski’nin katır sırtında taşınan cenazelerinin hesabını sormayan bir hukuk sistemiyle nasıl “entegre” olacağız? Devletin bombasıyla ölen çocuğun annesi, o bombayı atanı koruyan devletle nasıl helalleşecek?
Mesele sadece Roboski ile sınırlı kalsaydı, belki “münferit bir trajedi” diyebilirdik. Ancak Cizre bodrumları, Taybet Ana’nın günlerce sokakta bekletilen cenazesi, 90’lı yıllarda yakılan köyler, beyaz Toroslarla kaçırılıp asit kuyularına atılan “faili meçhuller”… Bunlar Kürtlerin kolektif hafızasında kapanmamış, kabuk bağlamasına izin verilmemiş yaralardır.
Bunca tartışma yürürken bu soruyu sormak istiyorum “Peki ya devlet içindeki katiller ne olacak?”
Lice’de tuğgeneral Bahtiyar Aydın’ı vuran, sonra suçu örgüte atıp ilçeyi yakanlar ne olacak? Uğur Kaymaz’ı evinin önünde 13 kurşunla öldürüp yanına silah bırakan polisler ne olacak? Köylere dışkı yediren komutanlar ne olacak? Eğer bir entegrasyon olacaksa, bu suçları işleyen kamu görevlileri de hukuk önüne çıkarılacak mı? Yoksa “devletin bekası” adına işledikleri cinayetler yanlarına kar mı kalacak?
Özgürlük Hareketi tarafını sürekli köşeye sıkıştıran, “Ya tam teslimiyet ya da yok oluş” dayatmasında bulunan yaklaşım, barış getirmez. Bu yaklaşım sadece sessizlik getirir; o sessizlik de bir sonraki çığlığa kadar sürer.
Gerçek bir çözüm süreci, devletin kendi karanlığıyla yüzleşme cesaretini gerektirir. “Terörle mücadele” kılıfı altında işlenen sivil katliamların sorumluları yargılanmadan, devlet “Ben de suç işledim, ben de halkıma zulmettim ve şimdi temizleniyorum” demeden kurulacak hiçbir masanın ayağı sağlam değildir.
Bu ülkenin insanları, bu topraklarda eşit ve onurlu bir yaşam istiyor. Ama bu istek, celladımızı affetmemiz gerektiği anlamına gelmiyor. Barışmak, unutmak demek değildir. Barışmak; insanların birbirini öldürmediği bir gelecek kurarken, geçmişte bir çocuğun babası yada bir kadının eşini asit kuyusuna atan zihniyetin de mahkum edildiğini görmektir.
Eğer devlet, entegrasyon istiyorsa, demokratik hukuk sistemine “entegre” olmalı ve işlediği suçların hesabını vermelidir. Roboski’nin hesabı sorulmadan, Ceylan Önkol’un gözleri bizlere bakarken, zırhlı araçların ezdiği çocukların failleri sokakta gezerken kurulacak cümleler “barış” değil, “biat” çağrısıdır.
Bunca mücadeleden sonra biat edilmesini beklemek tam bir boş laftır.
Görülmesi gereken adil-demokratik bir yaşam için mücadeledir.









