ABD’nin başkanlık sisteminin bir deformasyonu olarak ortaya çıkan Güney Amerika başkanlık rejimlerinin temel özelliği halkın seçtiği bir Başkan, onun karşısında Senato ve Temsilciler Meclisi’nden oluşan Kongre ile tüm bunların üstünde sistemi düzene sokmakla görevli bir Yüksek Mahkeme yer alıyor. Görünürdeki bu biçimsel benzerliğin ötesinde en önemli farklılık, Güney Amerika ülkelerinde başkanlara kanun çıkarma, yasa önerisi getirme ve olağanüstü hallerde güç kullanma yetkisi verilmesidir. İkincisi, yasama-yürütme-yargı erkler arasında güçler dengesi yoktur ve fiili olarak kuvvetler birbirine bağımlıdır. Üçüncüsü, referandumlar yoluyla sık sık anayasa değişiklikleri yaparak iktidarlar ömürlerini uzatma olanağına sahiptir.
Bu ülkelerde sistem/düzen partileri, tek adamın çevresinde toplanan ve çıkarları gereği kendilerini bütünüyle ona hizmet etmeye adamış klanlar niteliğindedir. Lider sultasının olduğu bu partilerde parti içi demokrasi yoktur. Sıkça erken ve baskın olarak yapılan genel ve yerel seçimler çoğunlukla güdümlüdür. Başkanın yetkilerini sınırlayacak denge-fren mekanizmaları bulunmadığı için siyasal uzlaşmalar yapılamamakta, iktidar ve muhalefet arasında yoğun çatışmalar ve darbeler yaşanmaktadır. Bu politik ortam, darbe ile gelen iktidarın darbe ile gideceği düşüncesini doğurmakta, bu da seçimlerde çoğunluğun sağlanmasına ve seçim hilelerine boyun eğilmesine ve yol açmaktadır.
Türkiye 1960’lı yıllardan itibaren Güney Amerika devletlerine benzer tarzda ABD’nin milli güvenlik stratejilerine göre şekillenen milli güvenlik devleti niteliği kazandı. Ordu, devlet ve siyaset ilişkileri buna göre yeniden düzenlenerek askeri darbeler ülkesi haline getirildi. Oligarşinin çıkarlarının tehlikeye düştüğü her aşamada askere müdahaleler ile anayasa ve yasalar değiştirilerek rejimin restorasyonu yapıldı. 2015’ten sonra da Güney Amerika başkanlık sistemine benzer bir rejim değişikliğine gidilerek Türk tipi başkanlık sistemine geçildi. Gelinen aşamada ise, hem Güney Amerika’da hem de Türkiye’de ABD’nin ve ona bağlı yerel oligarşilerin sistem reorganizasyonları şekil değiştirdi.
Artık askeri diktatörlükler kurulmuyor, fakat ülke oligarşilerinin desteklediği sivil milis örgütlenmeleri ve klanlaşan partiler eliyle iktidarlar sahip değiştiriyor. Doğrudan askeri müdahaleler yerine işbirlikçi sivil ve paramiliter güçler harekete geçirilerek sol ve sosyal demokrat hareketlere ve iktidarlara karşı kısa veya uzun vadeli stratejiler uygulanıyor. Bu bağlamda seçim sonuçlarını tanımamak, hile karıştırıldığını iddia ederek seçimlerin yenilenmesini talep etmek veya istifaya zorlamak için sokak eylemlerine başvurularak iktidarları istikrarsızlaştırma yoluna gidiliyor. Başka bir deyişle bu süreçlerde tüm güç ve imkanlarını seferber eden emperyalizmle işbirliği halindeki oligarşiler, milli güvenlik ve beka söylemleriyle kitleleri harekete geçirerek yaptıkları komplolara sivil direniş süsü veriyor. Venezuela ve Bolivya’da yaşananlar bu yeni sürecin bütün özelliklerini gösteriyor.
Venezuela’da Cavez’in Bolivya’da Moreles’in iktidarlarını uzatmak için referandumlar yoluyla yaptıkları anayasa değişiklikleri artık Türkiye için de geçerli olacaktır. Erdoğan bu yöntemle bir 15 yıl daha iktidarda kalabilir. Türkiye’de başkanlık rejimine geçilirken yapılan anayasa değişiklikleri referandumunda ve başkanlık seçiminde yapılan seçim hileleri de Güney Amerika yöntemlerini hatırlatıyor. Dahası siyasette uzlaşma kültürünün zayıf ve kutuplaşmanın derin olduğu Türkiye’de uygulanan başkanlık rejimi, Güney Amerika ülkelerine benzer krize ve kaosa sürüklenme olasılığını artırıyor.
Türk tipi başkanlık rejiminde her şeyin tek kişinin iradesine bağlı olması, seçim sisteminin partiler arası seçim ittifaklarına dayanması, “kazananın her şeyi aldığı, kaybedenin her şeyi kaybettiği” bir kutuplaşma süreci başlatmıştır. Bu bakımdan yeni rejimin iki yıllık uygulamalarından kaynaklanan çok yönlü sorunlar, sistemin demokratikleşmesi ile değil daha da tahkim edilmesi yöntemiyle çözümlenmeye çalışılmaktadır. Sistemin frenleyici mekanizmalardan yargı bağımsızlığının ve basın özgürlüğünün yok olması ise siyasal uzlaşma imkanlarını ortadan kaldırmıştır. İçeride ve dışarıda yaşanan savaşın yarattığı sorunlar ve derinleşmekte olan ekonomik kriz sistemi giderek sistemi kilitlemeye ve bir sistem krizi yaratmaya başlamıştır.