2025 yılı genelde tüm dünya özelde de Orta Doğu’da büyük mücadelelerin yaşanacağı bir yıl olacağa benziyor. Dünyada aynı anda birçok soykırım yaşanıyor. Filistin’de ve Sudan’da tüm dünyanın gözleri önünde binlerce insan hayatta kalma savaşı veriyor. Kürdistan’ın her parçası saldırı altında.
Kadınlara karşı süren savaş her kıtada cephe genişletiyor. Sadece kadın kırımı değil, kadınlaşmış ve çocuklaşmış bir yoksullukla kadınların tüm yaşam enerjisi ırkçı ve patriarkal kapitalizm tarafından emiliyor.
İklim krizi Afrika kıtasını alt üst etmiş durumda. Kuraklık ve sellerin aynı anda olduğu birçok ülkede insanlar topraklarını terk ediyor. Su başlarını tutmuş çeteler, kadınlara seks karşılığı su veriyor. Göçe mecbur bırakılmış insanlar Avrupa’nın parayla gardiyan haline getirdiği Tunus, Fas, Libya gibi ülkelerde esir kamplarında tutuluyor. Pasifik okyanusundaki ada devletleri denizin yükselmesi sebebiyle artık 100 yılla ölçülen sonlarına hazırlanıyor.
Yapay zeka birçok insan için gelecekte kontrolden çıkma riski taşıyan bir gelişme olarak kabus uyandırıyor. Oysa mesele bu değil. Yapay zeka birçok ülkenin yıllık enerji sarfiyatından daha fazla enerji tükettiği için, nükleer enerji istasyonları bir kez daha gündemde. Yani yapay zeka ileride değil şu anda asıl büyük bir tehlike barındırıyor. Bu arada sözde iklimi kirletmeyen enerji kaynağı olarak tariflenen lityum zengini ülkelerde lityum madenleri peşindeki uluslararası sermaye yerlileri topraklarından edip, ucuz iş gücünü köleleştiriyor. Kongo’da maden uğruna on binlerce kişi ölüyor.
Latin Amerika’nın birçok ülkesi uyuşturucu çeteleri ve siyaset ağaları ortak işbirliğinde yönetiliyor. Meksika’da 2024 seçimlerinden önce yirmiye yakın yerel yönetim adayı bu ortaklıklar tarafından suikaste kurban gitti. Meksika’da konu konuşulmaya fazla değer bulunmadı dahi.
Bu köşede yazığım sürece bu konulara çokça döneceğim. Dünyayı jeopolitik çıkarlar ötesinde tartışabilecek bir dile ve bilgiye ihtiyaç duyduğumuz ve tüm bu felaketlerle mücadele eden insanlarla hem kavramsal hem duygusal yakınlıklarımızı derinleştirmemiz gerektiğini düşünüyorum.
Kıtalar, ülkeler, coğrafyalar uluslararası sermaye ve faşist enternasyonel tarafından birbirlerine bağlanmış durumdalar. Ancak birçok ülkede topluluklar ve toplum öncüleri mücadele çizgilerini belirlerken hala metodolojik bir ulusalcılığın peşini bırakmıyor, kendi sorunlarının, tarihlerinin, düşmanlarının ve çözümlerinin ülkesel (en iyi ihtimalle bölgesel) olduğunda ısrar ediyorlar. Oysa bir ülkeyi biraz tanımaya başladığınızda durumun hiç de öyle olmadığını kolaylıkla anlıyorsunuz. Farklılaşma özgürlükle ortaya çıkan ve demokratik modernitenin bir ürünü. Ülkelerin ve bölgelerin kendi sorunlarını biricik sanmaları ise kapitalist modernitenin coğrafyalara dayattığı liberal düşünsel tecridin bir tezahürü.
Bu köşede ayrıca şu anda yaşadığım yer olan Sri Lanka’dan da çokça söz etmek istiyorum. Sri Lanka aslında belki de Güney Asya ülkeleri arasında adını en çok bildiğimiz yerlerden biri. Türkiye’de arada sırada gündeme gelen Sri Lanka modeli, Sri Lanka devletinin dünyanın en büyük devletsiz halkı olan Tamillerin Sri Lanka’da yaşayanlarına yönelttiği soykırımdan ibaret. Gerçekten de şu anda Sri Lanka’da bir zamanlar Tamil hareketinin öncülüğünü çeken Tamil Kaplanları’nın esamesi okunmuyor. Bir süre Tamil bölgesini yönetmiş, binlerce kişiyi mobilize etmiş, binlerce şehit vermiş, on yıllarca Sri Lanka’yı biçimlendirmiş bir hareketin çatlaksız gibi görünen hegemonik bir anlatısı her yere sinmiş. Bu anlatıya göre kaplanlar Tamil halkına da zulüm uygulamış bir yapılanma.
Sri Lanka defalarca barış görüşmelerinin yapılmasının arkasından soykırım gerçekleştiren ve bunun sonucunda Tamil halkındaki direnişi başarıyla kıran bir ülke olarak bizler için çokça öğreti barındırıyor. Direnişi başarıyla kıranın şiddet değil, kaplanların milliyetçilik dışında hiçbir ideolojiye sahip olmaması ve hakikat üretemeyerek geriye bir miras bırakamamış olmaları olduğunu düşünüyorum. Bu konuyu ileriki yazılarımda ele alacağım.
Sri Lanka’yı çok önemli yapan başka bir mesele de bu seneki seçimlerde daha önceden silahlı mücadele yürütmüş solcu bir parti olan JVP’nin içinde olduğu bir koalisyonun yüzde 60 oy alarak iktidara gelmesi. Yani toplumsal mücadeleler adına bir yanda büyük bir başarısızlık ve önemli bir başarının şu anda yan yana yaşandığı bir ülke Sri Lanka. Ancak bu partinin de şu anda korkunç popüler olmasına rağmen ideolojisizlik sebebiyle yakında geldiği gibi gitmesi de mümkün. Bu da ayrı bir konu.
Şimdilerde bir yandan savaş, bir yandan barış, bir yandan tecrit bir yandan özgürlüğü aynı anda konuştuğumuz şu günlerde sizlerle bu konuları bugün ışığında ve yazılarım aracılığıyla birlikte düşünmek için sabırsızlanıyorum.