2024 Temmuzunun sonlarıydı, telefonla konuştuğum yoldaş “yazmalısın” ve “daha çok sınıf mücadelesini, işçi-emek sorunlarını, Kürt Halkının işçi-sınıf mücadelesi eksenli durumunu” değerlendirmeni öneririm diye de ekledi. Sesinde, güvenen birinin beklentisi ve karşısındakini motive eden-özgüveni büyüten bir tını vardı, sağ olsun. Yanıtım olumlu ancak her zamanki ihtiyatı da elden bırakmayan bir sevinç-gurur içeriyordu, teşekkür ederek “yazmaya çalışacağım” dedim.
Benim için, yoğunlaşma, araştırma, tematik gündemi takip etme süreci başlıyordu artık. Ha, gerçi işçi sınıfından geliyordum, 18 yaşından itibaren Batman petrol işçileri içinde çalışan, daha sonra bizatihi petrol işçiliği de yapan, üniversite (eğitim fakültesi) eğitiminden sonra da Batman TPAO’da çalışırken Petrol-İş Sendikası Batman Şube Başkanlığı, akabinde de aynı sendikanın Genel Merkez yöneticiliğini yapmış, bu bağlamda da yüzlerce işçi-emek eyleminin-planlamasının içinde görev almış biriydim ancak kendimi gene de yetersiz gören mütevazı ama biraz da pesimist duyguların da dürtmesiyle, temaya dadanmaya başladım; okuyor, gözlemliyor, araştırıyordum. Zira hem işçi sınıfının ve kapitalist modernite güçlerinin üretim modeli, araçları, rejimi ile kapitalist-liberal toplumun tüketim alışkanlıkları günden güne değişkenlik arzediyor, bana göre işçi/lik ve sınıf kavramı, tanımlanması bakımından güncelle(n)me gereksinimi duyuyordu. 40 yıl önce kimler işçiydi, şu an kimlere işçi denebilir? Otomasyon, dijital teknoloji-internet ve benzeri yenilikler sınıfa nasıl bir etkide bulundu?Entegre işyerlerinin bölünmesi, fabrikasyonun değişik ülkelerde ikameti sınıfsal kitleyi nasıl küçültüp böldü? Daha önce fabrikanın bir kapısından hammadde olarak giren cisim, öbür kapısından mal-emtia olarak çıkmasına rağmen, son 25 yılda her birinin neredeyse ayrı bir ülkede üretildikten sonra montajlanarak halka arzedildiği rejim ne sonuçlar yarattı? Yazılım, sensör ve robotik teknolojinin kalifikasyona olan ihtiyacı asgariye indirmesi adına işsizler dediğimiz yeni bir sınıf yarattı mı? Kadın emeği ne durumda, eşit işe eşit ücret, cam tavan sorunları kadın emeğinin canına hala okuyor mu? Kadın, ona evde biçilen (yemek, çamaşır, ütü, temizlik vb.) rolleri iş yaşamında da sürdürme-salt bu işlerle anılma dayatmasına günümüzde dahi maruz kalıyor mu kalmıyor mu? Etnik kimlikle özdeşleş(tiril)miş iş kolları (inşaat, garsonluk, komilik, atık toplayıcılığı vb.) var mı? İşçi Sınıfının ideolojik, politik, ekonomik çıkarları militarist politikalara eklemlenmekten mi, yoksa savaşa, adaletsizliğe, eşitsizliğe ve zulme tavır almaktan mı geçiyor? Göçmen ve mülteci emekçilere dair tutumumuz nedir? Kürdistan’da sınıf mücadelesi ne boyutta, dahası toplumsallaşmış bir sınıfsal kimlik var mı? Böylesi yüzlerce soru beliriyor, bilincim tüm bunlara makul ve bilimsel yanıtlar arıyordu.
İnsanı, yoldaşlarının ve hele de gönül verdiği düşünce ve inşa sisteminin güveni ve beklentisi kadar onore eden, coşkun kılan ve ne mutlu ki sorumluluk duygusunu geliştiren başka bir güç pek nadir bulunur kanımca.
İşte böylesi heyecanlı, meraklı ve amca oğlumun taziyesinden ötürü hüzünlü olduğum bir Ağustos sabahında, adına “sezgi” dediğimiz duygunun yüreğime yüklenmesiyle olacak ki, sol yanımda bir sızı, beynimde bir boşluk hissi belirdi, tanımsız bir huzursuzluk…Ve o duygularla taziyemize doğru yol aldık. Misafirleri beklerken, kardeşim ANF’den bir haber gösterdi, habere göre Süleymaniye-Halepçe yakınlarında SİHA’lar iki aracı hedef almış, yaşamını yitirenler olmuş ve yaralılar varmış. Ancak isim, künye yok. Kardeşimle gözgöze geldik. Ve hemen kaçırdık gözlerimizi. Malum olur ya insana hani…Dışarı çıkıp haberlere bakmaya başladım ama yok. On dakika sonra üç dört arkadaş geldi ve eve geçtik. Sonra başka misafirler geldi ve bir yoldaş bana yaşlı gözlerle ve sımsıkı sarılarak “başımız sağolsun” dedi. Uzun uzun sarıldık, ağladık. “Nasıl, nerede olmuş” dedim. SİHA’lar dedi, arabalar hedeflenmiş. Sonra o görüntüler düştü önüme, cayır cayır yanan bir araba, hiç bakamadım, izlemedim, sadece o bomba düşer düşmez can vermiş olmalarını diledim yaradandan. Kürtçemizde “xwediyê mirî kore” diye bir laf var, Türkçeye “ölünün-ölecek olanın yakınları kördür” diye çevrilebilir, meğerse boyalı-faşist medyanın tüm kanalları sabahtan itibaren “son dakika” anonsuyla ve “sarı torba, etkisizleştirildi, terör” ve benzeri insanlık dışı söylemlerle, Gulê ve Hêro’nun katlini bayram sevinciyle veriyormuş da haberimiz yokmuş. İşte bizi derinden yaralayan, içimizi sızlatan bu haberi, faşizmden değil de ilkin dostlarımızdan almış olmak tesellimiz oldu.
Savaşın, yakıcı-yıkıcı bir olgu olduğunu biliyorduk. Yüzlerce dostumuzu, yoldaşımızı hatta kimi akrabalarımızı kaybetmiştik daha önce. Hem onların hem de hiç tanımadığımız binlerce insanın acısını yüreğimizde hissetmiş, acı tasnifi-acı yarışı yapmamış, bundan ötürü de onurlu barış mücadelesine omuz vermeye, katkı koymaya çalışmıştık yıllar boyunca. Ama Gulêmizin, Gulistan Tara’nın sarsan kaybı, zihnimiz ve kalbimiz için bir milad oldu adeta. O’na yönelik sahiplenme, hakkında konuşulanlar ve yazılanlar, dahası Halkların, Kürdistan Halkının hemen her alandaki görkemli kucaklayışı, tarif edilemez duygulara garketmişti bizleri. Acı, gurur, onur, hüzün ve ağırlaşan sorumluluk…
Bir gazeteci arkadaş, “Gulê’yi, evdeki, okuldaki yaşamını anlatabilir misin” diye sormuştu, “O,99’da henüz 17’sindeyken özgürlüğün adanmışı olmayı seçti, 27 yılını sevdasıyla ve yoldaşlarıyla geçirdi, en iyi onlar anlatır” demiş ve 17’sinde bile özlü, içli, dingin ve müşfik bir insan olduğunu belirtmekle yetinmiştim. Gulê’yi yazmayı ve Onu yoldaşlarından dinlemeyi çok istiyorum ve bunu mutlaka yapacağız önümüzdeki zamanlarda.
Duygusal olarak med cezirler yaşadığım, ideolojik-politik anlamda da kendimi masata yatırdığım bir dönem… Kürt sorununa demokratik çözüm ve diyalog, müzakere ile son tahlilde onurlu barış mücadelesinin neferi olabilmenin andı…Savaşlar ve militarist zihniyet daha çok can yakmasın, başkası acı çekmesin yönlü naiflikle emek verenlerin omuzdaşı/duygudaşı ve yoldaşı olmanın sözü…
Kürdistan ve Türkiye sınıf mücadelesini yazacağız elbette. Tekstil işçilerini, Flormar ve Polonez direnişini, Petkim, Rafineri işçilerinin mücadelesini…İnşaat emekçilerini…İş cinayetlerini ve özelleştirmeleri…Naçizane…Türk ve Kürt emekçilerinin özlemini duyumsadığımız birleşik mücadelesini…Hepsini…
Merhaba ve görüşmek üzere…