“Hristiyanlık denilen bu soyun, dünyanın dört bir yanında boyundurukları altına alabildikleri halklara karşı gösterdikleri vahşet ve zulmün bir benzerine, hiçbir çağda ne kadar yabanıl ne kadar merhametsiz ve utanmaz olursa olsun, hiçbir soyda rastlanmaz.”
Wiliam Howitt
“Batı dünyayı kazandıysa, bu, kültürünün, dininin ya da değerlerinin üstünlüğünden değil, örgütlü şiddeti kullanmadaki üstünlüğündendir. Batılıların ekseri unuttuğu, diğerlerinin de asla akıl etmediği gerçek budur…”
Samuel P. Huntington
“(Yabancı) kapitalistler yüzyıllar boyu, azgelişmiş dünyada suç işlemekten başka iş yapmadılar”.
Frantz Fanon
Doğar doğmaz anasının memesine yönelen buzağı gibi, başını kaldıran Batı’ya bakıyor, neden? Orası bolluğun, refahın, özgürlüğün, demokrasinin sembolü sayıldığı için… Oysa boşuna ‘nereye bakıldığı değil, nereden bakıldığı önemlidir’ denmemiştir. O halde iki şey: Birincisi, gerçekten tevatür edildiği gibi mi ve ikincisi size oradan yansıyan ne?
Kristof Kolomb’un macerasıyla tarih sahnesine çıkan “Batı Medeniyeti” denilenin derin çekirdeğini kapitalizm oluşturuyor. Kapitalizm sömürü, yağma, talan, jenosit, kolonyalizm, emperyalizm, savaş, ücretli emek sömürüsü, karşılığı ödenmeyen kadın emeği sömürüsü, patriyarka, doğa yağma ve talanı demektir…
Antoine de Montchetien 1616’da yayınlanan Ekonomi Politik El Kitabında, Avrupalının “uygarlaştırıcı misyonunun yüksek ahlaklılık dersleri ve yüce örneklerle kendilerini kurtuluş yoluna koymamız için bizim egemenliğimiz altına girmeye hazır bekleyen, bize kollarını uzatarak yalvaran, bizi çağıran uygarlık yoksunu bunca barbar halka, yaratıcımız Tanrı’nın adını tanıtmak” olduğunu yazıyordu…
“Barbar halkları” Hristiyanlaştırma, boyunduruk altına alma süreci hızlı başladı… Kristof Kolomb Amerikan adalarına ayak bastığında, Kıta’nın nüfusu 80 milyondu, on altıncı yüzyılın ortasında (yaklaşık 60 yıl sonra) Amerikalarda yaşayan nüfus 10 milyona inmişti… Uygarlık timsali Hristiyan Batılılar yarım yüzyılda 70 milyon insanı “Hristiyan Cennetine” göndermeyi başarmışlardı… XVI. yüzyılın başında dünya nüfusunun 400 milyon civarında olduğu düşünülürse, yarım yüzyılda 70 milyon insanı yok etmek “büyük bir başarı” olmalıydı… ‘Garp Cephesinde yeni bir şey yok: Uygarlık yoksunu vahşileri Hristiyanlaştırmak ‘uygarlaştırmak’ ‘kendilerine benzetmek’, onları Batı’nın bir benzeri olmayan üstün uygarlığıyla tanıştırmak, kalkındırmak, ‘modernleştirmek’, ‘uyumlandırmak’, ‘küreselleştirmek’, velhasıl ‘adam etmek’…
Başlangıçta “vahşi” ya da “barbar” saydıkları sömürgeleştirdikleri toplumlara daha sonraları “geri”, “azgelişmiş ülkeler”, İkinci Dünya Savaşından sonra “Kalkınma yolundaki ülkeler” dediler… Neoliberal küreselleşme çağında da artık Küresel Güney diyorlar… Oysa geride kalan yaklaşık beş yüz yılda Hristiyan ‘Beyaz Adam’ın’ yaptığı insanlık suçu işlemekten başka bir şey değildi… Lakin neyin iyi, neyin kötü, neyin suç, neyin sevap olduğuna da “uygar Beyaz Adamlar” karar verdiği için, olup-bitenlerin ne anlamana geldiğinin, kimin için ne ifade ettiğinin anlaşılması pek mümkün olmadı… Zamanla köleleştirdikleri, sömürgeleştirdikleri, boyun eğdirdikleri, tarihleri, kültürleri ve kimlikleri tahrip edilen, belleksizleştirilen halklar, efendinin gözünü kendi gözleri sandılar ve onun gözüyle bakmaya başladıklarında Batılıların egemenliği güçlü bir temele oturmuş, zafer kazanmıştı… Artık sömürgecinin gözünden başka gören göz kalmamış, sömürgecilik içselleşmişti… Asıl sömürgecilik bilincin sömürgeleşmesidir… Başka türlü söylersek, insanın kendine, kendi gerçekliğine yabancılaşmasıdır… İşte o ‘kritik eşik’ aşıldığında da sömürgeleştirilmiş halkların insanları kendilerine ve başkalarına Batılı efendinin gözüyle bakar oldular…
Elbette söylediklerimizi nüans etmek gerekiyor. Sömürgeleştirilmiş veya yarı-sömürge statüsüne indirgenmiş halklar hiçbir zaman Batılı-Hristiyan sömürgecinin dayattığını kabullenmediler… Onlardan kendi kendilerinin celladı olmaları beklenemezdi… Daha ilk günden itibaren köleleştirmeye, katliama, aşağılanmaya, sömürüye başkaldırdılar ve bu aralıksız sürüp gitti… Tarih efendiler ve onların ideolojik uşakları tarafından yazıldığı için, mazlumların çığlığı yankılanmayacak, suskunluk okyanusunda boğulup gidecekti… Sömürgeciliğin içselleşmesi için, Franz Fanon’un Beyaz Zenciler, Ali Şeriati’nin Asimile maymunlar dediği, ‘yerli unsurların’, ‘yerli misyonerlerin’ devreye girmesi gerekti. Zira bilincin sömürgeleşmesi ancak “gönüllü kabullenme” durumunda mümkündür… Eğer, sömürgecilerle iş birliğinden çıkarı olan yerli “aydınlanmış elitler” olmasaydı, sömürgecilik yerleşemez, emperyalizm zafer kazanamazdı… Maalesef bugün de “Şark Cephesinde’ yeni bir şey yok…
Irkçılık ve faşizm Batı uygarlığının özünde içerilmiş iflah olmaz bir virüstür… Faşizm bir yol kazası değildir. Batılı’nın kollektif bilincinin yapıcı unsurudur… XX. yüzyılın ilk yarısında Avrupa’da ortaya çıkan ve adına Faşizm, Nazizm denilen vahşet örnekleri asla bir istisna değildi… Sadece yüzyıllardır dünyanın başka yerlerinde (Amerika, Afrika Asya, Avusturalya, vb.) yapılanların Avrupa’ya taşınmasıydı… Yaklaşık beş yüz yıldır dünyanın başka yerlerindeki sıradanlaşmış vahşet ve kıyıcılık, ilk defa Avrupa’nın göbeğinde arz-endam ediyordu ve “uygar Avrupalı” bu duruma şaşırmış gibiydi!.. Herhalde şöyle demek istiyorlardı: Bu başkaları için değil miydi? Yahudilere ve öteki Aryan olmayan ırklara yönelik jenosit eylemi (etnik temizlik) bir mahkemede (Nürnberg) Nazi suçlularının yargılanmasıyla geçiştirilecek cinsten değildi… Nitekim 1948 de fanatik pro-naziler Güney Afrika’da iktidara geldiklerinde, “uygar dünyanın” desteği tamdı… Aynı tarihte Filistin toprağında Siyonist İsrail’in arzı-endam etmesi de… Tabii Siyonist İsrail’in fanatik ırkçı Güney Afrika apartheid rejimine tam destek vermesi asla şaşırtıcı değildi…
Batı Medeniyetinin ne mene bir şey olduğunu merak edene “Gazze’ye bakın anlarsın” denecektir… Tabii Suriye’ye de… Daha dün başına 30 milyon dolar ödül konmuş, binlerce masum insanın katili, azılı terörist Ahmet Şara’yı apar-topar devlet başkanı ilan etmek bir “uygar Batı” klasiğidir ve istisna değildir… Velhasıl, ikiyüzlülüğün ve utanmazlığın sınırı yok…
Bu vesileyle bir yanlış anlamaya da yer vermemek gerekiyor… Uygar Batı, sömürü, yağma, talan, katliamlar, ırkçılık, jenosit, saldırı savaşları, emperyalizm, kolonyalizm (sömürgecilik), Hiroşima, Nagazaki… demek ama aynı zamanda aydınlanma, modernite devrimi, özgürlük ve demokrasi de demek… O halde bunların Batı’da gerçekleşme düzeyi nedir? O kadarı da dünyanın geri kalanının sömürüsü, yağma ve talanı sayesinde mi mümkün olmuştur? Ve oradan size yansıyan ne ifade ediyor?