Faşizmin sömürgeci mirası yalnızca iktidar dilinde değil, muhalefetin içindeki epistemik kodlarda da yaşamaya devam eder
Şebnem Oğuz
Ergin Yıldızoğlu’nun “Bazen bir fotoğraf bin sözcüğe bedeldir”[1] başlıklı yazısı, rejime karşı mücadelenin kritik bir eşiğinde yayınlandı. Sarayın bir fotoğraf karesi üzerinden muhalefeti bölmek üzere kurduğu pusu, hem Özgür Özel hem de Ekrem İmamoğlu tarafından püskürtülmüş, “muhalefete muhalefet etmeyin” çağrısı yinelenmişken, “süreç olarak faşizm” kavramsallaştırmasıyla bilinen bir yazarın DEM Parti’yi sağcı ilan etmesi yalnızca politik değil, epistemolojik bir soruna da işaret ediyor.
Yazı daha başlığında sıkıntılı bir zemini ele veriyor: “Bir fotoğraf bin sözcüğe bedeldir.”
Bu ifadenin kökeni 1920’lerde ABD’li reklamcı Fred R. Barnard’a uzanır; Printer’s Ink dergisinde “Bir resim, bin kelimeye bedeldir” diyerek görsel reklamcılığı meşrulaştırır. Böylece “resim sözden güçlüdür” mottosu, kapitalist düzenin hegemonik imge kodu haline gelir.
Fakat yirminci yüzyılın eleştirel düşünürleri bu basit formülü çoktan tersine çevirmiştir. Roland Barthes, fotoğrafın hiçbir zaman gerçeği tam temsil etmediğini; Susan Sontag, onun anlamı değil, tüketimi ürettiğini; John Berger ise bakışın her zaman iktidar ilişkileriyle biçimlendiğini gösterir. Dolayısıyla bir fotoğraf çoğu zaman bin sözcüğü susturmanın yoludur. Faşizmin imge rejiminde ise fotoğraf yalnızca sözü değil, bakışı da yönetir.[2]
Yıldızoğlu, “Bir fotoğraf bin sözcüğe bedeldir” deyişini olduğu gibi benimseyerek o hegemonik çerçeveyi yeniden üretir; fotoğrafın biricik hakikati temsil ettiği yanılsamasını sürdürür.
Stuart Hall, tam da bu tür yanılsamaların nasıl işlediğini anlamak için, 1970’lerde İngiltere’de medyanın ideolojik yapısını inceleyen Kodlama/Çözümleme modelini geliştirmiştir. Hall’a göre her temsil —bir haber, bir film ya da bir fotoğraf— belirli bir iktidar konumundan kodlanır; yani anlam tarafsız değil, egemen bir çerçevede üretilir. İzleyici bu anlamı olduğu gibi alabilir (hegemonik okuma), onunla kısmen uzlaşabilir (müzakereli okuma) ya da ona karşı çıkabilir (muhalif okuma). Yıldızoğlu’nun fotoğrafı doğrudan hakikat olarak okuması, bu sürecin “hegemonik okuma” biçimine denk düşer.
Ne var ki Yıldızoğlu’nun yazısındaki sorun yalnızca bu hegemonik çerçeveyle sınırlı değildir; onu asıl derinleştiren şey, kullandığı kolonyal dildir. Yazıda geçen ifadeler —“zavallı”, “aygın baygın”, “jouissance içinde”— yalnızca bir üslup tercihi değildir; bu sıfatlar, Kürt siyasetini “çocuklaştıran” kolonyal söylemin yeniden üretimidir. Bu dil, tıpkı Edward Said’in tarif ettiği oryantalist epistemolojide olduğu gibi, “biz biliriz, onlar hisseder” ikiliği üzerine kurulur. Kürt hareketi rasyonel bir özne değil, hazlarına yenilen irrasyonel bir figür gibi sunulur. Bu, solun içindeki epistemik sömürgeciliğin en çıplak biçimidir.
Yıldızoğlu’nun “basking in the glow of power” (iktidarın ışığında güneşlenmek) ifadesiyle betimlediği sahne, aslında sömürgeci aklın fotoğraf okumasıdır. Birkaç saniyelik bir gülümsemeyi “haz içinde teslimiyet” olarak okuyan bu bakış, bir siyasal öznenin tarihsel mücadelesine hüküm verirken aynı anda kendi kolonyal bilinçdışını sergiler.
Bu dil politik analiz değil, oryantalist bir fantezidir. Bu, Spivak’ın Madun Konuşabilir mi? sorusuna doğrudan bir yanıttır: Konuşamayan madun, burada “bakışıyla suçlanan” figüre dönüşür. Yani Kürt özne, kendi sözüyle değil, Türk sol entelektüelinin fantezisiyle temsil edilir.
Fanon’un Siyah Deri, Beyaz Maskeler’de tanımladığı mekanizma burada da işler: Beyaz adam, siyah bedeni hem egzotikleştirir hem aşağılar; haz ve utanç arasında sıkıştırır. Yıldızoğlu’nun yazısında “jouissance” kelimesinin —üstelik Fransızca, Lacancı çağrışımlarla— seçilmesi, bu erotizasyonun göstergesidir.
Faşizmin sömürgeci mirası yalnızca iktidar dilinde değil, muhalefetin içindeki epistemik kodlarda da yaşamaya devam eder. Bir bakış, kendini “rasyonel analiz” zannederken devletin görme biçimini yeniden üretir. Bu, “süreç olarak faşizm”in en görünmez boyutlarından biridir: Faşizm sadece kurumlarda değil, bakışın içinde, solun epistemolojisinde işlemektedir. Bu nedenle solun kendi görsel reflekslerini, linç döngülerini ve kolonyal yüklerini sorgulaması politik bir zorunluluktur.
[1] https://www.cumhuriyet.com.tr/yazarlar/ergin-yildizoglu/bazen-bir-fotograf-bin-sozcuge-bedeldir-2441036
[2] https://solfasol.tv/fasizmin-imge-rejimine-karsi-baglami-geri-cagirmak/