Zaman, nehirler gibi akar; bazen coşkun, bazen dingin ama hep aynı inatla, aynı kararlılıkla… Kırk yıl boyunca akıp giden bu nehir, Kürt halkının mücadelesiyle dolup taştı. Dağların zirvelerinden şehirlerin dar sokaklarına, annelerin derin bakışlarına kadar her yerde yankılandı bu savaşın izleri.
Toprağın her bir zerresi, bu halkın direnişiyle yoğruldu. Ne ateşler yakıldı ne fırtınalar koptu ne hayatlar söndü… Ama halk asla sönmedi. Küllerinden doğan bir ateş gibi, her bahar yeniden yeşerdi, her kış yeniden direndi ve dirildi.
Ve şimdi, bu mücadelenin en büyük dönemeçlerinden birine gelindi. Abdullah Öcalan, tarihe yeni bir mühür vurmaya, bir çağrı yapmaya hazırlanıyor. Ama bu, sıradan bir çağrı değil; taşları yerinden oynatan, zamanı eğip büken, büyük hesapları altüst eden bir çağrı… Bir yeniden doğuşun, bir yeniden yapılanmanın, savaşın en zor safhasının, yani barışın habercisi. Peki, biz bu çağrıyı ne kadar doğru okumaya hazırız?
Muktedirler, bu çağrıyı kendi lehine çevirmek, onu bir yenilgi anlatısına dönüştürmek için çırpınıyor. Yıllardır kanla yazılmış bir mücadeleyi bir çırpıda yok saymak, zafer naraları atmak istiyor. Oysa zafer kimin? Hakikatin mi, yoksa onu eğip bükmeye çalışanların mı? Tarih, hakikati yalanla örtmek isteyenleri hiçbir zaman affetmedi. Ve şimdi de affetmeyecek.
Devlet, bu çağrıyı manipüle etmek için tüm araçlarını seferber etmiş durumda. Medyasıyla, kalemşorlarıyla, sözcüleriyle gece gündüz aynı hikâyeyi anlatıyor: “PKK bitti. Öcalan pes etti. Bu bir teslimiyettir.” Ama bu kelimeler kendi yankılarından başka birine ulaşamıyor. Çünkü halk gerçeği biliyor. O gerçeğin adı teslimiyet değil, dönüşümdür. Silahların susması, iradenin yok olması anlamına gelmez; aksine, mücadelenin başka bir zeminde, daha büyük bir akılla devam edeceğinin işaretidir.
Devlet, Öcalan’ın çağrısını çarpıtabilir, medyasıyla onu etkisiz hale getirmeye çalışabilir. Ama unuttuğu bir şey var: Tarih, yalnızca muktedirlerin kalemiyle yazılmaz. Tarih, en çok direnenlerin mürekkebiyle kazınır. Bugün, Kürt halkının özgürlük mücadelesi yalnızca bir halkın değil, tüm ezilenlerin ortak mücadelesidir. Ve bu mücadele ne birkaç manipülasyonla ne de sistemin içinden yaratılan algı operasyonlarıyla sönümlenebilir.
Newroz ateşleri nasıl ki her bahar yeniden yanıyorsa, Kürt halkının inancı da her bahar yeniden yeşerir. Tarihin en ağır zulümlerini gördü bu halk. Köyleri yakıldı, dilleri yasaklandı, çocukları yok sayıldı. Ama o çocuklar büyüdü ve kendi halkının sesini, kendi kimliğinin yankısını taşıdı. O yüzden, devletin korkusu da bu halkın inadı da boşuna değil.
Bugün muktedirler ne yaparsa yapsın, Kürt halkının morali yüksek. Çünkü tarih, hep inananların kazandığını gösterdi. Ve halk inanıyor. Tarih, yalanlarla değil, gerçeklerle yazılır. Hakikat, en sert taşları bile çatlatan bir filizdir.
Öcalan’ı yakından takip edenler çok iyi bilir ki, onun yapacağı çağrı, bir bitiş değil, yeni bir başlangıç olacaktır. Şiddeti devre dışı bırakmak, teslim olmak değil; mücadeleyi daha geniş bir zeminde, daha köklü bir biçimde yürütmenin adıdır. Bir halkın, yüzyıllık inkâra karşı kazandığı en büyük zaferlerden biridir.
Sonuç olarak, bu çağrı ne baskılarla susturulabilir ne de tarihin tozlu raflarına hapsedilebilir. Onu silmeye, etkisini zayıflatmaya çalışanlar, er ya da geç hakikatin sarsılmaz gücü karşısında kaybolup gidecektir. Çünkü bu çağrı, yalnızca bir sesleniş değil, bir uyanışın, bir dirilişin ve kaçınılmaz bir değişimin habercisidir. Zamanın sert rüzgârları esse de engeller üst üste yığılsa da bu sözler yankılanmaya devam edecek ve yeni bir başlangıcın müjdesini verecektir.