Erdoğan’ın Suriye devletine tanıdığı sürenin dolmasına çok az bir süre kala, Suriye ordusu Rusya’nın desteğiyle karşı bir saldırıda bulundu ve nihayetinde onlarca Türk askeri yaşamını yitirdi. Türkiye kamuoyunda tam bir şok etkisi yaratan gelişme iktidar cenahında benzer bir sonuç doğurmuş görünmüyor. Bekledikleri oldu demek, daha doğru gibi. Türk devlet geleneğini yakından tanıyanlar, iktidarın ihtiyaç duymasa bu kayıpları gizleyebileceğini bilir. Bu kadar yüksek sayıda asker ölümü gizlenemez denilmemeli! Kürdistan’da yürütülen savaşta bu devletin kayıplarını nasıl gizlediği hafızalarda tazeliğini koruyor. Libya’da son dönemde ölen askerlerin cenazelerinin toplumdan nasıl saklandığı yakın bir örnek. Özcesi devlet istemese yaşanan bu kaybı da kamuoyundan gizleyebilirdi. Fakat böyle yapmadı. İktidar doğrudan kendi valisi aracılığıyla 33 askerin öldüğünü duyurdu. Aynı günün sabahı İmralı’da PKK Lideri Sayın Abdullah Öcalan’ın bulunduğu adada yangın haberini duyurduğu gibi. ‘Soru soruldu, konu açıldı’ denilerek açıklanacak bir mevzu değil bu. Geçmiş tecrübemiz, özel savaş devletinin pratiklerine bakılınca, olup bitenlerin tesadüfi bir yanı kalmıyor. Planlı, hesaplı bir iş gözümüzün önünde cereyan ediyor. Yani İdlib’deki asker kayıp haberini yaymak ile İmralı’da yangın çıktı haberi aynı amaca hizmet eden iki farklı gelişme oluyor. Birbirini besleyen bir siyasetin dışa vurumu oluyor.
AKP-MHP iktidarının uygulamalarıyla kendi sonunu hazırladığı, meşruiyetinin kalmadığı, zorla ayakta durduğu yönünde çok fazla değerlendirme mevcut. Ki bunların tümü de gerçek. Bugün Türkiye’de sözün tam manasıyla gayrı meşru, halk karşıtı bir iktidar bulunuyor. Toplumun ezici çoğunluğu var olan iktidarın gitmesi için uğraş içinde olup, son birkaç seçimde açıkça bunu ilan etse de, gücü elinde tutanların bir ‘yolunu’ bulup koltuklarını korudukları aşikar. Görünüşe bakılırsa, iktidardakiler demokratik yollardan gitmeye niyetli değil ve bunun için de her türlü yöntemi kullanmaya, araca başvurmaya hazır. İçerde ve dışarda gerginlik siyaseti yürütüp, milli hassasiyetleri köpürdetmenin ve böylece toplumu yedekleyip sindirmenin başka da bir manası görülmüyor. Dikkat edelim! İktidar, kendisi aleyhine en cılız bir sesin dahi çıkmasını istemiyor, bunu engellemek için akla hayale gelmez yöntemlere başvurmaktan çekinmiyor. Bırakalım, toplumun örgütlenip itirazını sokakta dile getirmesini, sanal medyada bir mesaj paylaşmak dahi suç kapsamına alınıp yargılanma gerekçesi yapılıyor. Hatta bu tür yargılanmalar özel olarak gündemleştirilip, duymayanların da duyması sağlanarak adeta bir teşhir kampanyası yürütülüyor.
Hal böyle olunca, iktidarın son uygulamalarına anlam vermek daha mümkün hale geliyor. Türkiye halklarına diyecek sözü kalmayan, dedikleri de herhangi bir biçimde karşılık görmeyen AKP-MHP iktidarı, başta Kürtler olmak üzere her alanda tehdit ve savaş siyasetine ağırlık vermiş durumda. İmralı’da çıkarılan yangın ile İdlib’de yaşananlar bunun sonuçları oluyor. Hatırlayalım! Sayın Öcalan son yaptığı avukat görüşmesinde ‘Bir hafta içinde silahları susturabiliriz’ demiş ve bu açıklama duyarlı kamuoyunda heyecanla karşılanmıştı. Aradan aylar geçmesine rağmen, AKP-MHP iktidarı bu çağrıya olumlu bir cevap vermediği gibi aksine İmralı’daki tecrit politikasını ağırlaştırmış ve Sayın Öcalan’ın dışarıyla bağını tümden kesmiştir. Aynı biçimde gerek iç politika gerekse de dış politika için yapılan diyalog çağrılarına iktidarın cevabı, görüldüğü üzere savaşı derinleştirmek oluyor. Açık ki, iktidar toplumu gerdikçe germekte, geliştirdiği OHAL rejimi ile ‘beka’ savaşından kazançlı çıkacağını ummaktadır.
Bu açıdan İmralı’da çıkan-çıkarılan yangın ile İdlib’de ölen, öldürtülen askerler meselesi iktidarın varlık yokluk savaşının birer parçası olarak gündeme konuluyor ve bu şekilde Kürtler başta olmak üzere muhalefete mesaj veriliyor. Sayın Öcalan üzerinden Kürt halkına en hassas olduğu noktadan tehditler savurulurken, İdlib üzerinden iç muhalefete ayar çekilmeye çalışılıyor ve gerekirse ‘ülkeyi yangın yerine çeviririz’ deniliyor. Peki iktidarın buna gücü var mıdır? Bu şekilde ayakta kalması mümkün müdür? Kürt halkı İmralı söz konusu olduğunda nasıl direnip, gelişen saldırıları boşa çıkardıysa bundan sonrasında da boşa çıkaracak güçte olduğunu yakın zamanda -Açlık Grevleri- gösterdi. Yangın haberi ile birlikte başta Kürdistan olmak üzere dünyanın dört bir yanında gelişen eylemler bu hassasiyetin ve direniş iradesinin en dorukta seyrettiğinin kanıtı oluyor. Yani AKP-MHP iktidarının bu saldırısı nedeniyle Kürt halkından hak ettiği cevabı alacağından şüphe yok. O halde, ikinci soruyu sorabiliriz: Bu iktidarın İdlib özelinde Suriye savaşını yürütüp kendini ayakta tutma imkânı var mı? Belli ki, bunun da koşulları yoktur. Hatta tersinden şöyle bir yorum yapmak mümkün; iktidar bloğunun İdlib merkezli yürüttüğü savaş -yanında tek bir destekçisi olmadığından- her anlamda sonunu hızlandıran bir rol oynuyor. Özcesi iktidar tehdit ve savaş silahına başvurup ömrünü uzatmak istese de, ne bunun koşulları kalmıştır ne de buna izin verecek bir toplumsal mevcudiyet vardır. Anlaşıldığı üzere, iktidar kendisini bekleyen sona emin adımlarla yürümektedir.